28 ŞUBAT KİTAPLAR İÇİN DE ZULÜMDÜR…

Kitaplar insanlık tarihi kadar eski, kitapların insanlardan çektiği de…

“Beyazıt Sahaflar Çarşısı Dernek Başkanı Adil Sarmusak, harf devriminin ardından sahaf kitaplarına (Osmanlıca-Arapça)karşı aşırı bir düşmanlık oluştuğunu belirterek yaşanan acı bir olayı şöyle özetliyor.

Balat'ta bir kütüphanenin yetkilisin bir kağnı arabası tutarak araca yüklediği kitapları Kağnıcının Haliç'e atmasını istiyor. Kağnıcı kitapları Haliç’e atarken bir seferinde Avusturya Sefiri'ne denk geliyor. Avusturya Sefiri, kağnı arabasının sahibine 'bu kitapları bana satar mısın?' diyor ve 15 lira karşılığında bir araba kitabı satın alıyor. Bu kitapların arasından dünyada tek nüshası olan İbn-i Sina'nın Tıp kitabı çıkıyor.”

Medyada yer alan bu hatıra kalbimizi derinden sarsıyor. Kitaplar insanlık tarihi kadar eski, kitapların insanlardan çektiği de bir o kadar eski. Çeşitli tarihi dönemlerde yakılan şehirler ve kitaplara dair pek çok hikâye biliyoruz. Düşmana olan öfkeden kitaplar da her zaman nasiplerini almışlar maalesef. Yıkılan kitaplar, nehirler atılan kitaplar, çalınan, yağmalanan kitaplar…

Yukarıda yer alan “kitap katliamlarının” daha ziyade “harf devrimi” döneminde kaldığını sanıyordum. Yanılmışım…

Halkın Bir Kesimini ve Yaşam Biçimini Dışlayan Darbe: 28 Şubat…

Tarihe “Postmodern Darbe” olarak geçen 28 Şubat sürecinde meğer “Kitaplar” da zulme uğramış. Temelini askerlerin hazırladığı “28 Şubat Tiyatro Sahnesi”nde medya, sermaye, bürokrasi, yargı ve üniversiteler de önemli rol almışlar ve “halkın bir kesimini ve yaşam biçimini” birlikte dışlamışlardı…

Yeni Şafak’ta “Eve Dönen Kitaplar” başlıklı araştırmadan öğrendik ki…

Postmodern Darbe 28 Şubat Sürecinde “Kitaplar” da Zulme Uğramış…

Aradan geçen 25 yıla yakın zamana karşın hala süreçte başörtülü öğrencileri okula almadığından pişman olmadığını söyleme cüretini sürdüren Kemal Alemdaroğlu’nun rektörü olduğu İstanbul Üniversitesi kütüphanesinden 28 Şubat döneminde binlerce kıymetli kitap kaybolmuş!

Konunun en önemli takipçilerinden Murat Bardakçı’nın ifadesiyle “Moğolların 1258’de Bağdat’ı işgalleri sırasında bile yaşanmayan” bir kültür katliamı yapılmıştı…

İstanbul Üniversitesinde Moğolların Bağdat İşgalinde Bile Yaşanmayan Zulüm…

Bardakçı o günleri şöyle anlatıyor:

“Üniversite Kütüphanesi’nde birşeyler yaşanmak üzere olduğu işitiliyordu… Bir gün, fakültelerin yine gayet kıymetli eserlerin bulunduğu ve onbinlerce cildi barındıran seminer kitaplıkları ‘yer sıkıntısı’ gerekçesi ve rektörün talimatı ile kapatıldı, kitaplar kolilere doldurulup mahzenlere atıldı. Derken 1999 depremi geldi, Bayezid’den Süleymaniye’ye uzanan yolun üzerinde bulunan ve Üniversite Kütüphanesi’nin Nadir Eserler Bölümü olan bina hasar gördü, buradaki kitaplar da boşaltıldı, bina restorasyona alındı ve senelerce kapalı kaldı. Bina daha sonra tekrar hizmete açıldı, Alemdaroğlu’nun ardından seminer kitaplıklarındaki eserlerden kalanlar da yeniden eski yerlerine taşındı ama binlerce cilt maalesef kayıptı!”

Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde hocalık yapan Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Mehmet İpşirli de o dönemin şahitlerinden:

Alemdaroğlu’nun Buharlaşmasına Sebep Olduğu Kitaplar…

“Alemdaroğlu zamanında bu kitaplar, seminer kütüphanesine gerek yok diyerek depolara kaldırıldı. Depolara kaldırılması sırasında birçok kitap bir tabir vardır tebahhur etti yani ‘buharlaştı’!”

Bu dönemde yapılan kıyımın şahitlerinden biri İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin efsane hocalarından Prof. Dr. Hüseyin Hatemi. Hatemi, Kemal Alemdaroğlu’nun emriyle hocaların odalarından, anabilimdalı ve enstitülerin kütüphanelerinden kitapların işe yaramaz oldukları gerekçesiyle bahçeye yığıldıkları ve sonrasında bu kitapların bir kamyona yüklenip SEKA’ya gittiklerini söylüyor ve detayı şöyle veriyor…

Kamyonlarla Seka’ya Giden Kitaplar…

“Rektör Alemdaroğlu İstanbul Üniversitesi’nde başörtülü öğrenci ve çalışanlara karşı tutumu, üniversite bahçesindeki kedi ve köpeklere karşı tutumu, Tıp Fakültesi dışındaki fakültelerin kütüphanelerine karşı tutumu, üniversiteyi Avcılar’dan da öteye sürüp merkez kampüste yalnız rektörlüğün kalmasını istemesiyle üniversite tarihine geçti. Sadece kütüphanelere verilen zarardan kısaca bahsedelim. Sosyal Bilimler’e her nedense bir nev’i nefreti vardı ve bu da özellikle Hukuk Fakültesi’ne karşı tutumunda barizdi. 1999 Marmara Depremi’nden sonra merkez binada seminer kütüphanelerinden başladı. Marmara Depremi’nden bir buçuk ay kadar sonra kitaplar toplatılarak SEKA’ya gönderilmek üzere yığılmış. Ben bir cuma günü öğleden sonra haber aldım. Kitapların yarısı kamyona yüklenip SEKA yolunu tutmuştu. Geri kalanların kurtarılması için Hukuk Fakültesi Dekan Vekili de, Kütüphane de yardım istememe karşı hiçbir şey yapamayacaklarını söylediler. Avluya koştum ve ancak 13 kadar önemli kitap kurtarmışken SEKA görevlileri kamyonla geri gelip hışımla kitaplara saldırdılar. Pazartesi günü her fakültedeki enstitü kütüphanelerinin tasfiyesi emri verildi Profesör Schwarz’ın kurduğu Mukayeseli Hukuk, Ceza Hukuku, Milletlerarası Hukuk Enstitüsü kütüphaneleri yağma edildi. Hukuk Fakültesi Merkez Kütüphanesi de kabul etmedi. Çünkü 1920’de vefat eden müderris Seydişehirli Mahmud Esad Bey’in burada duran çok değerli yazma ve basma kitaplarının tümünün de tasfiyesi kesin emri verilmişti. Yazma kitapları, yeni kurulduğu için yeri müsaittir diye İlahiyat Fakültesi’ne gönderdim. Maalesef Edebiyat ve İlahiyat Fakülteleri’nin çok değerli kitaplarının çok ucuza sahaflara düştüğünü gördüm. Yazma kitapları ucuza alanlar hem sevinmiş hem de Hukuk Kütüphanesi’ni vatandaşlık görevi olarak sigaya çekmek için Kütüphane’ye gelmişler. Onlar da bizde klasikleşen yönteme başvurup “Hatemi meşgul oluyordu, ona gidin!” demişler. Bir de bu yüzden âsâbım mahvoldu! Ebülulâ Mardin merhumun kitapları da böyle gittim. Ortalık yatıştıktan sonra kütüphaneye iade etmek üzere aldığım kitapları kütüphaneye iade ettim. Edebiyat Fakültesi’nden sahaflara satılan çok değerli, 200 yıllık, büyük boy, 2 ciltlik Latince-Fransızca sözlüğü de satın aldım ve Latince bölümüne telefon ettim. Çok sevinip teşekkür ederek odalarında muhafaza etmek üzere aldılar. Söylenecek çok şey var amma bu özetle yetinelim.”

