ŞEFAAT İSTENİR Mİ ?

Prof. Orhan ÇEKER

FATİH KUT: Şimdi de şefâat konusuna geldik. Evet Sayın Hocam, şefâat nedir?

PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Evet bir de şefâat konusu var. Ona da çok çatıyorlar, karşı çıkıyorlar. Şefâat yok, diyenlerden tutun, “Şefâat Ya Resûlellah” dediğin zaman, “hah müşrik oldun, kafir oldun”, diyenler var. Şimdi bu konuyu yine püf noktalarına temas ederek îzâh etmeye çalışalım.

“Şefâat Ya Resûlellah” diyen insan acaba şirke girer mi? Öncelikle şunu belirtelim : “Şefâat Ya Resûlullah” derken izah isteyen iki tane mesele var:

Bir, Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve's-Selâm vefat etmiş iken kendisine “Yâ” diye nida edilebilir mi?. İki, Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve's-Selâm’dan şefâat istenir mi meselesi? Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam vefat etmişken kendisine nida edilmesinin caiz olduğu bizim et-Tahiyyat duasında var. Namaz kılan kişi her iki rekatta bir defa Tahiyyat duasını okur. Yani günde 40 rekat namaz kılan kişi 20’den fazla et-Tahiyyat okur. Günde 20’den fazla

  السلام عليك أيها النبى

“Ey Peygamber sana selam olsun”, diyor. Peygamberimize nida etmektedir yani. Peygamberimiz vefat etmiş olmasına rağmen kendisine nida edilmektedir. Eğer Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve's-Selâm’ın vefatından sonra ya da kendi gıyabında O’na nida etmek şirk olsaydı, insanı dinden çıkarsaydı, namaz kılan insanın günde 20’den fazla dinden çıkması gerekirdi ki bunu söylemek mümkün değil. Dolayısıyla et-Tahiyyat duasının delaleti ile rahat rahat diyoruz ki, Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’a buradan veya dünyanın neresinden olursa olsun nida etmek,

 السلام عليك أيها النبى

“Ey Peygamber sana selam olsun” demek caizdir, insanı şirke götürmez. Üstelik bu dua ile O’na selam da veriyoruz. Burası da ilginç. Hatta namazda et-Tahiyyat’ı okumak vacib olduğuna göre Peygamberimize nida etmek vacibdir de diyebiliriz. Mesele gayet açık yani. Bundan başka bir de şahısla tevessül bahsinde vereceğimiz bir hadis-i şerif var (İbn Mâce, İkametu’s-Sala : 189). Orada Peygamberimiz, kendisine gıyaben “YA” diye nida edilmesini istiyor.

Şimdi gelelim Peygamberimiz’den şefâat istenir mi, meselesine. Diyorlar ki ‘şefâat sadece Allah’tan istenir. Allah müsaade etmeden hiç bir şey olmaz. Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’dan şefâat istemek şirktir’. Biz zaman zaman bunlara deriz ki ; bir meselenin, esas hükmünü ölçen ve belirleyen o püf noktayı (illetini) bilemezseniz ölçtüğünüz, biçtiğiniz bütün şeyler ve sonuçları yanlış çıkar. Mesela metre yüz cm.dir. Sen metreyi 75 cm. olarak alırsan ne ölçersen ölç, yanlış ölçersin, yanlış sonuç alırsın. Herkesin mesela diyelim ki 100 m. dediği yere, sen 125 m. dersin. Bizim fıkhî meselelerde bu ölçü yanlışlığına çok dikkat çekilir. Çünkü dikkat etmezsen hem kendin saparsın, hem de seni sevenleri saptırırsın. Bu şefâat meselesinde de püf noktasını tesbit yanlışlığı yapıyorlar. Bakın nasıl ?

