Mazlumun Bedduası

Hakkı ERÇETİN

1940’lı yıllar, ülkenin geneline şamil olup, şiddeti farklı olsa da yokluk, kıtlık ve sıkıntılı bir dönem idi.  Bu dönemde doğduğum köyde de durum farklı değildi. Köylük yer olmasına rağmen yani herkes temel ihtiyaçlarını kendisi yetiştirmesine rağmen insanlar kıt kanaat geçinmek zorundaydılar. Öyle ki yokluk ve açlıktan bir çuval mısır veya arpa karşılığında kocaman bir tarlanın takas edilmesi vakay-ı adiyeden sayılıyordu.

Bu dönemde köyümde yaşayan yaşlı ve kimsesi olmayan dul bir kadıncağız bütün varlığı olan tek parça tarlasını ekip biçemediği için yine o dönemde köyün muhtarı olan şahsa kiraya vermiş. Tek tarlasından elde ettiği bu kira geliri ile de kıt kanaat geçinmeye çalışıyormuş. Gün gelip te bu kira geliri yetmeyince tarlasını satmaya karar vermiş. Ancak tapu dairesine gittiğinde tarlanın satılmış olduğu bilgisini alınca dünyası başına yıkılmış. Hemen soluğu muhtarın yanında alıp işin aslını sormuş. Muhtar efendi çevirdiği dümenin bilinciyle yaşlı kadına “filan zamanda tarlayı bana sattın ya! Sen yaşlı olduğundan şimdi hatırlamıyorsun” deyince kadıncağız bir kez daha yıkılmış.

İşin aslı, muhtar kadının okuma yazma bilmediğini bildiği için daha önce aldığı kira bedelinin karşılığı diye satış sözleşmesine parmak bastırarak tarlayı kendi üzerine geçirmiş. Kendince de insaflı olduğu için de kira ödemeye devam ettiğini iddia etmiş. “Ben sana acımasam çoktan açlıktan ölürdün bunak kadın” diyerek kadıncağızı azarlayıp başından savmış. Kadıncağız çaldığı bütün kapılardan eli boş dönünce kaderiyle baş başa kalakalmış.

Zavallı kadın muhtarı ne zaman görse “Muhtar! Seni yıldırımlar çarpsın” diye beddua edip ağlarmış.

Mazlum ile Allah’ın arasında perde yoktur ya, gel zaman, muhtar efendi zavallı kadıncağızdan gasp ettiği tarlaya ektiği ekini kontrol etmeye gider. Tarlaya varınca bir anda hava bozar ve sağanak şeklinde yağmur yağıp şimşekler çakmaya başlar. Muhtar yağmurdan korunmak için tarladaki ağaca doğru yönelir. Ancak ağaca varamadan yıldırım düşer ve muhtara isabet eder. Muhtar yıldırımın çarpması sonucu yanık bir kömüre dönmüş bir şekilde can verir. Mazlum kadının bedduası ayniyle tutmuş ve bedduayı alan da feci akibete maruz kalmış.

Bu ibretlik olayın farklı bir yönü daha var. Onu da zikretmeden geçemeyeceğim. Yaşlı dul kadının uzaktan akrabası olan genç hamile bir kadın akrabasının maruz kaldığı haksızlığa çok içerleyip dururmuş. Muhtarın maruz kaldığı akibeti duyunca bunun gerçekten olduğunu görmek için muhtarın cesedine bakmak istemiş. Ahali “sen hamile bir kadınsın, göreceğin manzara doğacak çocuğun üzerinde iyi etki etmez” deseler de kadın gönlünü soğutmak için illa bakacağım diye tutturmuş. Sonuçta cesedi açıp kadına gösterirler, kadın da söylenen şeyin ayniyle vaki olduğunu görür.

Görür görmesine de bebeğini doğurunca diğer çocuklarına göre bunun daha esmer olduğunu görür. Hatırlatmak ta fayda var, bu kadın ve ailesi Boşnak kökenli olduklarından geneli beyaz tenli ve renkli gözlü kimselerdi. Ancak yeni doğan bebek esmerden öte yanık karası diyeceğimiz bir renge sahip olarak doğmuş. Bu şahıs halen sağdır ve kardeşleri ile bir araya geldiğinde tabir yerinde ise beyaz koyun sürüsü arasında tek bir kara koyun gibi durmaktadır. Diğer taraftan da ibretlik bir olayın canlı şahidi konumunda hayatına devam etmektedir.

Beddua değil hayır dua alanlardan, çirkine değil güzele bakanlardan olalım inşallah.   

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.