Mızrak çuvala sığmıyor

xxx78

Genelkurmay'ın açıklaması iki şeyi öğretti: 2003 yılı mart ayında İstanbul'daki 1. Ordu bünyesinde 'plan semineri' adıyla kapsamlı bir tehdit değerlendirmesi yapılmış; bu bir... İkincisi de şu: Bugünün Genelkurmay Karargâhı o dönemde yapılmış olan planı kabul edilebilir bulmuyor...

İki Selâtin camiye cuma namazı sırasında bomba konması, sırf uluslararası bir ihtilâfa yol açsın diye komşu ülke uçağının düşürülmesi veya komşu ülke tarafından düşürüldüğünü düşündürecek biçimde kendi uçağımızın vurulması nasıl kabul edilebilir ki? Yedi yıl önce böyle bir planı hazırlayanlar, kendi eserlerini savunmada bugün zorlanıyorlar.

Savunamadıkları için 'inkâr' ve 'tevil' yoluna sapıyorlar...

“Asker yalan söylemez” düsturunu ilikilerinde hisseden bu ülkenin insanları, günler ve geceler boyu karşısına çıkıp bir öyle bir böyle konuşan 'Balyoz Planı müellifi' tarafından şaşkına döndürülüyor. Taraf'ta çıkan habere ilk verdiği tepki, planı ve sorumluluğunu kabul etmek olduğu halde, sonradan 'inkâr' ve 'tevil' yoluna sapan 'Balyoz Planı müellifi' gerçek niyetini “Darbeler böyle planlanmaz ki?” sorusunun arkasına gizliyor, cami bombalama, uçak düşürmeyi ise 'alçaklık' olarak lânetliyor.

Oysa ülkemizde darbeler tam da 'Balyoz Planı'na benzer planlarla ve 'Balyoz Planı' içerisinde öngörülen türden kışkırtıcı eylemlerle hayata geçiriliyor.

12 Eylül (1980) darbesi planının ismi 'Bayrak'tı. Kod adı 'Bayrak' olan darbe için önce 11 Temmuz (1980) tarihi belirlenmişti. 'Bayrak Planı', tıpkı 2003'ün 'Balyoz Planı' gibi dört aşamalıydı: 1. Hazırlık, 2. Harekât ortamının şekillendirilmesi, 3. İcra, 4. Yeniden yapılandırma... 'Bayrak'ın icra gününün ertelenmesinin sebebi, Süleyman Demirel hükümetinin 2 Temmuz (1980) günü Meclis'te güvenoyu tazelemesidir. 28-31 Ağustos (1980) arasında '5 Eylül 1980'den itibaren her an hazır olunması' emri özel kuryelerle komutanlara iletilmiştir. Sonuç malum.

Kitaplar böyle yazıyor.

Balyoz da, öyle anlaşılıyor ki, belli bir takvime bağlı olarak sonuç almak üzere planlanmış, hazırlık safhası aşılmış, harekât ortamının şekillendirilmesi noktasında bir duvarla karşılaşmış... O engelin ne olduğunu ancak tahminle bulabiliyoruz: Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök...

“Kışkırtıcı eylemler mi, öyle şey olmaz” tepkisini verenler Türk siyasi hayatından haberdar değiller mi? Bugünden geriye bakıldığında, bütün darbelerin öncesinde sahneye konulmuş, insanın aklını zorlayan, üzerinden iğrençlik akan kışkırtıcı eylemler veya söylenti mizansenleri görülebiliyor.

27 Mayıs (1960) öncesinde Başbakan Adnan Menderes'in tek adam diktatörlüğüne gittiği yâvesi bir kışkırtıcı eylemdi. Uşak'ta ve Sivas'ta gerçekte olmamış 'irtica eylemleri' gazete manşetlerine yerleştirilmişti. DP kadrosunun zalimliği Harp Okulu öğrencilerinin kıyma makinalarından geçirildiği yalanına kadar vardırılmıştı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın bankalarda muazzam miktarda parası olduğu iddiası da bir yalandı.

Daha başka örneğe ihtiyaç var mı?

12 Eylül (1980) darbesinin neden daha önce yapılmadığı sorusuna, dönemin önemli bir askeri, “Halk desteğini arkamıza alabilmek için şartların olgunlaşmasını bekledik” cevabını vermişti. 'Şartlar olgunlaşsın' diye birkaç yüz gencimizin daha hayatını kaybetmesi gerekmişti.

Balyoz Planı müellifi TV ekranından “Böyle darbe mi yapılır?” diye sorduğu ve kışkırtıcı eylem hazırlığını “Bunu düşünenler alçaktır” türü lâflarla savuşturmaya çabaladığı zaman insanların aklına bunlar üşüşüyor.