Dört gün önceki yazıda, bizzat kendim için, "Dinleme var mı?" diye sormuştum.
Başbakan'a hitaben, köşeli arzuhal ile.
Soruyu, başta meslektaşlarım, hemen herkese de tavsiye etmiştim.
Hayat bu.
Ertesi gün "Soru" kocaman oluverdi.
Başbakan'a hitaben, köşeli arzuhal ile.
Soruyu, başta meslektaşlarım, hemen herkese de tavsiye etmiştim.
Hayat bu.
Ertesi gün "Soru" kocaman oluverdi.
Şimdi, eline geçen her "dinleme"yi paldır küldür yayınlamış (ve yayınlayacak) birileri "Watergate" diye bağırıyor...
İktidarı koruyacağım diye çırpınan başkaları da "Dinlemeye takılan laflara bak" diyor.
İktidarı koruyacağım diye çırpınan başkaları da "Dinlemeye takılan laflara bak" diyor.
Bir bakanı tehdit de ederek kağıt, karton fabrikası pazarlığı yapan meşhur yayın yönetmeni, telefon konuşmaları dinlenip de sızdırılınca hem "iletişim özgürlüğü" diye öfkelenmiş, hem de biraz sıkılıp "Artık biz de dinleme yayınlamayacağız" demişti.
Fakat iğne bu.
Acısı hemen geçiyor.
Çuvaldız yine haşin ellerde yerini alıyor. Başkasına batırmak üzere.
O dönemde, yönetim kurulunda bulunduğum Türkiye Gazeteciler Cemiyeti iki vahim, rezil boyuta da dikkat çekmişti:
1. Telefonların (yasadışı) dinlenmesi ve teşhiri;
2. Gazeteci kimliğiyle, bir yayın yönetmeninin iş takibi, bakanla konuşma üslubu, konuşmada dönemin başbakanı için de tehditkar ifadeler kullanması. (Hoş, o tıynette bakanlar, başbakanlar en has kankalarını da tehdit edenler, imtiyaz isteyenler, şantajımsı haber yapanlardan itinayla seçtiler!)
Fakat iğne bu.
Acısı hemen geçiyor.
Çuvaldız yine haşin ellerde yerini alıyor. Başkasına batırmak üzere.
O dönemde, yönetim kurulunda bulunduğum Türkiye Gazeteciler Cemiyeti iki vahim, rezil boyuta da dikkat çekmişti:
1. Telefonların (yasadışı) dinlenmesi ve teşhiri;
2. Gazeteci kimliğiyle, bir yayın yönetmeninin iş takibi, bakanla konuşma üslubu, konuşmada dönemin başbakanı için de tehditkar ifadeler kullanması. (Hoş, o tıynette bakanlar, başbakanlar en has kankalarını da tehdit edenler, imtiyaz isteyenler, şantajımsı haber yapanlardan itinayla seçtiler!)
Ancak ikinci "mazruf" ise, birinci asla "zarf" değil.
Her ikisi de içerik, öz, esas.
Her ikisi de içinde debelendiğimiz sistemle yüzleştirir.
Yasadışı (şantajcı) dinlemeler bir yanda; etik, meslek dışı, ahlak dışı, hukuk dışı bağlantılar, pazarlıklar, menfaatler, tezgâhlar öte yanda. Aynı anda.
Bizi, esasında cumhuriyet olmayan cumhuriyet ile, esasında demokrasi ile alakasız demokrasiyle, esasında hukuktan azade hukuk devletiyle, esasında vicdan özgürlüğünden kopmuş basın özgürlüğüyle...
Sistemin tüm ikiyüzlü, tüm bayağı ve aşağılık işleri ve kişileriyle tanıştırır.
"Dinleme var mı?" sorusu artık toplumsallaştı, siyasileşti, vahimleşti, skandallaştı.
Sorunun muhatabı hükümet.
Muhatabı ve sorumlusu, Milli İstihbarat, Emniyet, Jandarma (Silahlı Kuvvetler) gibi resmi "istihbarat ve dinleme, izleme" birimlerinin başı sayılan Başbakan.
Haberdar olup olmaması, hakim olup olmaması tali mesele.
