Zayıf Karnelerin Hesabını Sadece Öğrenciler mi Vermeli?

Erol BATTAL

Devlet, vatandaşın can, mal güvenliğini sağlayan; hukukunu, huzurunu adaletle belli hukuk normları çerçevesinde koruyan yapıdır. Devlet işlerinde belli hukuki normlar olmalıdır. Bu normlar olmadığında keyfilik ve adam sendecilik hâkim olur. Ülkelerin anayasaları, yasaları, kurumlarının yönetmelikleri birer norm belgesidir. Bu normların varlığı da hukuksuzluğu, adaletsizliği, keyfiliği ortadan kaldırmaya yetmez; önemli olan, bunların uygulanıp uygulanmadığıdır. Yasalar, varlığına rağmen uygulanmadığında ya da keyfi uygulandığında, ortaya çıkan sorun; yokluğundan daha büyük sıkıntılar doğurur. Balzac’a ait olduğu söylenen, “Kanun, büyük sineklerin delip geçtiği, küçük sineklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağıdır”  yargısı toplumda yer etmeye başladığında, yasa dışı hak aramalar ortaya çıkar ki, bu durum toplumu anarşi ve kaosa sürükleyip devlet mekanizmasını çökertir.

 

Devletler, yasaların, yönetmeliklerin uygulanıp uygulanmadığını ya da hukuka uygun olup olmadığını denetleyen kurumları da oluşturur. Ülkemizdeki Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, HSYK, denetleme ve teftiş kurulları bu manadaki kurumlardır. Ancak bu kurumların oluşma biçimleri ve görevleri nedeniyle halk nazarındaki meşruiyetleri sorunludur. Çünkü bu kurumların büyük kısmının oluşumunu ve görevlerini belirleyenler, darbeler ve darbecilerdir. Şu an ülkemizin en önemli gündem maddesi, bu kurumların yapısıyla ilgili Anayasa değişikliğidir. Varlıklarını bu kurumların çarpıklığına borçlu olanlar, bu çarpıklığın ortadan kaldırılmaması için, bütün güçlerini ortaya koymuş ve güçlerinin son damlasına kadar da mücadele edeceklerdir. Çünkü her hukuksuzluk, birileri için bir ekmek kapısı hatta varlık sigortasıdır. İşgal ettikleri konumlarını hukuksuzlukla elde edenlerin işlemleri de tabii ki hukuksuz olacaktır. Bu makamların işgali konusu, yargıyı etkileyenlere yönelik gerçekleştirilen Seyfi Oktay şahsında duyulan son Ergenekon operasyonuyla daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

 

Hukukun hâkim olduğu yerlerde kurumların sağlıklı, hukuka uygun, denetime açık ve şeffaf oluşu, öncelikle o kurumlarda görev yapanların olumsuz ithamlara maruz kalmadan, onurunu koruduğu gibi, o kurumun işlerinin daha hakkaniyet içerisinde gerçekleştirilmesini sağlayacak, o kurumlardan hizmet alanlarını da mağduriyetten kurtaracaktır.

 

Denetimin olmadığı kurumlarda işlerin hukuka uygun yürümesi mümkün değildir. Bugün bilgisayar teknolojisiyle kurumlar çok daha kolay denetlenebilme, şeffaflaşma imkânına sahiptir. Buradaki tek sorun, bu denetimin ve şeffaflığın istenip istenmediği meselesidir.

 