Kütüphane Müdürünün Kurtardığı Saray Kitapları…

İstanbul Üniversitesi kütüphanesinden çıkan kitapların bir kısmı da bir başka kütüphanede bugün: Alman imparatoru II. Wilhelm’in Abdülhamid’e hediye ettiği kitapların da içinde olduğu 4 bin 500 civarında eser 2016’da Atatürk Kitaplığı’nın o dönemki müdürü Ramazan Minder sayesinde kurtarıldı.

Bu kıymetli kitaplar bir koleksiyoner tarafından hurdacılardan alınmış. Minder bundan sonraki süreci şöyle anlatıyor: “Bu haber bize ulaştıktan sonra tabii çok heyecanlandık. Kitapların üzerinde İstanbul Üniversitesi ve Darülfünun mühürleri vardı. Bundan dolayı da kitaplarla ilgili hukuki bir başvuru olup olmadığını tahkik ettik. Bir karar olmadığını öğrenince de hemen harekete geçtik. Bu kitapların çoğu Almanca, Fransızca idi. Ayrıca Osmanlıca ve Türkçe eserler de vardı tabii. Tabii Alman İmparatoru İkinci Wilhelm’in Sultan Abdülhamid’e hediye ettiği kitaplar da!” Minder’in konuya ilgisi ve ciddi takibi sayesinde de çöpe atılan bu 4 bin küsur eser şu an da Atatürk Kitaplığı’nda araştırmacılara hizmet vermeye devam ediyor.

Yeni Şafak haberinden yine öğrendik ki:

Yine Prof. Dr. Ali Birinci’nin Türk Tarih Kurumu başkanlığı döneminde Fuad Köprülü, Halide Edip Adıvar, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi İstanbul Üniversitesi mensuplarına ait özlük dosyaları da kâğıtçılardan satın alınarak Türk Tarih Kurumu arşivine kazandırıldı.

Bir Darbe Klasiği Olan “Yağma” ve 12 Eylül…

Ertuğrul Günay Kültür ve Turizm Bakanı olduğu (2010) yaptığı bir açıklamada “Ankara Resim ve Heykel Müze’sindeki hırsızlığa” değinmiş ve “12 Eylül döneminde bazı orijinal eserlerin, çeşitli kurumlara, üst düzey yöneticilere, makamlarını renklendirmek, süslemek için gönderildiği”ni belirtmişti.

Yani darbeci zihniyet sadece kitaplara değil diğer kültür varlıklarımıza da uzanan bir talanın da zeminini oluşturmuştu.

Aslında bu yazıya sayısız örnek ekleyebiliriz. Say say, yaz yaz bitmez…

Bundan böyle yapılacak şey kalan/kurtulan kültürel değerlerimize sahip çıkmak ve bu talancı zihniyetle mücadele etmeye devam etmektir. Aradan geçen çeyrek asır zaman rağmen pişman olmadığını dile getiren Rektör gibi örneklerle... Unutmayalım ki darbelerin tek sorumlusu darbeci askerler değildir. En az onlar kadar darbecilere destek sağlayan sivil toplum kuruluşları, medya, yargı ve üniversite ayağı da sorumludur. Bu paydaşlar olmasaydı darbeciler toplumda meşruiyet desteğinden mahrum olurlar ve belki de darbeye cesaret edemezlerdi.

Bu sebeple aradan ne kadar yıl geçerse geçsin darbelerin arka planında yer alan askerlere destek sağlayan medya, sivil toplum, üniversite ve yargı camialarından süreçte rol alan tüm paydaşların istisnasız yargılanması ve hak ettikleri cezaların verilmesi elzemdir. Ben İstanbul Üniversitesinde yaşanan kitap katliamının hesabının sorulduğunu işitmedim. İnşallah o kitapların hesabının sorulduğunu da görürüz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum