Tarihi düşmanlık ve “Ermeni’nin bitmeyen kini”

xxxx65

2009 yılı içinde büyük bir "Ermeni Açılımı "yaptık, hem de bütün "açılımlardan daha da önce ama  "henüz bir karış yol alınamadı" denirse doğru bir teşhis olur. O kadar şaşaalı Paris toplantıları ve protokol imzaları ve hatta Hillary Clinton'un  katılımı ile daha da medyatik hale gelmesine rağmen, bütün bu olaylar hiç bir işe yaramadı. Yine başlanılan noktaya gelindi. Hayır, daha da geriye gidildi zira bu arada kardeş Azerbaycan'ı da küstürme noktalarına gelindi.!

Kısa geçmiş ve temel olgular:

Ermeni sorununun geçmişine bakmakta yarar vardır. Selçuklu Türklerinin  onbirinci yüzyılda Anadolu'ya girişi ile Doğu'daki küçük Ermeni Krallığı'nın kalıntıları tarihe karışmıştır.

Daha önce de Bizans İmparatorluğu tarafından yenilgeye uğratılan ve onların idaresine girmiş olan bu krallığın halkı Anadolu'nun çeşitli yerlerine dağılmış ve özellikle ticaret ve sanat ile uğraşabilecekleri büyük şehirlere yerleşmişlerdir.

Selçuklu'dan sonra Anadolu'nun hakimiyeti 700 yıl Osmanlıların idaresine geçmiştir. Bu dönem içinde sanat kabiliyetleri ve yabancı dil bilgileri ile dikkat çeken Ermeniler, "en güvenilir millet" ünvanını kazanarak Osmanlı'ya yakın olmuşlardır. Her türlü mevkide yer almış ve müreffeh bir yaşam sürmüşlerdir.

Ermeniler, Türklerin (Selçuk ve Osmanlı) idaresinde yaşadıkları bin yıllık dönem içinde de her hangi bir katliama veya toplu ceza ve haksızlığa da maruz kalmamışlardır. Kendi tarihleri de bu durumları kanıtlamaktadır.

Buna rağmen, bunca huzura ve ayrıcalıklı duruma rağmen Ermeniler'de gözlenen büyük "düşmanlık hissi"nin kökeninde din farkı ve İslam düşmanlığı yatmaktadır. İslam'ın Anadolu'ya gelişi ile birlikte Ortodoks Ermeni kilisesi İslam'a karşı amansız bir mücadele başlatmıştır. Bu durum halen devam etmektedir. Bin yıl öncesine dayanan halk masallarında bile bu düşmanlık ve kin dile getirilmiştir.

İbretlik bir halk hikayesi:

Mesela "Kerem ile Aslı" gibi çok tanınan aşk hikayesinde (bir Ermeni papazın kızı ile bir Müslüman Türk delikanlısının aşkı ve evlenmek istemeleri olayını ve yaşanan trajedileri anlatır), aslında bu iki dinin ve etnik grubun mücadele ve çekişmesinin acıklı bir hikayesidir. Bu hikayede Ermenilerin inatçılığının, kindarlığının ve kalleşçe intikam alma yöntemleri çok güzel anlatılmıştır.

Ermeniler daha on birinci yüzyıldan itibaren Avrupa'nın çeşitli krallık ve prensliklerini kışkırtarak, Müslümanlar üstüne bir Haçlı Seferi düzenlemeye teşvik etmişlerdir. Bizanslılara da bu konuda yardımcı olmuşlardır.

Yine13. Yüzyılda Avrupa'dan gelen Haçlı Seferlerine bizzat Ermeniler  yardım etmiş, rehberlik yapmıştır. Fransız Kralı da Ermenilere ödül olarak Adana civarında küçük bir bölge "Klikya Krallığı" olarak verilmiş ve bizzat taç giydirmiştir.

Bu kısa ömürlü, küçük  krallığı kendilerine tarihi bir hak gibi gören Ermeniler 1918'den itibaren başlayan Fransız işgali sırasında, Fransız ordusu içinde Çukurova'ya gelmiş ve oradaki Müslüman halka inanılmaz zulümler yapmışlardır. Bunlar ispatlanmış, evraklarla tespit edilmiştir.

Aynı şekilde Rus ordularının Doğu Anadolu'yu işgali sırasında, Ermeni milis çeteleri Türk köylerini basmış, Türkleri işkence ile öldürmüş ve Rus ordularına yolları açmışlardır. Türklerden de gerekli tepki ve savunmayı yapmışlardır.

İşte bütün bu hain davranışlarından sonra Osmanlı hükümeti, Ermenilerin toplu halde bulundukları sınır bölgelerinden ve düşmanla işbirliği yapabilecekleri yerlerden göç ettirilmesine karak vermiştir. Bu yurtiçindeki göç ettirme- Ermeni tehciri olarak bilinmektedir. Ama bu şartlar altında dahi, Osmanlı devletinin, Ermenileri toplu olarak  yok etme kararı veya uygulaması asla olmamıştır. Osmanlı arşivlerinde buna ait tek bir belge yoktur.