Kurumların işleyişine standartlar getirmek, aslında demokratikleşmenin de bir adımıdır. Herhalde istenmeyen budur. Standardı olan işlemlerde keyfilik ortadan kalkmakta; haksız güç edinimleri önlenmekte ve insanlar hizmet alırken eşitlenmektedir. Bu sebeple de birilerinin ya da bazı yapıların elde etmiş oldukları haksız güç ortadan kalkmaktadır. Son yıllarda devlet işlerinin yürütülmesinde çeşitli standartlaşma çalışmaları yapılmakta ve bu çalışmaların sonuçlarını da vatandaş yaşamaktadır. Mesela artık memur olmak için insanların kapı kapı dolaşıp şefaatçi aramaları gerekmemektedir. Memur olmak için KPSS’yi kazanmalısınız.  Özellikle Milli Eğitim’de artık tayinin, atamanın, yer değiştirmenin bir standardı vardır ve insanlar bu işlemler için gidip birilerine yalvarmamakta ve rüşvet vermemekte, kimseye de minnet duymamaktadır. Bu işlemin internet üzerinden yapılması da belli bir şeffaflığı sağladığından, insanlar, yapılan işlemi takip edip denetleyebilmektedir. Bu sebeple de burada pek bir yanlışlık yapılamamaktadır. Belki bu konuda sisteme müdahaleye yeltenenler olabilir. Bu da büyük bir bedeli göze almak manasına gelir ki, buna da çok kimse cesaret edemeyecektir. Bu işlemlerin bir standart içerisinde yapılması, vatandaşın işini kolaylaştırmakta ve vatandaşların kurumlara olan güvenini artırmaktadır. Önemli olan, bu standartlaşmayı bütün kurumlara, bütün alanlara hâkim kılmaktır. Eğer hukuk bütün alanlara hâkim kılınmazsa, işlerin ahenkli yürümesi ortadan kalkarak, farklı bir karmaşanın ortaya çıkmasına sebep olur. Bu nedenle standardı ve bunun denetimini hayatın bütün alanlarına şamil kılmak gerekir. Küçük-büyük hiçbir işi, hiçbir kimsenin inisiyatifine terk etmemek gerekir. Birimiz için küçük sayılan bir yanlış, bir başkasının bütün hayatını etkileyebilmektedir. Mesela okullarda karnelerin verildiği bugünlerde, bir öğrencinin bir dersten notunun zayıf olması başkaları için çok küçük bir sorundur, ama o öğrencinin ve velisinin bütün hayatını etkileyebilmektedir.

 

Her yıl karnelerin dağıtılmasıyla birlikte yansıtılan manzaralar aynıdır. Karneleri elinde sevinen, üzülen öğrenci görüntüleri ekranlara yansıtılmakta;  psikologlar, rehberlik uzmanları televizyonlara çıkıp, dersi zayıf olan öğrencilere velilerin nasıl davranması gerektiği noktasında nasihatlerde bulunmaktadırlar. Yine okulların kapanma dönemine gelindi. Aynı görüntüler tekrar verilecek. Öğrencilerin bütünleme sınavlarına, sorumluluk sınavlarına çalışmaları istenecek. Bütün bu öğütlerde, tek sorumlunun öğrenci olduğu da her defasında vurgulanıp farklı düşüncelere asla yer verilmeyecek. Çünkü öğrencinin başarısızlığı kanıtlı, belgelidir. Sınavlara girmiştir ve zayıf almıştır. Bu zayıflar da karnesine yansımıştır. Artık kimsenin söyleyebileceği bir sözü yoktur. Öğrenci ve velisi bunun bedelini ödemelidir. Öğretim faaliyetinin üçüncü unsuru, yani öğretmen bu denklem içerisinde yoktur. Hâlbuki bir yerde bir başarısızlık varsa ve de bir bedel ödenecekse, bu bedel, bu başarısızlığın unsurları eşit olarak paylaşmalıdır.

 

Milli Eğitim Bakanlığı, son yıllarda özellikle Hüseyin Çelik döneminde, eğitimle ilgili birçok yeni uygulamaya imza atmış; eğitimin niteliğiyle ilgili müfredatın değiştirilmesinden, ezberci eğitimden yapılandırmacılığa geçişe kadar köklü değişiklikler gerçekleştirmiş ve teknolojinin eğitimin çeşitli birimlerinde verimli olarak kullanılmasının yolunu açmıştır. Bunlardan en önemlisi, bence şeffaflığı ve adaleti sağlamaya yönelik olduğu için e-okul uygulamasıdır.

