Muhafazakârlara Kemalizm dersleri

xxx1579

Türkiye’de artık seçim kazanabilmek için iki “çelişik” unsuru biraraya getirmek gerekiyor, muhafazakârların kalbini kazanmak ve değişimcilik.

Bu ikisini biraraya getiremeyen hiçbir partinin seçim kazanma şansı yok.

Muhafazakârlık, adı üstünde “muhafaza” etmek isteyenlere verilen sıfat, “muhafaza etmek” isteyen birinin aynı zamanda “değişmeyi” de isteyen biri olması ilk bakışta çok tuhaf.

Ama Türkiye’nin gerçeğine baktığınızda tuhaflık hiç de tuhaf gözükmüyor.

Nasıl “ilerici” Kemalistlerin “ilericiliği” sadece “yaşama biçiminde” kaldıysa, nasıl sadece giyim kuşam, kadın erkek ilişkileri ve yemek yeme alışkanlıklarındaki “Batılı görüntüyü” ilericilik olarak algılıyorlarsa, muhafazakârlar da kendi “muhafazakârlıklarını” aynı alanlarda “muhafaza” ediyorlar.

Giyim kuşam, kadın erkek ilişkileri ve yemek yeme alışkanlıklarında muhafazakârlar.

Kemalistlerin “ilericiliğinin” sadece yaşam biçimine sıkışması onları karikatürleştirirken, muhafazakârların “tutuculuğunun” sadece yaşam biçiminde kalması muhafazakârları güçlendiriyor.

Çünkü Kemalistler, Batılı gibi yaşayıp Batılı değerleri, Batılı demokrasiyi, Batılı üretim tarzını reddediyorlar ya da beceremiyorlar.

Muhafazakârlar ise Batılı gibi yaşamıyorlar, öyle bir yaşam biçiminden hoşlanmıyorlar ama Batılı değerleri, Batılı demokrasiyi, Batılı üretim tarzını benimsiyorlar.

Bu büyük değişim Özal zamanında başladı.

Özal’dan önce “muhafazakârlık” esnafla köylünün yaşama ve düşünme biçimiydi.

Her anlamda tutucuydular.

Özal’la birlikte köylüler işçiliğe ama daha da önemlisi “esnaf” işadamlığına doğru değişmeye başladı.

Bu kesimlerin çalışma ve üretme biçimleri değişti.

Esnaflıktan işadamlığına geçen muhafazakârlar, üretmeye ve ürettiklerini dünyaya satmaya koyuldular.

Zenginleştiler.

Ve, bu zenginliği, Türkiye’nin “eski zenginlerinden” farklı olarak “devletle” iş yaparak değil, dünyayla iş yaparak elde ettiler.

Batı zihniyetinin, Batı tarzı çalışmanın zenginlik getirdiğini fark ettiler, üstelik bu anlayış sadece para değil, özgürlük de getiriyordu.

Orduya, yargıya, bürokrasiye baş kaldırabiliyorlardı.

Ama “tutumlu esnaf” alışkanlıkları o kadar kolay kırılmıyordu, “muhafazakâr” yaşam tarzı genellikle “dinsel” inançlarla açıklansa da, ben bu muhafazakârlıkta esnaf alışkanlıklarının payının da büyük olduğunu düşünüyorum.

Bugün artık çok zenginleşen Kayseri’de doğru dürüst bir lokanta bulmakta zorlanıyorsanız, bu, “dinsel” inançlardan ziyade “lokanta” alışkanlığı olmayan esnafın yaşam geleneğinden geliyor.

Para kazanmayı öğrenmek nispeten kolaydır ama para harcamayı öğrenmek ciddi bir kültür ve birikim gerektirir, muhafazakâr kesim henüz bu birikimi tamamlayamadı.

Biraz da bu birikim eksikliğinin yarattığı “ezikliği” ve kızgınlığı saklamak için pek beceremedikleri renkli yaşamı sürdürenlere tepki gösteriyorlar.

Elbette “dinin” etkisi de var muhafazakârlıklarında, özellikle kadın erkek ilişkilerindeki “günah” korkusu onların bu tür ilişkilere biraz hoyrat eleştiriler getirmesine neden oluyor ama zamanla insanların “günah işleme özgürlüğünü” kabul edecekler ve herkesin cennete gitmesi gerekmediğini anlayacaklar.

Cehennemin tümden kapanmaması için bizim gibi insanlara da ihtiyaç var.

Siz Kemalistlerin söylenmelerine bakmayın, sorun, onların “yaşam biçimindeki” tutuculukları değil, zaten kimseye müdahale etmiyorlar, belki biraz söyleniyorlar, biraz ayıplıyorlar ama kimseye karışmıyorlar.

Sorun, muhafazakârların içindeki, henüz arınamadıkları “milliyetçilik.”

Milliyetçilik, kaçınılmaz olarak “efendi” olma isteğini içinde barındırır, kendi milletinin, ırkının en iyisi olduğuna inanır ve bu inancın yansımasını hayatın içinde görmek istersin.

Muhafazakârlar, özellikle Kürt meselesinde ciddi bir milliyetçilikle “yaralı” gözüküyorlar, onları Kemalistlere en fazla benzeten yan da bu.

Kemalizm’in bu zaafını içlerinden temizleyemiyorlar.

Bugün Türkiye’de ekonomik açıdan işler olağanüstü iyi gidiyor, büyüme hızında dünyada ikinci, Avrupa ülkeleri arasında ise birinci, işsizlik azalıyor, yabancı yatırımların artması bekleniyor.

Muhafazakârlar, sırf içlerindeki bu “milliyetçi” Kemalist hastalık yüzünden her şeyin ters gitmesini isteyecek mi, sırf Kürtlere efendilik taslamak, onların hakkını inkâr etmek için Türkiye’nin yolunun kesilmesine, her şeyin altüst olmasına rıza gösterecek mi?

Muhafazakârlar bu hastalıktan kurtulduğunda, eşitliği, özgürlüğü, adaleti Kürtlerle hakça paylaşmaya razı olduğunda, bu ülkenin önü tamamen açılır, Türkiye uçar.

Kendileri için istedikleri demokrasiyi Kürtler için de isteyerek bu ülkeyi barışa, huzura ulaştırıp o büyük uçuşun tadını çıkarmak istemez mi muhafazakârlar?