Soru eksik sorulmamalı:
Sivil ve askeri tüm hukuksuzluk ihtimallerini (ciddi ihtimaller) içermeli.
Soru, tipik ortak refleks olan çifte standarttan, tipik siyasi, bürokrat, gazeteci refleksi olan yaranma, yamanmadan arındırılmalı; ısrarla, muhatabı tüm kurumlar için sorulmalı.
Türkiye'de bu işin çivisi de oku da çıktı.
Çünkü, ellerine teknik imkân geçirenlerin bazıları, devletteki iç savaşları da, toplumla hesaplaşmaları da, konuşan, yazan, çizen, siyaset yapanlara dönük dosya, şantaj, itibarsızlaştırma cephaneliğini de, cemaatçilik veya çetecilikleri de "dinleme" furyasına yapıştırdı.
Sivil ve askeri... varsa, kanunsuz dinlemelerin üstüne gidilmeli, ciddi temizlik talep edilmeli.
Tüm telefon şirketleri de, Telekom, Turkcell, Vodafone, Avea... evet hepsi bu meselenin telefonlarla ilgili kısmında, kamuoyuna net ve doğru açıklama yapabilmeli.
Hukuksuz kayıt talep edilip edilmediğini, arz edip etmediklerini, cüzdanına, cebine, evine, özel hayatına ortak oldukları insanların vicdanına da anlatabilmeli.
"Konuşan Türkiye" nin "dinlenen Türkiye" olup olmadığından bize bahsedebilmeli.
İnternet dünyasının elektronik postacıları da!
Sorunun muhatabı hükümet.
Muhatabı ve sorumlusu, Milli İstihbarat, Emniyet, Jandarma (Silahlı Kuvvetler) gibi resmi "istihbarat ve dinleme, izleme" birimlerinin başı sayılan Başbakan.
Haberdar olup olmaması, hakim olup olmaması tali mesele.
Soru eksik sorulmamalı:
Sivil ve askeri tüm hukuksuzluk ihtimallerini (ciddi ihtimaller) içermeli.
Soru, tipik ortak refleks olan çifte standarttan, tipik siyasi, bürokrat, gazeteci refleksi olan yaranma, yamanmadan arındırılmalı; ısrarla, muhatabı tüm kurumlar için sorulmalı.
Türkiye'de bu işin çivisi de oku da çıktı.
Çünkü, ellerine teknik imkân geçirenlerin bazıları, devletteki iç savaşları da, toplumla hesaplaşmaları da, konuşan, yazan, çizen, siyaset yapanlara dönük dosya, şantaj, itibarsızlaştırma cephaneliğini de, cemaatçilik veya çetecilikleri de "dinleme" furyasına yapıştırdı.
Sivil ve askeri... varsa, kanunsuz dinlemelerin üstüne gidilmeli, ciddi temizlik talep edilmeli.
Tüm telefon şirketleri de, Telekom, Turkcell, Vodafone, Avea... evet hepsi bu meselenin telefonlarla ilgili kısmında, kamuoyuna net ve doğru açıklama yapabilmeli.
Hukuksuz kayıt talep edilip edilmediğini, arz edip etmediklerini, cüzdanına, cebine, evine, özel hayatına ortak oldukları insanların vicdanına da anlatabilmeli.
"Konuşan Türkiye" nin "dinlenen Türkiye" olup olmadığından bize bahsedebilmeli.
İnternet dünyasının elektronik postacıları da!
Türkiye, bilmezden geldiği ama bilinen büyük rezaletiyle yüzleşme fırsatı yakaladı.
Ne yüzsüzlük yapmalı, ne ikiyüzlülük. Özellikle gazeteciler!
Mesele zanlı veya suçlu takibi değil; mesele "cadı avları".
Mesele, devlet içinde (ve gölgesinde) sistemli keneleşme!Böcekleşme!
Hem de öbek öbek, grup grup, cephe cephe!
Ne yüzsüzlük yapmalı, ne ikiyüzlülük. Özellikle gazeteciler!
Mesele zanlı veya suçlu takibi değil; mesele "cadı avları".
Mesele, devlet içinde (ve gölgesinde) sistemli keneleşme!Böcekleşme!
Hem de öbek öbek, grup grup, cephe cephe!