Püf noktasını söylüyorum : Şefâat yetkisini istemek ayrı şeydir. Yetki verilmiş birinden şefâat istemek ayrı şeydir. Bunu tekrar ediyorum, çünkü püf noktası burası. Yani “Ya Resûlullah bana şefâat et” derken, “Ya Resûlellah bana şefaat yetkisi ver de ben de başkasına şefâat edeyim” anlamını çıkarmak yanlıştır. Doğrusu, “Ya Resûlellah sana şefâat yetkisi verilecek beni de unutma”, anlamıdır.  Şimdi olayı dağıtmadan tekrar edeyim. Şefâat etme yetkisini istemek ayrı şey, yetki verilmiş bir kimsenin yardımını istemek ayrı konudur. Siz eğer şefâat yetkisi ile ilgili delilleri, şefâat etme olayıyla ilgili olarak kullanırsanız ortalığı tamamen darmadağın etmiş olursunuz. Sapmış da olursunuz., saptırmış da olursunuz. Şefâat etme yetkisiyle ilgili delilleri yetki konusunda kullanacaksınız. Yetki verilmiş bir insanın şefâat etmesiyle ilgili delilleri de kendi noktasında kullanacaksınız. İşte yanılınan, yanlış yapılan püf nokta burasıdır. Yani şefaate karşı çıkanlar, şefaat yetkisi ile ilgili delilleri, yetki verilmiş birisinden şefaat etmesini isteme konusunda kullanıyorlar. Hata burada yapılıyor. Dolayısıyla “Şefâat Ya Resûlellah” diyen insan “Ya Resûlellah sen bana şefâat yetkisi ver de ben de başkasına şefâat edeyim” demek istemiyor. Öyle diyen, düşünen yok. Ama şefâate karşı çıkan böyle değerlendiriyor. Ters taraftan giriyor meseleye. Halbuki Peygamberimizden şefâat isteyen kişi “Ya Resûlellah sana şefâat etme yetkisi verilecek, o zaman beni de unutma” demek istiyor. Bunun böyle olduğu apaçık dururken hala Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den yetki isteniyormuş gibi konuyu takdim etmek bir bakıma şeytanlığın / canbazlığın da bir başka uygulamasıdır.

Şimdi gelelim meselenin çözümüne. Şefâat yetkisi sadece Allah’tan istenir. Çünkü şefâat etme yetkisini sadece Cenâb-ı Hakk verir. Cenâb-ı Hakk’ın dışında hiç bir güçte, hiç bir insanda bu yetki ve imkan yoktur. ALLAHtan gayrısı böyle bir imkana sahip değildir. Bu da ALLAHın uluhiyyetinin gereğidir. Bu yetki ve imkan Allah’tan başkasında olmadığı için, Allah’tan başkasından istemenin de manasızlığı ve batıllığı ortadadır. Dolayısı ile bir insan şefâat etme yetkisi isteyecekse sadece Allah’tan ister, yetkiyi başkasından istemesi itikaden tehlikelidir. Yani der ki, “Ya Rabbi bana şefâat etme imkanı ver ki ben de başkalarına şefâat edeyim”. Bu doğru bir istektir. Çünkü şefaat yetkisi sadece Allah’tan istenir. Şefaat yetkisini Resûlullah’ Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’dan ya da başka birinden isteyemezsiniz. Apaçık Kur'ân-ı Kerîm diyor ki, “Allah’ın izni olmadan şefâat edecek olan kimdir ?” Bu hüküm belli durur. Zira burada söz konusu yapılan şey, şefâatin kendisi değil, yetkisidir. Gelelim şimdi Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’dan istenen şefâat ne öyleyse ? Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’dan istenen şefâat,  şefâat etme yetkisinin verilmesi değil, kendisine ALLAHtan verilecek şefaat etme yetkisinin, ümmetten ihtiyacı olanlar lehine Resûlullah efendimiz tarafından kullanılması talebidir. Yani “Ya Resûlellah, Allah Teala sana şefâat etme imkanı verecek, beni de unutma” anlamındadır. Peygamberimize bu yetki ahirette verilecektir. Peki Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’a şefâat etme yetkisi verildikten sonra, kendisinden şefâat istenilecek mi? Muhtaç olan insanlar O’nun kendileri lehine şefâat etmesini isteyecekler mi? Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam diyor ki, “Başka Peygamberlere verilmeyen beş şey bana verildi”. Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam sayıyor bunları :

Bir : Şefâat-i uzma bana verildi, diyor. En büyük şafaat demektir. En büyük şefâat hiç bir Peygambere verilmemiş, Peygamberimize verilmiştir.

İki : Yeryüzü bana tümden mescid kılındı. Ümmet-i Muhammed her yerde ibadetini yapabilir ama diğer ümmetler yalnızca belli yerlerde ibadet yapabilirdi. Kilise’de, havra’da şurada burada yaparlardı sadece.

FATİH KUT: Ama biz dağda, kırda, bayırda… her yerde namaz kılarız değil mi Sayın Hocam,

PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Kılarız.

Üç : Savaş ganimeti bana helal kılındı.

Dört : Diğer peygamberler yalnızca kavmine gönderiliyordu. Ben tüm insanlara gönderildim.

Beş : düşmanıma ta bir aylık mesafeden korku salınmakla bana yardım olundu, diyor Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam, ( Buhari,Teyemmüm :1; Salat :56; Ğusl :26). Yani bir düşman ordu toplanıp Peygamberimizle savaşa çıkmaya başladığı an, içlerine korku düşüyordu ve düşmanın morali taa ilk başta bozuluyordu. Bu beş şey diğer Peygamberlere verilmedi. Bizim Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’a verildi.

 Şimdi şefâat-ı uzmaya gelelim şimdi. En büyük şefâat, kıyamette, mahşer yerinde bütün insanlar toplanmış, herkes ne olacağız diye telaşla bekliyorlar. Öyle bir bekleme ki herkes bıkmış, ‘bir an önce hesabımız görülse de ne olacaksa olsa, biz de bu beklemekten kurtulsak’ diyecekler. Çare olarak insanlar Hz. Adem’e koşacaklar “Ey insanlığın babası! Bize şefâat et de hesabımız bir an önce görülüversin, beklemekten bıktık”, diyecekler. Hz. Adem kendisine göre bir mazeret söyleyerek “Ben yasaklanmış bir meyveyi yedim, siz Nuh’a gidin”, diyecek. Hz. Nuh’a koşacaklar. O da bir mazeret söyleyerek “İbrahim’e gidin”, diyecek. Hz.İbrahim bir mazeret söyleyerek gelenleri Hz. Musa’ya gönderecek. Musa Aleyhi's-Selâm bir mazeret söyleyerek onları Hz. İsa’ya yönlendirecek. Hz. İsa da bir mazeret söyleyerek onları Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gönderecektir. Nihayet bütün insanlar Peygamberimiz’den şefâat isteyeceklerdir. O da hesapların bir an önce görülmesi için şefaat edecek, mümin- kafir ayırımı olmaksızın tüm insanlar bu şefaatten istifade edeceklerdir. Herkes istifade edeceği için bu şefaate “Uzma” yani en büyük şefaat denilmiştir. Dikkat edin, burada Peygamberimiz’den istenen şey, başkasına şefâat etme yetkisi isteği değil, Peygamberimize şefaat etme imkanı verilecek, onu insanlar lehine kullanma isteğidir. Yoksa bu insanlar, başkasına şefaat etmek için Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den yetki istiyor değiller. Bir de diyorlar ki bu istek ahirette olacaktır. Dünyada şefaat isteneceğine delil olmaz. Halbuki sahabe, Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’dan hayatta ve dünyada iken şefâat istemişlerdir. Örneklerini biraz sonra vereyim. Bir de bu istek Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hayatta iken olmuş, vefat ettikten sonra bu istek caiz değildir, diyorlar. Her iki iddia da yanlıştır. Şimdi hadisten delilleri getireceğim. Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam hayatta iken de kendisinden şefâat istenmiş, kendisi dünyada yok iken de şefâat istenmiştir. Örnek rivayetler şöyle :

Sahabeden Enes b. Malik, diyor ki, Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’dan kıyamet gününde bana şefâat etmesini istedim. Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam da,

“Evet ben sana şefâat edeceğim” diyor.

