6-7 Eylül Yağması ve Hatay-İnegöl olayları

6-7 Eylül (1955) yağmasına, 1970'lerdeki Malatya, Maraş, Çorum katliamlarına, kanlı 1 Mayıs'a (1977), Sivas, Başbağlar ve Gazi olaylarına ve sistematik Askeri darbe dönemlerinin öncesinde yaşanan kaos ve faili mechul olaylara ve hemen arkasından gelen Darbe yönetimlerine tanıklık etmiş bir yakın tarihimiz var.

Bugünlerden bakıldığında; tek merkezden yönetildiğine dair güçlü kanıtların varlığına rağmen aydınlatılamayan ve her biri birer katliam niteliğinde olan bu eylemlerin yeni versiyonunun şehit cenazelerinin arttığı bu günlerde Kürt-Türk zemininde hazırlandığını söylemek kehanet olmasa gerek.

İnegöl ve Hatay'da yaşanan son olaylar 1955 yılının 6-7 Eylülünde yaşanan ve İstanbul'da ki gayrimüslimleri hedef alan yağma operasyonunu hatırlattı. O dönemin tirajı yüksek gazetelerinden olan Hürriyet: “İstanbul'daki Rum azınlığın aralarında bağış toplayarak Kıbrıs Rumlarının ENOSİS çetelerine gönderdiğini” yazıyordu. 6 Eylül günü Radyoda 13.00 haberlerinde de Atatürk'ün Selanik'teki evinin bombalandığı duyurulur. Aynı gün İstanbul'da yayın yapan ve tirajı 20 bin cıvarında olan “İstanbul Ekspres” gazetesi akşam saatlerinde 290.000 adet akşam baskısı yaparak “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle çıkar. Aynı baskıda Kıbrıs Türktür Derneği genel sekreteri Kamil Önal'ın da “Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahzur görmüyoruz” diye beyanatı yer alır.

Akşam 19.00 sıralarında yağma başlar. 20-30 kişininin organize ettiği kalabalıklar büyüyerek ilk önce Şişli'deki Haylayf Pastanesi'ni yağmalar. Kumkapı, Samatya, Yedikule ve Beyoğlu'na geçerek gayrimüslimlerin toplu olarak yaşadığı birçok semtte önce Rumların, ardından da Ermeni, Yahudi ve hatta yanlışlıkla bazı Türklerin dükkânlarına da saldıran kalabalığın ulaşımı özel arabalar, taksi ve kamyonların yanı sıra otobüs, vapur gibi araçlar yardımıyla sağlanır. İstanbul'un her yerinde yağmalar aynı yöntemle yapılır. Dükkânlara saldıranlar önce vitrinleri taşlayarak kırar ya da demir parmaklıkları kaynak makineleri ve tel makasları yardımıyla açarak içerideki alet ve makineleri dışarı çıkarıp paramparça ederler.

Kiliseler ve mezarlıklara kadar yağma yayılır. Kiliselerin içindeki resimler, haçlar, ikonlar ve diğer eşyalar tahrip edildiği gibi, İstanbul'da bulunan 73 Rum Ortadoks kilisesinin tamamı ateşe verilir.

Yağma sonrasında Haydarpaşa istasyonunda üzerlerinde yağmaladıkları mallarla yakalanan yağmacıların bir çoğunun başka illerden özel olarak getirtildiği de anlaşılır. Nitekim Emekli hakim Fahri Çoker’in Tarih Vakfı’na bıraktığı belgelerde yer alan kayıtlara göre Sıvas'tan 145, Trabzon'dan 117, Kastamonu'dan 116, Erzincan'dan 111 kişi buna örnek olarak gösterilebilir.

Resmi rakamlara göre 11 kişi öldürülmüş, 30 kişi yaralanmış, 60 kadın tecavüze uğramış, 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ve aralarında fabrika, otel gibi işyerlerininde olduğu 5.317 mekan yağmalanmıştır. Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Dilek Güven'in Sabah gazetesine verdiği röportaja göre ölü sayısının az oluşu gruplara "ölü olmasın" emri verilmesi sebebiyledir. Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayriresmî rakamlara göre 300 kişi yaralanmıştır. Güven'e göre resmi rakamlara göre 60 olan tecavüze uğrayan ve utanmalarından veya korkmalarından dolayı şikayette bulunamayan kadın sayısının 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir.

