Şii-Sünni ayrışması, Türk-Kürt ortaklığı

xxx65566

Herkes özerk olacaksa Irak diye bir ülkeden söz etmek mümkün mü? Bu çözülme Türkiye'ye nasıl fatura edilecek? Sünnilerle Kürtler, Türkiye ile Kürtler arasında yeni bir dayanışma mı şekilleniyor? Daha doğrusu, Türk-Kürt çatışmasının yerine Türk-Kürt ortaklığı mı alacak?

Bu soruların cevabı önemli. Neden mi?

Bağdat'taki iktidar krizi, Şii-Sünni ve Kürtler arasında işgal sırasından yaşananlardan daha tehlikeli bir çözülmeye kapı aralıyor. 2003 yılından bu yana, "bu ülke bölünür mü" tartışması yaptık. İşgal sırasında fiziki bir bölünme yaşanmadı. Ama zihinler ve kalpler hiç olmadığı kadar uzaklaştı.

Iraklı olma bilinci yerine Şii olma, Kürt olma, Sünni olma bilinci yerleşti. Devlet olma yerine grup olma, cemaat olma bilinci oluştu. Bağdat merkezli birleşik Irak yerine, her siyasi yapının özel hedefleri öne çıktı.

Ama bir şekilde işgal sırasında, askeri güçle de olsa ülke birarada tutuldu. ABD çekilir çekilmez, ikinci gün kriz patlak verdi. Sünni lider ve Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Tarık Haşimi hakkında, terör ithamıyla tutuklama kararı çıkartıldı. Maliki yönetimi, Haşimi'nin korumalarının iddiaları üzerinden Sünni lideri tasfiye etme fırsatı oluşturdu.

Kuzey Irak'a, Kürtlere sığınan Maliki'nin çarpıcı sözleri var. Nuri el Maliki'nin tek adamlığa oynadığını, Saddamlaştığını, kendisine yapılan uygulamanın bir süre sonra Kürt liderlere de yapılacağını, Maliki yönetiminin kendilerinden başka herkesi tasfiye etmek istediğini söylüyor.

Irak Başbakanı'nın bölgesel konjonktürdeki değişime paralel biçimde giriştiği yeni uygulamalar, şüphesiz yeni düşmanlıkları, yeni ayrılıkları ve yeni ortaklıkları işaret ediyor. Haşimi'nin açıklamaları, özellikle özerkliğe vurgu yapması da aslında aynı şeyleri gösteriyor. Maliki ekibinin, Şii gruplar arasındaki iktidar dağılımı dışında güç paylaşımına yanaşmaması, Sünnileri ve Kürtleri başka arayışlara iterken Haşimi'nin sözleri sanki olacakları haber veriyor.

Irak'ın iç iktidar kavgaları elbette, kimlik eksenli çatışma endişesi açısından, çok önemli. Ancak gelişmelerin Türkiye ve bölgeye ilişkin boyutları çok daha önemli. Geçtiğimiz hafta, bu endişeye dikkat çekerken yeni bir dayanışma hattının inşasından söz etmiştik. Şöyle:

Suriye odaklı bir dizayn daha doğrusu dayanışma çizgisi güç kazanıyor. İran-Suriye-Hizbullah direnç hattına yönelik saldırılar Şam yönetimine odaklanmışken, aynı anda İran'a saldırı kampanyaları artmışken bu hattın aralarındaki dayanışmayı güçlendirdiğini görüyoruz. İran-Suriye-Hizbullah hattına şimdi de Irak ekleniyor. Tahran, Şam'ın düşme ihtimaline karşı Şam'dan daha güçlü bir kalkan olacağını hesapladığı Irak'ı kuruyor. Artık bölgede İran-Irak-Suriye ve Hizbullah dayanışması gibi, eskisinden daha güçlü bir hat var.

Maliki'nin Suriye ile ilgili açıklamalarına, yer yer Türkiye'yi eleştirmesine ek olarak Bağdat'la Tahran arasında son iki aylık yakınlaşmayı, özellikle de askeri anlaşmaları izleyelim. Batı'dan gelen tehdit rüzgarlarına karşı İran eksenli direnç şu an için güç kazanmış görünüyor. Suriye'ye olası müdahalenin karşısında nasıl bir güç oluştuğunun resmidir bu.

Haşimi'nin korumalarının "itiraf"larında Türkiye'ye dikkat çekmelerinin, Türkiye'de eğitim aldıklarını iddia etmelerinin hikmeti bu olsa gerek. Türkiye'nin Suriye konusunda en açık pozisyonu alan ülke olması, Haşimi ile güçlü ilişkilerinin bulunması, Bağdat'taki tiyatronun asıl hedefinin Türkiye olduğu gibi bir sonuç da doğuruyor.

2011 yılında, Türkiye ile İsrail arasındaki gerilimin şu sonuçlarına tanık olduk: Ankara, İsrail'i bütün bölgede tecrit etme yolunda adımlar attı. İsrail ise, Türkiye'nin etrafında adeta duvar örmeye girişti. Fransa, Almanya, Yunanistan, Ermenistan, Romanya, Bulgaristan gibi ülkelerle askeri anlaşmalar, ittifaklar imzaladı. Bütün bu ülkelerin Türkiye'nin etrafında olması, bir nevi "çevreleme" stratejisine işaret ediyordu.

Benzer bir durum bu sefer bölge ülkeleri tarafından inşa edilmek isteniyor sanki. İran, Irak, Suriye ve Lübnan ekseni, Türkiye'nin Güney'le bütün bağlarını kesecek hal alıyor. Suriye kapısının kapanmasıyla Ürdün-Irak alternatifini öne alan Türkiye'ye karşı Bağdat ticari engeller çıkarıyor.

Burada dikkat çeken konu; İsrail'in çevreleme stratejisiyle bölgesel direnç hattının girişimlerinin birbirini tamamlar mahiyette olması. Ne garip bir tesadüf!

Süreç böyle devam edecekse gelinecek nokta şudur: Irak'taki kimlik eksenli çözülme bütün bölgede ayrışmalara neden olacak. Sünni Araplar ile Kürtler yakınlaşacağı gibi, Türklerle Kürtler "çatışma"dan "ortaklığa" yönelecek. Bu da bölgesel güç dinamikleri açısından sarsıcı olabilir!