 Fakat Enes b. Malik işi biraz kendince sağlama bağlamak istiyor.

“Ya Resûlellah! Kıyamette ben seni nerede bulacağım’, diyor. Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam cevaben diyor ki,

“Beni ilk önce sırat köprüsü yanında ara”. Dikkat edin, Peygamberimiz stratejik noktalarda bulunuyor yani.. Dedim ki,

“Ya orada seninle karşılaşmazsam,”

Buna da Efendimiz cevaben,

“Beni amellerin tartıldığı terazinin yanında ara”, diyor. Yine önemli bir nokta.

“Ya Resûlellah! ya orada seninle karşılaşamazsam”, diye tekrar soruyor. O zaman da :

“Beni Havz-ı Kevser’in yanında ara, Bu üç yerden başka yerde olmam,” cevabını veriyor Efendimiz  (Tirmizi, Kıyamet : 9).

FATİH KUT: Üç tane stratejik nokta. 

PROF. DR. ORHAN ÇEKER:.  Evet, sırat köprüsü amellerin tartıldığı, terazi, mizan ve üçüncüsü Kevser havuzunun başında. Bakınız Enes b. Malik, dünyada iken Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’dan şefâat istiyor ve işi sağlama bağlıyor. Bu rivayetten ayrıca Peygamberimizin ahirette nerede olacağını öğreniyoruz.  Bir başka rivayet daha veriyorum şimdi. (Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, iki yerde geçiyor, bir tanesi I / 350). Rivayet şöyle : Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’a zaman zaman hizmet eden birisi vardı. Her seferinde Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam ona soruyordu.

“Senin de bir ihtiyacın var mı (ki ben karşılayayım)” diyordu. O hizmetçi ;

“Bir ihtiyacım yok Ya Resûlellah” diyordu. Nihayet bir gün hizmetçi ;

“Ya Resûlellah! benim bir ihtiyacım var.” demiş. O ihtiyacını şöyle ifade etmiş.

 أن تشفع لى يوم القيامة

“Kıyamet gününde bana şefâat etmendir.”

Hatta bir rivayette diyor ki :

 “Cennette sana komşu olmak istiyorum”. Peygamberimiz bunun üzerine diyor ki sana bu aklı kim verdi (böyle bir istekte bulun diye sana kim söyledi) ? O adam,

“Bunu bana Rabbim öğretti.”diye cevap veriyor. Bunun üzerine Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam,

“Peki, başka bir istek olmaz mı (bu çok büyük birşey) diyor . Adam bunun üzerine :

“Ya Resûlellah, ben bunu istiyorum” diye cevap veriyor. Nihayet Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam:

“(Eğer başka bir istek olmazsa, bunda ısrar ediyorsan), o zaman çok secde yaparak (namaz kılarak) bana yardımcı ol” diyor.

Bakınız bunda da Resûlullah Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’ın bizzat kendisinden şefâat istenmiştir. Ama dikkat edin, şefâat yetkisi değil, o istenmemiş, Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam’a yetki verildikten sonra, o hizmetçi kendi lehine de şefaat etmesini istemiştir. Zaten bizim de şefaat isterken, istediğimiz odur.  Peki, Peygamberimiz hayatta değilken istenmiş midir?