Buna rağmen Avrupa'ya kaçan Ermeniler "üç milyon Ermeni öldü" şeklinde yalana dayalı bir propagandaya  başlamışlardır. Ama kısa bir süre sonra "bir buçuk milyon Ermeni öldü" ye çevirmişlerdir.

Kasıtlı olarak ortaya atılan yalanlar üzerinde yeni stratejiler inşaa edilmiş ve iş politik bir intikam planı haline getirilmiştir. Bu konuda misyonerlerin etkisi çok olmuştur.

Günümüzün gelişmeleri:

Bugün en azılı "Türk düşmanı" olan Ermeniler, işte bu diyasporada (yani dış ülkelerde dağılmış bulunan) ve 3. kuşak yani "torunlar nesli" olan Ermenilerdir. Bunlar, "gerçeklerden" ziyade "sürekli abartılı suçlamalar işiterek "yetişen ve bunları sorgulamadan kabul eden bir neslin fanatik düşmanlığını sergilemektedirler. Diyasporadakiler rahat ortamlarda yetişip, "Türk düşmanlığını" adeta bir "tarihi intikam" veya "siyasi bir hobi" olarak geliştirmişlerdir.

Ermeniler, bununla da yetinmemiştir. 1970'li yılların sonlarına kadar Ermeni ASALA terör örgütü, Ermeniler adına 30'un üstünde Türk diplomatını hunharca şehit etmiştir.

1992'de Azerbaycan'ın Hocalı yöresinde Türk köylerine saldıran ve inanılmaz vahşet gösteren Ermeni güçleri bu olayları sadece günümüzden 18 yıl önce gerçekleştirmişlerdir. 1915'te kendilerinin Anadolu'da yaptıklarının aynısı ve hatta daha da kötüsünü 1992'de tekrarlamışlardır. Bugün Azerbaycan'ın yüzde 21 toprağı Ermeni işgali altında bulunmaktadır.

Devam eden hatalar:

Diyaspora Ermenisi zengindir. Lobi faaliyetlerine bağış yapacak güçtedir. Ermeni kilisesi tarafından yönetilir ve organize edilir. Çok sinsice ve özellikle de din kanallarını kullanarak çalışmaktadırlar. Tarihi düşmanlıktan asla vazgeçmemişlerdir.

Birçok yabancı parlamento da "sözde Ermeni soykırımının" olduğunu kabul ettirmişlerdir. Halbuki, Parlamentolar tarih veya araştırma kurumları değildir. Böyle bilmedikleri konularda karar verme yetkileri de yoktur. Siyasi kurumlardır.  Üstelik kendilerine, Ermeni iddialarını doğrulayacak hiç bir gerçek delil de sunulmamaktadır.

Diğer bir gelişme de 2000'li yıllarda,Türkiye'de yaşanmıştır. Bir "özürcüler grubu" ortaya çıkarak, "biz atalarımız adına özür diliyoruz" demişlerdir. Bunların da ellerinde "soykırımı olduğuna dair" hiç bir delil bulunmamaktadır. Neye dayanarak bunu yapmak istedikleri de anlaşılamamıştır.

2008 yılından itibaren, Türkiye, çeşitli "açılım" girişimlerine başlamıştır.  Ermenistan'la, "futbol diplomasisi" işleme konmuştur. Türk Cumhurbaşkanı Ermenistan'ı ziyart etmiş ve birçok toplantılar yapılmıştır. Sonunda Paris'te karşılıkı "protokoller " imzalanmıştır.  Ermeni destekçileri ve Ermeni lobileri bütün bu gelişmelerden memnun olacaklarına, yeniden kıyameti kopartmış, bu gibi olayların kafi olmayacağını vurgulamış ve "tazminat isteklerini" dile getirmişlerdir.

Ermeni Parlamentosu da alelacele yeni bir kanun çıkartarak, yapılacak uluslararası antlaşmaları reddetme veya hiçe sayma hakkını hükümete vermiştir. Kısacası, gelişmelerin "önünü kesmeye" çalışmıştır. Ermenistan'ın anlaşmaya ne kadar uzak olduğu net ve kesin olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Bu sene Nisan ayında yine "tehditler", "talepler", "yalan ve iftiralar", "yıpratma kampanyaları" başlayacaktır. Hatta ABD'de başladı bile... Ama artık bizim olayları ve gelişmeleri doğru okumamız, kendimize yaraşır bir duruş, tavır sergilememiz gerekmektedir.

Dik durmanın ve doğru hareket etmenin zamanı çoktan gelmiştir.