 

e-okul uygulamasının en rahatlatıcı taraflarından biri, adrese dayalı kayıt sistemidir. Çocuğu okul çağına gelen veliler için en büyük dert, “Çocuğumu hangi okula kaydettireceğim” kaygısıydı. Çünkü herkes için, “Kendi mahallesindeki okul kötü okuldu.” Ve mutlaka çocuğunu mahallenin dışında, birilerinin iyi dediği bir okula göndermeliydi. Bunun için de şişkin bir cüzdan ve nüfuzlu bir çevre gerekiyordu. Çocuğun okula kaydedileceği yaz için, kimse tatil planı yapmıyordu. Ve bütün yaz tatilini kayıtta torpiller bulmak için uğraşıyordu. e-okul uygulamasıyla, büyük oranda, veliler bu gereksiz telaştan, uğraştan kurtuldular ve kendi mahallelerindeki okula sahip çıkmaya başladılar.

e-okul uygulaması sadece bunun için kullanılmıyor. Öğrencilerin ne zaman sınav olacaklarının, hangi gün okula gitmediklerinin takibi de buradan yapılmaktadır. Çocuğunuzun hangi dersten kaç puan aldığını da buradan takip edebiliyorsunuz.

 

Bu yazının konusunu oluşturan da burasıdır. Öğrencinin kaç puan aldığını sadece öğrenciler ve öğrenci velileri görmüyor; istediği an bu bilgiyi Milli Eğitim Bakanı da görebiliyor. Hatta veliler sadece kendi çocuklarının bilgilerini görebiliyorken, Milli Eğitim yetkilileri bütün okulun bilgilerini görebilmektedirler. Yani tam bir şeffaflık söz konusudur. Bu şeffaflık içerisinde çocuğun başarısızlığı nasıl ki veli tarafından sorgulanmakta ve bu başarısızlığın giderilebilmesi için çeşitli tedbirler alınmakta, öğretmenin de, okulun da başarılı ya da başarısız olduğu gözlemlenebilmektedir.

 

Her okulda çeşitli derslerden başarısız öğrenciler vardır ve bu normaldir. Ve öğrencinin başarısızlığı, öğretmenin başarısızlığı manasına gelmez. Ancak eğer bir sınıfta bir dersten, öğrencilerin yüzde 80’i, yüzde 90’ı zayıf alıyorsa, burada bir sıkıntı var demektir. Aynı sınıfta öğrenciler Biyoloji dersinden yüzde 60-70 başarı gösterirken, Sağlık Bilgisi’nde bu başarı oranı yüzde 15-20’lere düşüyorsa, burada ciddi bir sorun var demektir. Bazen iki öğretmenden biri A sınıfının Matematik dersine B sınıfının da Geometri dersine girmekte ve her iki dersten de başarı oranları yüzde 70-80’lerde olmaktadır. Bir başka öğretmense, bu derslere aynı sınıflarda çapraz girmekte ve aynı öğrencilerin başarısı yüzde 15-20’lere düşmektedir. Buradaki başarı ve başarısızlık mutlaka sorgulanmalıdır. Aynı sınıflardaki bu başarı ve başarısızlıktan biri sunidir, keyfidir. Eğer bir sınıfın öğrencileri bilerek Edebiyat dersinden başarılı, Dil ve Anlatım dersinden başarısızlarsa, burada da bir sorun var demektir. Öğrencileri sınıfta bırakmakla, yazılılarda kimsenin çözemeyeceği soruları sormakla nam yapmış öğretmenler vardır, bunu herkes bilir. Artık bu tür gerçekten eğitime hiçbir faydası olmadığı gibi, birçok mağduriyete de yol açan bu nam salışlara fırsat verilmemelidir.

 

Çocuklarımızın karnelerine buradan da bakarak onlara haksızlık etmeyelim. Bu yazılanlarla muhatap olacak öğretmen sayısı, 700 bin kişilik öğretmen ordusu içerisinde çok azdır. Ancak az sayıdaki bu haksızlıkların önü kesilmediğinden, bunun faturası bütün öğretmenlere çıkarılmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı, teknolojinin de imkânlarından yararlanarak şikayete bağlı olmaksızın bu keyfilikleri soruşturmalı ve sonucunda da gerekeni yapmalıdır. Bütün öğrencilere zayıf vererek, dersini ve kendini önemli kılacağını zannedenlere asla fırsat verilmemeli ve öğretmen camiasının kutsallığına halel getirilmemelidir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.