Şimdi ona geliyorum : Peygamberimizden sonraki eserlere bir bakın, hak yolda olduğu ümmetçe tasdik edilen, hidayet üzere olduğu konusunda hiç kimsenin aksi bir lafı olmayan alimlerimize bakıyoruz. Peygamberimizden şefâat istemişlerdir. Peygamberimizden sonra mesela İmam Azam’ın kasidelerine bakın. Özellikle Kaside-i Nûniye veya Nu’maniyye denilene bakın, baştan sona Peygamberimizden şefâat isteği ile doludur. Bu hem bir örnek hem de bir hatırlatma olsun. Şimdi öyle bir örnek vereceğim ki artık buna insanın teslim olması ve kabul etmesi gerekecektir. Örnek şu : Kur'ân-ı Kerîm’de Tubba’ ismi iki yerde geçer: Duhan (37) ve Kâf (14) sûrelerinde وقوم تبع  Tubba’ın kavmi”, şeklinde geçmektedir. Tubba’ Yemen krallarına verilen bir isimdi. İşte bu Tubba’ların birincisi Yemen’de ordusunu hazırlamış, kuzeye doğru fetihlere başlamıştır. Mekke-i Mükerreme’yi geçmiş, Medine’(Yesrib)’ye kadar gelmiştir. O zaman Medine’deki Yahudi alimler,

“Burası son Peygamberin geleceği yerdir. Burada sakın haa zulüm falan işlemeyesin” diye uyarmışlar. O Yahudiler de oraya göç etmişler, son Peygamber gelecek biz de ona tabi olacağız diye oraya yerleşmişler.

FATİH KUT: Çok ilginç değil mi Sayın Hocam? Yani oraya kadar geliyorlar ama tabi olmuyorlar. 

PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Yaa çok ilginç, iman nasib işidir tabii. Tubba’ iyi niyetli, iyi kalbli birisi olduğu için orada hemen fütûhatına son vermiş ve Peygamberimize verilmek üzere bir de mektup yazmıştır. Hani şimdi kutlu doğum haftalarında Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mektup yazılıyor ya, benim bildiğim ilk mektup Tubba’ tarafından yazılmıştır. Tubba’ biraz sonra içeriğini okuyacağım o mektubu yazmış, altına da mührünü vurduktan sonra  Medine yerlilerinden birisine vermiş ve ona :

“O Peygamber sen hayatta iken buraya gelirse, bunu bizzat kendin ver, yok sen ölürsen çocuklarına  vasiyet et, onlar versinler. Onlar ölürse, onların çocukları… ulaştırsın” demiş o emanetçi kişiye. Yani elden ele bu mektubu son Peygamber, ahir zaman Peygamberine ulaştırın, diye vasiyet etmiş ve geriye dönmüştür. Geriye dönerken gene Mekke’ye uğramış, Kabe’ye örtü giydirmiştir. Kabe’nin siyah örtüsü adetinin Tubba’dan kalma olduğu söylenir. Tubba’ Mekke’de hacılar için evler de yaptırmıştır. Hacca gelenler burada bedava kalsınlar diye ilk ev vakfiyeleri belki de bu evlerdir. Tubba’ sonra Yemen’e dönmüştür.

Şimdi bu mektup ne oldu ? Oraya geliyorum. Bu mektup kitaplarımızın kaydına göre, tam 1000 (bin) sene sonra Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam Medine’ye hicret edince Peygamberimiz’e bu kıymetli emanet / mektup teslim edilmiştir. Hatta Peygamberimiz Aleyhi's-Salâtu ve’s-Selam bu mektubu bir mucize eseri olarak bizzat kendisinin istediğine dair rivayetler var. Biraz sonra bu hususu anlatayım. Peki bu mektupta neler yazılı ?

