Efendim, hikâyeye göre; bir sabah fındık faresi uykusundan uyanır. Tatlı bir yorgunlukla gerinirken, yuvasının önünde şahane bir peynir parçası görür.
Ama öyle bir peynir ki, farenin rüyasında bile göremeyeceği kadar güzel ve çekici. Hem ulaşılması çok kolay bir yerdedir, hem de tamamen korunmasız…
Birden düşünmeye başlar küçük fare:
“Sabah sabah bayram değil, seyran değil… Bu peynir nereden çıktı şimdi?”
Mesafe kısadır, üstelik elde edilecek ödül de oldukça büyüktür.
Ama fare kendi kendine mırıldanır:
“Bu işte bir insan yeneği (bit yeneği) olabilir.”
Ve tabiri caizse, peynire “balıklama” atlamaz.
Küçük fare, ayran delisi gibi koşarak peynir kalıbına saldırmaz. Çünkü büyüklerinden sık sık “Bedava peynir ancak fare kapanında bulunur” atasözünü duyarak büyümüştür.
Ayrıca doğuştan sahip olduğu sezgileri de bu işin içinde bir tuzak olduğunu kendisine hatırlatmaktadır.
Hikâyemizdeki fare, fare iken, temkinli bir davranış sergileyerek peynir parçasına atlamazken; nasıl oluyor da insanoğlu, çoğu zaman rastladığı ilk peynir tenekesine “jump” diye atlayıveriyor?
Müsaadenizle, bunun temelinde yatan birkaç konuya değinmek istiyorum.
Birincisi: Şükürsüzlük ve Tamahkârlık
Bulunduğu duruma şükret(e)meyen insan, hep daha fazlasını ister.
Daha fazlasına erişebilmek için ise, çoğu zaman sahip olduğu değerlerden taviz verir; üstelik büyük riskleri de göze alarak.
Kolay yoldan zengin olma, kolay yoldan ünlü olma, kolay yoldan mevki sahibi olma uğruna alınan riskler, birçok insanın hayatını karartmaktadır.
Tamahkâr insanlar, ellerindekilerle yetinmeyip daha fazlasına sahip olmak için dinlerinden, inançlarından, kültürlerinden, hatta benliklerinden fedakârlık yaparlar.
Ancak çoğu zaman amaçlarına ulaşsalar bile mutluluğu yakalayamazlar.
Atalarımız bu durumu çok güzel özetlemiştir:
“Tamahkâr ile sahtekârın yolları her zaman bir yerlerde kesişir.”
Örneğin, biraz parası olan bir tamahkâra bir sahtekâr gelir:
“Senin paranla şu ticareti yapalım, paranı beşe, hatta ona katlarız,” der.
Bizim tamahkâr da düşünmeden kabul eder ve parasını sahtekâra kaptırır.
Yani yukarıdaki fare kadar bile temkinli davranamaz.
İkincisi: Yetiştirilme Tarzımızdan Kaynaklanan Sorunlar
Ülkemiz insanı, çocuklarını saksıdaki çiçek gibi büyütmektedir.
Çocuk, “adam olacak” yaşa gelene kadar ihtiyaç duyduğu her şey anne ve babası tarafından karşılanır.
Bu şekilde büyüyen çocuk, 25 yaşına geldiğinde hedefi, amacı, yönü olmadan kalır hayatın ortasında.
Bu durum, hayvanat bahçesinde büyütülmüş bir aslan yavrusunun ansızın ormana salınmasına benzer. Doğal yolla hedeflerine varacak direnci ve beceriyi edinemeyince, kolaycılığa ve hazıra konmaya meyleder; farkına varmadan da etraftaki sahtekârların kurduğu binlerce ‘peynir tenekesinden’ birine düşüverir.
Halbuki çocuklarımıza küçük küçük hedefler göstererek, bu hedeflere ulaşmanın her zaman bir bedeli olduğunu öğretmeliyiz.
Üniversiteye hazırlanan bir gence, ödemesi gereken bedelin çok çalışmak ve uykusuz kalmak olduğunu;
Atletizmde birinci olmak isteyen bir öğrencinin ödeyeceği bedelin ise ter dökmek olduğunu anlatmalıyız.
“Anneeee, ben susadım!” diye bağıran bir çocuğa da, bu isteğin bedelinin mutfağa kadar gitmek olduğunu öğretmeliyiz.
Üçüncüsü: Hayatın Temel Gayesinden Uzaklaşmak
Son olarak, insanlarımızın hayatın temel gayesinden uzaklaştıklarını görüyorum.
İnsanlar dünyaya bir amaç için gelmişlerdir.
Hiçbir insan bu dünyaya zengin olsun, ünlü olsun ya da makam-mevki sahibi olsun diye gönderilmemiştir.
Efendim, Dünya, yan gelip yatma yeri değildir.
Biz bu dünyaya rastgele bırakılmadık.
Her birimiz, yeryüzüne bir iz, bir nefes, bir davet için gönderildik.
Gayemiz; kulluğu yaşamak, tebliği taşımaktır.
Kulluk, Yaradan’a yöneliştir; tebliğ ise o yönelişin insana yansımasıdır.
Birinin kökü gökte, diğerinin dalları yerdedir.
Biri gönlü besler, diğeri gönülleri yeşertir.
İyi bir kul olabilmek, zengin olmaktan, ünlü olmaktan, makam sahibi olmaktan çok daha yücedir.
Çünkü servet biter, şöhret solar, makam gider;
ama ihlâsla yapılan kulluk kalır, bir dua gibi göğe yükselir.
Ne yazık ki, nice insanlar peynir tenekelerine atlayarak, bir ömürlük huzuru birkaç dakikalık menfaate değişiyorlar.
Oysa bilmezler ki, her şeyin bir bedeli vardır.
Ve en ağır bedel, sonsuz hayatın hesabıdır.
Dünya bir konak, biz misafiriz.
Gün gelecek, bu uzun yolculuğun sonunda, herkes kendi ektiğini biçecek.
O gün geldiğinde, elimiz boş kalmasın, kalbimiz mahcup olmasın.
Unutmayalım:
Kulluğumuzu ihmal edersek, tebliğimizi eksiltiriz;
tebliğimizi unutsak, kulluğumuzu eksiltiriz.
İkisi bir bütündür — biri bizi Allah’a, diğeri insanlığa bağlar.
Rabbim bizleri, hem kulluğunda sâdık, hem tebliğinde gayretli kullarından eylesin.
Ve dünyadaki peynir tenekelerine değil, ebedî sofralara talip olanlardan kılsın.
Sağlıcakla kalın.