Zuhr-i âhir (2)

xxx52

Pazar yazısının devamı: Benim de katıldığım "zuhr–i âhir kılınmamalıdır" diyenler de gerekçeleri bakımından iki guruptur:

a) Birinci gruptakiler, şüphenin ibâdeti ifsâd edeceğinden hareket ederek zuhr–i âhiri kılmak mekrûh olur diyenlerdir. Bunlara göre cuma gibi mübârek ve çok sevaplı bir ibâdeti edâ edenler, "bu namaz şu ihtilâf sebebiyle belki sahih olmamıştır" şüphesiyle son öğle namazını (zuhr–i âhiri) de kılarlarsa, cuma namazlarını ifsad ve iptâl etmiş olurlar. Ayrıca bunu gören halk, cuma namazının farz olmadığını, öğlenin farz olduğunu, yahut da bir vakitte ikisinin de farz olduğunu zanneder. İşte bu sebeple zuhr–i âhiri kılmak mekrûhtur.

Bu görüşü İbn Nüceym (v. 970/1563) el–Bahru'r–râık'ta ileri sürmüş, Alâuddin el–Haskefî de (1088/1677) ed–Durru'l-muhtâr'da benimseyerek nakletmiştir.

İbn Abidin de el–Makdisî'ye uyarak şöyle demiştir: "Eğer bu namazı kılmak böyle bir yanlış anlayış ve fesada sebep olursa açıkça kılınmamalıdır; havâs (okumuş yazmış kimseler) bunu evinde kılmalıdır."

Hanefî mezhebinde tercih edilen görüş, Cuma namazının bir yerleşim merkezinde birden fazla camide kılınmasının caiz ve sahih olduğudur.

b) İkinci grupta olan zevat bid'at esasından yürüyerek zuhr–i âhirin kılınmasını meneden ve günah sayanlardır. Şevkânî, Sünen–i Ebû Dâvûd şârihi allâme M. Şemsuddin el–Azimâbâdî, Cemâlüddin el–Kâsımî, Mustafa el–Galâyinî, Ali eş-Şebrâmellisî, M. Reşîd Riza el–Huseynî gibi zevatın içinde bulunduğu bu grubun delilini şöylece hülâsa etmek mümkündür: "Bâtıl olduğunu bilerek cuma namazı kılmak haramdır; cumanın sahih olduğuna inanılıyorsa öğle namazını kılmaya ihtiyaç yoktur; böyle bir namaz (zuhr–i âhir) sahâbe, tâbiûn ve müctehid imamlar devrinde kılınmamıştır; dinde olmayan bir ibâdeti âdet haline getirip ona yamamak bid'attır; bunu yapan günahkâr olur..."

Dört mezheb imamı içinde "zuhr-i ahir kılınmalıdır" diyen birisi yoktur.

Sonuç:

Buraya kadar zuhr–i âhirin lehinde ve aleyhinde olan âlimler ile delillerini arzetmiş olduk.

Bizim kanâatimize göre de zuhr–i âhir kılınmamalıdır. Şüphe ve ihtiyat sebebiyle kılınmasını müdâfaa eden zevata karşı şunları hatırlatmakta fayda vardır:

1. Fıkhın ibâdât, muâmelât ve ukubâta ait her bölümünde müctehidlerin sayısız ihtilâfı, ictihad ve görüş farkları vardır. Müslümanlar —şâyet bizzat ictihad edecek kadar âlim değil iseler— bu ictihadlardan birine uymakla mükelleftirler. İctihadlarına veya tâbi oldukları müctehide (mezhebe) göre yaptıkları ibâdet sahih ise artık başka bir mezhebe ve müctehide göre sahih olmaması onları ilgilendirmez ve ibâdetlerine zarar vermez. Üzerinde ihtilâf edilmiş binlerce meselede bir müctehide tâbi olarak ibâdet ederken sâdece cuma namazında ihtilâfı gözönüne alıp ihtiyata riâyet etmeye kalkışmak lüzumsuz bir davranıştır.

2. Her bid'at bir sünneti öldürür. Bu zuhr–i âhir sebebiyle, cumanın farzından sonra kılınacak namaz arttırıldığı için halk cumanın son sünnetini de terketmeye başlamıştır. Halbuki farzdan sonra sadece iki veya dört rek'at namazın sünnet olduğu anlatılsa ve tatbikat da buna göre olsa, bu sünneti yerine getireceklerin sayısı artacaktır.

3. İhtiyata ancak faydalı olduğu zaman riâyet edilir. Yola çıkacak adam belki yolda yiyecek bulamam diye bir oturuşta ihtiyaten üç öğünlük yemek yese, ihtiyaten doktorun tavsiyesinden fazla ilâç alınsa zararlı olur. Allah ve Rasûlü müslümanları ne ile mükellef kılmış ise onları yerine getirmek, buna bir şey ilâve etmekten kaçınmak ihtiyatın tâ kendisidir.