 إلى محمد بن عبدالله نبي الله ورسوله، خاتم النبيين ورسول رب العالمين صلى الله عليه وسلم. من تبع الأول أما بعد، فإني آمنت بك وبكتابك الذي أنزل عليك، وأنا على دينك وسنتك، وآمنت بربك ورب كل شيء وآمنت بكل ما جاء من ربك من شرائع الإسلام، فإن أدركتك فبها ونعمت، وإن لم أدركك فاشفع لي ولا تنسني يوم القيامة، فإني من أمتك الأولين وبايعتك قبل مجيئك، وأنا على ملتك وملة أبيك إبراهيم عليه السلام

Tubba’ Peygamberimizin adını hürmeten kendi adından önce yazıyor. Diyor ki,

“Allah’ın Nebisi ve Elçisi, Peygamberlerin sonuncusu Rabbü’l-aleminin Elçisi Abdullah oğlu Muhammed’e Tubba’ I’den”. “EMMA BA’DU : Ben sana da, sana indirilen Kitab’a da iman ettim. Ben senin dinin ve sünnetin üzereyim ve Sen’in de her şeyin de  Rabbine iman ettim. İslam şeriatı / dini olarak Rabbinden sana ne geldiyse hepsine iman ettim. Ben bizzat sana yetişirsem ne kadar güzel, ne mutlu bana. Eğer sana yetişemeyecek olursam, Kıyamet gününde bana şefâat et ve beni unutma. Çünkü ben Sen’in ümmetinin ilklerindenim. SENin gelişinin (bin sene) öncesinden sana biat ettim. Ben SENin dinin ve  baban İbrahim’in dini üzereyim”.

FATİH KUT: Yani bu kralın, Peygamber Efendimiz hakkında bilgisi varmış aslında Sayın Hocam ?  

PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Evet Yahudilerden o bilgiyi almış. Yahudilerdeki bilgi de ne kadar açık bir bilgi. Bakınız, Peygamberimizin gelişinden bin sene önce, Peygamberimiz hayatta değilken Tubba’ Peygamberimiz’den şefâat istiyor, (şefaat etme yetkisi değil tabii ki). Hem de bu mektubu, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem en son Ebu Leyla isminde birinden

“Sen, yanında Tübba’ I’in mektubu olan Ebu Leyla mısın ? (Evet, cevabını alınca ) “Ben Muhammed’im o mektubu bana getir, ver” diyerek emaneti elinde bulunduran Ebu Leyla’dan bizzat Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendisi istemiştir. Bu mektub bizim kaynaklarımızın pek çoğunda yer almaktadır. (Örnek olarak bkz : İbn İshak’tan naklen Kurtubi, Tefsir, Duhan suresi 37. ayet tefsiri ; Halebi, es-Sira, Beyrut,1400, 2 / 279… ) Hiçbir İslam alimi “Böyle bir istek caiz değil, peygamberimiz yokken şefâat istenmez”, şeklinde bir itirazda bulunmamıştır.

FATİH KUT: Son cümlesi çok önemli değil mi Sayın Hocam? “Beni unutma” diyor.

PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Evet “Beni unutma” ve “Bana şefâat et” diyor. Peygamberimiz dünyada yok iken kendisinden şefaat istenmiştir. Dolayısıyla biz şimdi Peygamber Efendimiz yokken “Ya Resûlellah! Bana şefâat et” desek, hiç mi hiç şirkle ilgisi olmaz. Bu istek sahih iman ve sünnetle uyumludur. Sahabe bizzat Peygamber Efendimizden şefaat istemişlerdir. Peygamber Efendimiz’den de bu mektuptaki ifadeleri nahoş gördüğü yolunda birşey nakledilmemiştir. Ümmet içerisindeki hiç bir alim de bu mektuba bu yönü ile itiraz etmemiştir.  

FATİH KUT: Şefaat isteyen istesin değil mi Sayın Hocam ? İstemeyen de kendi düşünsün. 

 PROF. DR. ORHAN ÇEKER: Öyle tabii. Şirktir falan diyenler ayağını denk alsın. Şirk olmadığı halde birine müşriksin demek, ne demek? Muvahhid olan kişiye sen müşriksin diyorsan, şirk kendine döner. Kendin bu sefer nursuz, niyazsız hale gelirsin. Zaten bu tiplerin yüzünde namaz nuru bile görünmüyor. Halbuki namaz kılıyorlar.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.