Susurluk sanki farklı mıydı?

xxx78

Ergenekon davası kapsamında son gözaltına almalar ve sonrasında yaşanan gelişmeler bazılarını hazırlıksız yakaladı. Daha önce yalnızca tablonun bir bölümü görünür hale gelmişti; son gelişmeyle tablonun Susurluk ucu da ortaya çıktı. “Susurluk başkaydı, bu başka” diyenlerin ve Ergenekon'u küçümseyenlerin hiç değilse bir bölümü biraz olsun üslup değişikliğine gitme ihtiyacı duydu.

Bir bölümü ise hâlâ direniyor.

Nerede olduğumuzun kısa bir muhasebesini çıkartmak için burada biraz durmamızda yarar var.

Susurluk'taki kaza ülkemizde bir tür 'devlet içinde devlet' yapılanması olduğunu hepimize göstermişti. Geçmişin pek çok kanlı eyleminde adı geçen bir kanun kaçağı meğer devletin en makbul bildiği ve el üstünde tuttuğu bir kişiymiş... 'Siyaset-bürokrasi-mafya' ilişkisi o gün bugündür biliniyor.

İlişki biliniyor da, aynı ilişkinin daha önce ve daha sonra da etkisini sürdürdüğü neden düşünülmüyor? Susurluk'un bir anlık (ya da bir dönemlik) bir oluşum olduğu mu sanılıyor?

Türkiye'de 'derin devlet' olgusu bir dönemle ilişkili değil elbette. Son 50 yıllık siyasi hayatımıza yeniden göz atmamızı gerektirecek derinlikte etkileri var o olgunun... Devleti kendilerinin çizdiği sınırlar içerisinde tutmayı tek hedef olarak gören bir anlayış, sınırların sorgulanması dönemlerinde böyle durumlar için el altında tuttukları kişiler ve grupları hareketlendiriyordu. Ülkeyi derinden sarsan pek çok siyasi suikast ve kitle hareketi, büyük ihtimalle, o kişi ve grupların eseridir.

Susurluk kazası olduğu için bilgimiz dahiline giren, bir kumarhane sahibini kendi kişisel ihtirasları için yok eden tetikçiler ile patronları, buna göz yumulmasını, göz yuman çevreler adına işledikleri cinayetler sayesinde sağlayabildiler.

Unutmayalım: O dönemin kirli eylemler tarihinde silinmez yere sahip bir 'Susurluk kahramanı', daha geçenlerde, hepimizin gözünün içine baka baka, rakam da telâffuz ederek, çok sayıda insanı öldürdüğünü itiraf etti. Bunu 'vatan için' yaptıklarına inanıyordu o insanlar; 'vatan' deyince akıllara gelen kişiler de, buna karşılık, onların kendi ceplerini doldurmak için işledikleri cinayetlere sessiz kalıyorlardı.

Susurluk'ta ortaya dökülen bilgilerden hareketle pisliklerin temizlenmesini talep edenlerin bugün çekimser davranmaları için hiçbir sebep yok. Susurluk ne idiyse Ergenekon'la kast edilen de aynısı... Dün Susurluk diye ifade edilen bugün Ergenekon olarak karşımızda... Yargı buna bir noktada “Dur” demese aynı oluşum yarın kimbilir hangi isimle karşımıza çıkacaktı?

Türkiye son 50 yıllık çok-partili demokrasi döneminde pek çok siyasi badireler atlattı; demokratik sistemin önünü kesen nice emrivakiyle karşılaştı. Hep aynı senaryoydu aslında sahneye konan: Çok sayıda siyasi cinayet, toplumun hassasiyetlerini kaşıyan birkaç kitle hareketi, medyadan gelen “Nerede bu devlet?” çağrıları ve ardından sökün eden askeri müdahaleler...

Senarist, senaryosu gereği, sahneye sürdüğü tetikçi ve kışkırtıcılara ön hazırlık replikleri yazarken, iki perde boyunca hazırladığı seyircinin karşısına, üçüncü perdede, vatanı kurtarmaya hazır bekleyen üniformalıları çıkartıyordu.

Ülkemizde pek çok kez tekrarlandı bu oyun; çoğunda ikinci perde sonunda istenen sonuç alınabildi, dördünde ise son perde demokrasinin üzerine de inmiş oldu.

“Susurluk farklıydı, bu farklı” demeye devam edenler kendi duruşlarını bir kez daha gözden geçirmeliler...