Mustafa Kemal ve Türkçe Ezan ve Türkçe Kur’an

Demliyazılar

Bazı fanatik Mustafa Kemal ve İnönü muhipleri tarafından çeşitli platformlarda dile getirilen bir söz vardır; “Atatürk olmasaydı Türkiye’de şimdi ezan okunmaz, namaz kılınmazdı.”  

Böylesi yalanı bazı ünvanlı kişiler de kullanmakta bir beis görmüyorlar. Gerçek Gündem Gazetesi yazarı Dr. Beşir Doster bir yazısında Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının 30 Ağustos 1922 tarihinde kazanmış olduğu Dumlupınar savaşından yola çıkarak; “30 Ağustos 1922 olmasaydı, 30 Ağustos 2011 günü minarelerimizden ezan sesleri duyulmaz, camilerimizde bayram namazı kılınmazdı” diye yazmış.

Böyle bir iddia ile halkı kandırmaya çalışıyorlar ama yanıldıklarının farkında değiller.

Çünkü bu halk Mustafa Kemal ve onun devamındaki İnönü iktidarları döneminde despot yönetimden çektiği kadar çile çekmemiştir.

Halkın Kurtuluş Savaşında çektiği acı, bunların döneminde çektiği çileden daha fazla değildir.

Türk halkı maddi olarak çilelere her zaman göğüs germesini bilmiştir. Ne var ki dinine, diyanetine yapılan saldırılar karşısında, bir de bu zulümler kendi idarecileri tarafından yapılmışsa kahrolmuştur.

Bu satırları okuyunca bazı laikçilerimiz tepki gösterecekler.

Şimdi size Mustafa Kemal döneminin gazeteci ve yazarlarından ve Mustafa Kemal ile ilgili 27 tane eser ortaya koyan Niyazi Ahmet Banoğlu’nun “Atatürk’ün İstanbul’daki Hayatı” adlı kitabından bir alıntı yapacağım.

Sizleri yazarın satırlarıyla baş başa bırakıyorum;

“Atatürk bir gün Dolmabahçe Sarayı’nın büyük muayede salonunda, saz takımını toplamıştı. Kanuni Mustafa, Mısırlı İbrahim, Nobar, Hafız Kemal, Hafız Rıza, Fahri hep orada idik. Atatürk, bir imtihan ve tecrübe yapmaya hazırlanmış görünüyordu. Elinde Cemil Said’in tercümesi Türkçe Kur’an-ı Kerim vardı.

Evvela Hafız Kemal’e verdi, okuttu. Fakat beğenmedi.

          -    Ver bana… Ben okuyacağım, dedi.

Hakikaten okudu amma, hâlâ gözümün önündedir; askere kumanda eder, emirler verir gibi bir ahenk ve tavırla okudu. Bunun da farkına vardı.

Kur’an’ı sırayla dolaştırmaya başladı. Hafızlara birer birer okutuyordu.

……

Türkçe Kur’an’ın, anlattığım bu tercümesinden sonra Fatih Camiinde ilk defa Türkçe Kur’an okudum. Bunu müteakip, Türkçe hutbeye sıra gelmişti.

Atatürk;

          -    Haydi bakalım. Türkçe hutbeyi de Süleymaniye Camiinde mukabele ile oku! Amma okuyacağını evvela tertip et, göreyim, dedi. Yazdım, verdim. Beğendi. Fakat:

          -    Paşam, bende hitabet kabiliyeti yok. Bu başka iş, hafızlığa benzemez, d edim.

          -    Zararı yok. Bir tecrübe edelim, buyurdu. Bunun üzerine tekrar sordum;

          -    Hutbeye çıkarken sarık saracak mıyım?

          -    Hayır, sarığı bırak. Benim gibi baş açık ve franklı!

          -    Ne diyeyim, inkılâp yapılıyor, peki! Dedim.

O gün hıncahınç dolan Süleymaniye Camiinde cemaat arasına karışmış yüz elli de sivil polis vardı.

Bu tedbirin isabetli olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Ben Türkçe hutbeyi okur okumaz kalabalık arasından bilahare Arap olduğu anlaşılan biri sesini yükselterek;

          -    Bu namaz olmadı, diye bağırdı.

Fakat çok şükür, itiraz eden yalnız bu Arap’tı. Onu da, derhal karakola götürdüler.”

Bununla ilgili olarak da “İşte Zulmün Belgesi” adlı kitabında Burhan Bozgeyik şunları yazmıştır;

İşte bu şekilde itiraz edenin ilk durağı karakoldu. Ardından müthiş dayak faslı geliyordu. Tabii sonra da hapis.

İlk başlarda Ezan-ı Muhammedi’yi aslî şekliyle okuyan Müslümanlar dayak yiyerek paçayı kurtarıyorlardı. Çünkü ortada bir kanun olmadığı için Temyiz Mahkemesi mahkemelerin verdiği kararları bozuyordu. Jakoben (tepeden inme) kadro, bu durumun da çabucak “çaresini!” buluverdi. TCK’nın 526’ıncı maddesine şu fıkra ilave edildi:

“Arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hafif hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezası ile cezalandırılırlar.”

O zaman da on lira ile iki yüz lira arasına kadarki para milletin ekseriyeti için büyük paraydı. İşin tuhafı fakir halk parayı nasıl ödeyecekti? Zira aynı zamanda hapse konularak çalışmaktan men ediliyordu.

İşte yukarıdaki satırlarda da gördüğünüz gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra tek parti dönemi bitene kadar halkımız nice çileler çekmişler.

 Yukardaki alıntıda İslam dinine ait uygulamaların nasıl değiştirilmeye ve deforme edilmeye çalışıldığı görülüyor.

Artık anlasın ki; Türkiye’de okunan ezan ve yapılan ibadetler Mustafa Kemal sayesinde değildir. Bilakis bu halk direnmeseydi, şu an ucube bir ezan ile saçma sapan uygulamalar ortaya çıkacaktı.

Çekilen çilelerin baş mimarlarının kimler olduğu bellidir.

Bu milleti kimse kandıramaz, artık bu millet yavaş yavaş gerçekleri öğreniyor.

Gerçekler gün yüzüne çıktıkça da bu halk kimin ne olduğunu gayet iyi anlayacak.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (7)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.