Tabi zamanın gazetelerine göre asıl suçlular Rumlardır ve Türkleri provake etmişlerdir. Yağmalardan sonra suçlu gösterilen Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı Hikmet Bil ve üyeleri cezaevine girer; ama "Ya bizi serbest bırakırsınız ya da biz bazı şeyleri ifşa ederiz" deyince serbest bırakılırlar. Olaylar halkın üzerine kalır. Çünkü mahkemede, "Türk milleti galeyana geldi, olayları gerçekleştirdi" denilmiştir ve kimse ceza almaz. Hazin olan bir diğer durum da; olay 27 Mayıs Askeri darbesi ile birlikte yassıada mahkemelerine taşınır. Dönemin Başbakanı Aydın Menderes 6-7 Eylül olaylarının müsebbibi olarak ceza alır.

Yıllar sonra 6-7 Eylül olaylarına karışmış emekli bir öğretmenden o geceyi anlatmasını istemiştim. Aylarca ısrar etmeme rağmen bir türlü anlatmamıştı. Daha sonraları yazmamam koşuluyla gözyaşları içerisinde o gün yaşadıklarını anlatmış “vicadan azabı duymadığım bir günümü hatırlamıyorum” demişti.

6-7 Eylül olayından sonra bu tip organizasyonlar zaman içerisinde daha da geliştirilerek sadece gayrimüslimlere değil ortak kültürün, ortak tarihin birleştirdiği Alevi-Sunni vatandaşlar üzerinde de başarılı bir şekilde gerçekleştirildi. Maraş, Çorum vb. Katliamlar hep bu başarılı operasyonların sonucudur. Nitekim başarı çıtası o kadar yükseltilmiştir ki; 12 Eylül öncesi sağ-sol ayrışmasında aynı anne-babadan kardeşler bile biri birlerine silah çekebilmiştir.

Gerçekte bir karıncayı bile incitmekten imtina eden insanların bu tür yönlendirmelerle bir anda nasıl kana susamış canavar haline dönüştürülebildiğini anlamak neredeyse imkansız. Fakat, Yıllarca komşu olarak, dost olarak, kardeş olarak yaşamış insanları birbirlerine karşı kin ve nefret duygularına sürükleyebiliyorlar. Olaylar sona erdiğinde geriye; istediği amaca ulaşan derin mihrakların sevinç çığlıkları ve kendi maasumiyetlerini de kaybedercesinine komşusuna, akrabasına ve masum insanlara verdiği zararın dehşetli mahcubiyetinde yaşamaya mecbur olan zavallı insanlar kalıyor.

Bugünlerde bir şekilde artan şehit cenazelerinin yeni provakatif eylemler için zemin hazırladığı gerçeği; bu zeminden nemalanmaya çalışan derin ve yüzeysel güç odaklarının ekmeğine yağ sürüyor şüphesiz. Hatay ve İnegöl'deki olayları da bu bağlamda değerlenmirmek gerekir. Basit bir alacak verecek meselesinin bile nasıl provake edilip kalabalıkları yönledirebildiklerinin en bariz örneklerinini şimdilerde yine yaşıyoruz. Fakat halkın sağduyusu yine galip gelecektir ve eskiden olduğu gibi derin güç odakları istediği sonuca ulaşamayacaktır. En azından temennimiz bu yönde.

6-7 Eylül olaylarında kendisini “garib bir üsteğmen” olarak tanımlayan ve o dönemde Özel Harp Dairesi'nin atası sayılan Seferberlik Tetkik Kurulu'nda görevli olan emekli Org. Sabri Yirmibeşoğlu; “ 6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı...” (Tanksız Topsuz Harekat, Fatih Güllapoğlu, s.104 ) diyerek bir dönemi aydınlatır. Daha sonra “Savaşta, düşmanın işgal ettiği bölgelerde bazı olaylar yaratılır ve düşman yaratmış gibi gösterilir. (...) Halkı düşmana karşı galeyana getirmek(tir amaç)... Belki Güneydoğu'da da oluyor bunlar, yanlış olarak..." (Aksiyon, 31.03.2001) diyerek yakın tarihe belki de günümüze ışık tutuyor.

Seçimle gelmiş sivil parlementoyu etkisizleştirme ve çıkardıkları kanlı olaylaylarla Türkiye'yi istikrarsızlaştırma çabaları olarak algılanması gereken bu tip provakatif eylemlerde özellikle PKK ve Türk Milliyetçilerinin kullanılması da ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur.

trntoprak@hotmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum