0 ile O

Üzülerek belirtmeliyim ki, dış görünüşe göre hareket edenlerin önemli bir kısmı, başlığı yanlış okumuş bulunuyor. Burada iki rakam veya iki harf yok. Ne 0 ile 0, ne de O ile O... Doğrusu; 0 ile O.

Bu örneği, ilgi çekmek için verdiğimi sananlar da yanılıyor. İlgi çekmek, aynı zamanda şimşekleri üzerine çekmek olduğundan, böyle bir şeye hiç niyetim yok. Olsaydı eğer, en azından haftada birkaç gün televizyona falan çıkardım. Fakat çıkmıyorum. Hatta televizyona çıkmak yerine, çatıya çıkıp anteni düzeltmeyi tercih ediyorum.

Kuşkusuz, bu satırları biraz daha açmam gerekiyor. Fakat içimden bir ses de şunu söylüyor: "Ben daha öteye geçemem, yanarım."

Melek miyim? Elbette hayır.

Şimdi burada, bu yazıyı yazarken, üslubumuza da dikkat etmemiz gerekiyor. Çünkü o kadar çok alıngan insanla karşı karşıyayız ki, bu durumdan alınmamak mümkün değil... Sanki herkes kendini yanlış anlamaya veya anlatmaya göre programlamış.

Sözgelimi, aklıselim insanların söylediği her şey, hızlı bir şekilde bulandırılmaya çalışılıyor.

Mesela siz, Türkler ile Kürtlerin veya Kürtler ile Türklerin etle tırnak gibi olduğunu, dolayısıyla ayrılmalarının mümkün olmadığını söylüyorsunuz.

Hemen biri çıkıyor ve "kim et, kim tırnak" sorusunu ortaya atıyor. Bir başkası da Türklerin et, Kürtlerin ise tırnak olduğundan dem vuruyor. Demesine göre, tırnak uzadıkça kesiliyormuş!

Bizde "büyük sözü" diye bir şey vardır veya vardı. İşte o büyükler, "Her ağacın bir gölgesi olur" sözünü söylemişler. Yanına da, "Güzel olana gölgesi bile düşmandır" notunu düşmüşler.

"Millet ağacımızın gölgesi Anadolu'dur" dediğimiz vakit, herhalde yanlış bir şey söylemiş olmayız. "Bu güzel vatan" derken de, hemen ikinci atasözü aklımıza geliyor!

Fakat sözün yanına itibar kelimesini de koymamız icap eder. Mesela "Sizinle olan birlikteliğim pazara kadar değil, mezara kadar" diyenlerin sözüne hemen inanmıyor, en azından pazarın geçmesini ve pazartesinin olmasını bekliyorum.

Üslubuna bakarak, bir insanın niyetini ortaya çıkarabiliriz. (Üslup derken, sadece yazıyı değil; konuşmayı, hatta yaşantıyı da kastediyorum. Çünkü yaşamak, bir üslup meselesidir.)

Uzaklara gitmeyip kendimden örnek vereyim. Şimdi peş peşe iki cümle kuruyorum:

"Beş çocuğum var; dört kız, bir erkek."

"Beş çocuğum var; bir erkek, dört kız."

Her iki cümlede de sekiz kelime var. Üstelik bu kelimeler, birbirinin aynısı. Sadece söz diziminde küçük bir değişiklik olmuş. Ama bu basit değişiklik, niyet başta olmak üzere çok şeyi değiştirmiş.

Demek istediğim aslında şu: Aynı çatı altında olsak da, aynı kelimelerle aynı fikriyatı dillendirsek de, maalesef bazılarıyla aramda çok ciddi bir niyet farkı var.

Nasıl anlatsam, bilmiyorum.

Aklıma hurma ağacından başka örnek gelmiyor.

Hurma, hem besin değeri yüksek bir meyvedir, hem de Müslümanlar için çok özeldir. Bizler, yediğimiz hurmanın çekirdeğini bile çöpe atmayız.

Bir de hurma ağacından testisini dolduranlar var.

İlkbaharda hurma ağacının en tepe kısmı kesilerek, buraya bir oluk yapılıyor ve oluğun ucuna bir testi asılıyor. Ağacın suyu akarak testiye doluyor. Ve bir gecede ağaçtan gelen su, ortalama on litreyi buluyor. Bu su, iki saat içinde ekşiyerek kuvvetli bir içkiye dönüşüyor. Tepeleri bu şekilde kesilen hurma ağaçları çoğunlukla kuruyorlar. Kurumayanlar ise, en az beş sene ürün vermiyor.

Evet, bu iyi bir örnek oldu.

Ortada bir hurma ağacı var. Bazıları bu ağaca hürmet ediyor, bazıları da ağacın sırtından "testi"sini dolduruyor.

Osmanlı hükümeti, tepeleri kesildiği için kuruyan hurma ağaçları için, ağaç başına altı mecidiye vergi koymuş.

Peki, bizler ne yapıyor, nasıl bir önlem alıyoruz?

"İnsaf, dinin yarısıdır" dersek, yeterli olur mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar