Yaşam Tarzı Operasyonu

Aslan DEĞİRMENCİ

Gezi Parkı olayları Esad’ı aklama, Başbakan Erdoğan’ı yıpratma operasyonuna dönüştü. Ama operasyon çok önceden hayata geçirildi. Sistematik bir şekilde işletildi. Başbakan Erdoğan’ın “Ateist” değil “Dindar” gençlik ifadesi laikleri çıldırttı. Medya ile görüşmeler yapıldı. Sosyal hayatın kısıtlandığına yönelik haberler ardı ardına gelmeye başladı. Toplumda bir korku oluşturulmaya çalışıldı. CHP ise her fırsatta Başbakan Erdoğan’ı Batı’ya şikâyet etmeye başladı.

Karar alınmıştı; bu kez ‘laiklik’ hiç kullanılmayacak, yaşam tarzına baskı teması işlenecekti. 4+4+4 tartışmaları alevlendirildi, velilere seçmeli dersler konusunda baskı yapıldığı gündeme getirildi. İnternetteki yeni düzenlemeler ile birlikte ‘internetime dokunma’ eylemleri organize edildi. Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüellerden büyük destek geldi, konu ansızın ‘cinsel özgürlükler’ e çekildi. Bu konuyu köşesinden işleyen yazarlar, zihniyetlerindeki inanılmaz sapkınlıklarını bir bir kamuoyu ile paylaştı, hükümeti her fırsatta ‘özgürlükleri kısıtlamak’ ile suçladı.

Başbakan Erdoğan’ın üç çocuk önerisi eş zamanlı köşelere taşındı, akıl dışı tepkiler dillendirildi. Batı medyasından da ufak ufak destek alınmaya başlandı. Özellikle İngiltere, Almanya ve Fransa söz konusu gelişmeleri ‘diktatörlük’ olarak dillendirmeye başladı. Eski rejimin artıkları ile söz birliği yaparak Başbakan Erdoğan’ı eleştirmek moda haline geldi, Türkiye’de elit Türkler gücünü yitirdikçe benzer konular manşetlere çekildi. İşbirlikçileri zayıfladıkça saldırılarının dozu da arttı.

Yaşam tarzı üzerinden tartışmalar sürdürülürken, feminist kadınlar ile kürtaj gösterileri başladı… Kürtaj’ın hak olduğunu söyleyen feminist kadınların ‘Kürtaj haktır, Uludere katliamdır’ pankartı altında yürümesi ise dikkatlerden kaçmadı. Ne denli bir kirli propaganda içinde olduklarını anlamak açısından yaptıkları hiçte fena olmadı. Bu kirlilik bile İngiliz, Fransız ve Alman basın-yayın organlarında ilk sayfalara çekildi. Hatta CHP’den destek aldı.

Hükümete ve Türkiye’ye karşı önyargıların artması için hayata geçirilen psikolojik harekât THY’deki kıyafet düzenlemeleri ve “kırmızı ruj yasağı” ile devam etti, alkol düzenlemesiyle tavan yaptı. Yıllardır eski rejim üzerinden beslenen ancak son süreçte vanaların kontrol altına alınmasıyla gücünü yitirmeye başlayanlar “Güç sarhoşluğu” yakıştırması ile sahneye çıktı. Ama asla laiklik denilmiyordu. Ateizmi laiklik diye yutturmaya çalışanlar bile oldukça dikkatli açıklamalar yapıyor, hedeflerine sadece Başbakan Erdoğan’ı alarak ciddi bir strateji yürütüyorlardı. İstanbul’da yapılacak olan üçüncü boğaz köprüsüne Yavuz Sultan Selim adının verilmesinin netleştiğinde ise artık kendilerini tutamıyor, Alevileri de açıkça rencide ederek sınırlarını aşarak ‘firavunluk’ yakıştırmasına sarılıyor, gerilimi yükseltmek adına ellerinden geleni yapıyorlardı. Esad’a destek Erdoğan’a köstek olacak açıklamalarını da sürece yayıyor, Reyhanlı’dan nemalanarak olayı mezhep eksenine sokmaya çalışıyorlardı.

Projenin çerçevesini her geçen gün genişletip, Türkiye’nin Arap ülkelerine model olmasını engellemek için her yolu deniyorlardı. Gezi olaylarına ‘Türk baharı’ diyerek senaryoyu kendi elleri ile deşifre ediyorlardı. Onlar için Türkiye’nin rol model ülke oluşu ve devrimlerin artık Türkiye’den esinlenerek gerçekleştirilmesi fena halde rahatsız edici bir hal almıştı. İçeride güçleri eriyen Beyaz Türkler, laikçiler ve kapitalist sermaye, dışarı da Esad dostları, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik düzeyde yakalamış olduğu yükseliş trendinden ve Arap Baharı treninden rahatsız olanlar tarafından oluşturulan koalisyon ile gerçekleştirilen darbe girişimi…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.