Yanarım yanarım, ona yanarım...

xxxx111

Her geçen gün karşılaşmalarda seyir zevki yükselen Dünya Kupası maçlarını izlerken "Türkiye de burada, Güney Afrika'da yapılan Dünya Kupası'nda olmalıydı" diye iç geçiriyorsanız, yalnız değilsiniz. Her izlediğim maçla, bizim millilerin, öteki ülkelerin milli takımlarıyla, pekâlâ dişe diş mücadele edebileceğini düşünüyorum.

Oysa daha ilk elemede yarışı kaybetti bizimkiler...

Dünya Kupası Güney Afrika'da yapıldığından, maç izlemek için ekran başına her geçişimde, bir başka nedamet hissine kapılmadan edemiyorum: Diyarbakırpor'un Süperlig'teki varlığını 'açılım'ın başarısı için kullanamamak...

Böyle bir düşünceye beni sevk eden, başrollerinde Matt Damon ve Morgan Freeman'ın oynadığı 'Invictus' filmi... Gerçek bir olayı anlatan filmi izler izlemez, "İşte bu!" dediğimi hatırlıyorum.

Ülkenin üç büyük kentinde yapılan Dünya Kupası maçlarında tribünleri dolduran siyahlara bakıldığında Güney Afrika her zaman öyle bir ülkeymiş sanılabilir; oysa bundan 15 yıl öncesine kadar dünyanın pek çok ülkesinin ambargo uyguladığı bir rejime sahipti Güney Afrika... Küçücük bir beyaz azınlık büyük çoğunluğu teşkil eden siyahları, zorla, baskıyla, her türlü yıldırma silâhını kullanarak yönetiyordu.

Devlet kademeleri bütünüyle beyazlardan oluşuyordu ve oy kullanma hakkı yalnızca onlara ait olduğu için, silâhı da bir tek onlar ellerinde tuttuklarından, rejimlerini tehdit edecek hiçbir gelişmeye izin vermiyorlardı. Ülkeyi siyahlar, Hint asıllılar ve beyazlar diye üçe ayırmış, herbirine farklı haklar tanıyarak hep kendileri başta kalıyorlardı.

'Apartheid' (ayrımcı) denilen rejim sayesinde ülkenin sahip olduğu verimli maden yatakları, altın ve elmas, bir avuç Batılı'nın zenginliğine zenginlik katıyordu. Rejime başkaldıran herkes 'terörist' diye yaftalanıyor, silâhlı mukavemet düşünenler sonları orada gelecek biçimde hapse düşüyorlardı.

Ülkeler tarafından uygulanan ambargolar yaygınlaşıp içerideki huzursuzluk isyanlarla ayyuka çıktığında rejimin sürdürülemez olduğu anlaşıldı Güney Afrika'da ve bir şeyler yapılması gerektiğini kör gözler bile gördü. Ama ne?

Sorunun cevabını merak edenler için önemli bir film geçen yılın sonlarında gösterime girdi: 'Endgame' (Sonu getiren oyun)... Pete Travis'in yönettiği, William Hurt'ün başrolde oynadığı filmde, o sırada ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı P. W. Botha'nın çaresizliğini ve çırpınışlarını izleriz. Yönetilemez duruma gelmiş, içte ve dışta sevilmeyen, silâhlı ayaklanmalarla sarsılmış 'ayrılıkçı rejim' ile daha fazla devam edemeyeceğini fark etmektedir Botha; ancak ülkenin esas sahipleri olan 'madencileri' ürkütmemek gibi bir sıkıntısı vardır.

Aaa, bir bakıyorsunuz, "Rejim değişsin" teklifi ve bu yolda girişim bizzat madencilerden gelmiyor mu? 'Consolidated Gold' adlı İngiliz şirketi "İstikrarlı bir Güney Afrika'da çıkarlarının daha iyi korunacağı" düşüncesiyle yeni rejim arayışına girişir. Halkla ilişkilerden sorumlu elemanı tarafları yurtdışında gizlice biraraya getirir. Bir ara görüşmelere yeni Cumhurbaşkanı de Klerk'in kardeşi de katılır...

Rejim değişikliği zorlu bir müzakere süreci ardından böyle gelir Güney Afrika'ya...

Hayatının 27 yılını cezaevinde geçirmiş Nelson Mandela o süreç sonucu serbest bırakılır, yapılan ilk seçimde de çoğunluğu teşkil eden siyahların oyuyla Cumhurbaşkanı seçilir...

Cumhurbaşkanı seçilmesine seçilir Mandela, ama herkesin Cumhurbaşkanı olabilecek midir bakalım?

'Invictus' filmi bu soruya cevap teşkil ediyor işte. Clint Eastwood tarafından çekilen filmde, siyahların lideri olarak başa geçen Mandela'nın ülkedeki bütün hayati alanları ellerinde tutan zengin beyazların da Cumhurbaşkanı olma mücadelesi anlatılıyor. Mandela o yolu kısaltmanın yöntemini bir rugby takımına sahip çıkmada bulmuştur.

Rugby daha çok İngilizler ve etkileri altında tuttukları ülkelerin halkları tarafından sevilen bir erkek sporu... Güney Afrika'da rugby oyunu beyazlar tarafından oynanır, kulüp yönetimi de beyazların elindedir. Ne zaman rugby maçı olsa, stadyumdaki siyahlar, beyaz oyuncuları ıslıklarıyla protesto ederler.

Mandela beyazların elinde olmasına aldırmaksızın rugby oyununu ve kulübü himayesine alır; en yakınlarının karşı çıkmasına rağmen... Her bakımdan destekler kulübü, imkânlarını artırır ve ertesi yıl yapılacak kupa maçlarına en iyi biçimde hazırlanmalarını sağlar. Lig maçlarına kendisini sevenlerin de gitmesini teşvik eder, oyuncuları yüreklendirir...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.