Teslime Gülsen NURDOĞAN

Teslime Gülsen NURDOĞAN

A..! RABÇA

 

Arapça, özlediğim, beklediğim ve bir gün muhakkak kavuşacağıma inandığım bir dost gibi geldi bana.. Çocukluk yıllarımda belli belirsiz bir silüet gibi, silik ve donuk şekiller sütunu gibi gözlerimin önünden geçerdi.. Anlamsız, manasızdı.. Ve küçük bir kız çocuğunun dantel ve oyalara benzetmesiydi..

Danteli hatırlatırdı.Başlangıcı ne, sonu ne?.. Kelimeler neresinde bu dantelimsi sütunların?..

O ki Kur'an kelamıydı. Kutsaldı harfleri, Haktandı onun eğimli, çıkışlı çizimleri..

İlkokulun ortalarında, ''Bu yazıyı okuyabilmek ve yazabilmek yüksek zekalı insanların işi olabilmeli'' diye düşünürken kendimi bu iş için yetersiz  görürdüm. O zamanlar Kur'an öğreten tek kuruluşun İmam Hatip liseleri olduğunu biliyorum. En azından benim gibi kendi halinde insancıkların çocukları için durum böyleydi.

Yirmidördüncü yaşımda bütün bu düşüncelerimin üzerine koca bir ''ahh'' çektim. Çünki bunca yıl gözümde büyüttüğüm Kur'an'ı beş günde okuyabilecek hale gelmiştim. Beş gün bu koca dili öğrenmem için yeterliymiş ha!.. Ve o geçip giden senelere şimdi ne demeli deyip kendi kendime hayıflandım.

Olan olmuştu, geçen yıllar geçmişti.. Ondan sonra elimdeki bütün imkanları değerlendirdim. Güzel Kur'an'ın sayfalarında tercümansız da gezinebiliyordum artık. Anlıyordum ve ağlıyordum...

Sevgili hocamın bir cümleciğidir aslında beni Arapça hakkında geniş araştırmalar yapmam gerektiğine inandıran. Merhum Es'ad Coşan hocamız:, Kur'an'ın ve Resulullah aleyhisselamın sözlerini anlayabilmek için Arapça bilmek yetmez dedi. O coğrafyayı ve kültürünü de tanımak gerekir dedi.

Tabi bu söz sadece İslam öncesi Arap kültürünü ve coğrafyasını değil, Arapça dilinin de gelişimi konusunda araştırma yapmamız gerektiğine inandırıyor. Bütün bunları ise Allah'ın mesajı olan Kur'an ve sünneti daha iyi anlamak ve kavramak için yapmalı. Menzile varılmasa da yolunda olmalı. 

 Arapça-Dil KÜLTÜR ilişkisi konusunda Soner Gündüzöz'ün, yazdığı bir makaleye bakalım şimdi. Giriş bölümü çok etkileyici:

''Bazen bir Amerikan filminin ya da İngilizce bir kitabın orijinal adı çok gariptir. En azından ‘bir Türk bu adı vermezdi’ deriz. Bu durum sadece batı kültürünün ürünleriyle ilgili değildir. Bir dilbilgisi kitabına “Çiğ taneleri ve yankının damlacıkları” gibi romantik bir ad vermek kaçımızın aklına gelir? Halbuki bu, büyük Arap dilcisi İbn Hişâm (ö. 218/833)’ın, dilbilgisi kitabına verdiği “Katru’n-nedâ ve Bellu’s-sadâ” adının harfî çevirisinden başka bir şey değildir.''

Bu paragraf bile dillerin oluşumundaki etkenlerin ne olduğu hakkında bize kesin bilgiler vermektedir. Ben sizleri Soner Gündüzöz'ün bu değerli makalesinden kesip aldığım alıntılarla  başbaşa bırakayım:

''Arapça’nın kelimelerinin incelenmesi ile bir çöl resmetmek pekâlâ mümkündür. Arapça’nın bir çöl dili olduğu fikrini Basralı dilbilgini er-Reyâşî’nin, Kufeli dilbilimcileri, çöl Araplarının dışındaki şehirlilerden dil malzemesi almaları nedeniyle suçladığı “Biz dili kertenkele yakalayan, tarla faresi yiyen (çöl adamlarından) alırken onlar turşuyla, kaymakla beslenen şehirlilerden aldılar” sözlerinde bulmak mümkündür

Dünyada herhalde, duygu ve özlemini yalnızca bir Arap, deve, sürüngen ve çöl kumuyla anlatabilir. Batılı bir şair sevgilisini kuğuya benzetebilir. Arap için ise deve gibi kutsal bir varlık dururken, sevgilinin tasvirinde kuğudan medet ummak anlamsız bir çabadır. Araplar sadece sevgilisini deve ile ilişkilendirmez, soyut kavramları da çoğu defa deveye, çöl varlıklarına bakarak adlandırırlar. Akıl kelimesinin ıkâl, deve ipi; rûh kelimesinin rîh ‘rüzgâr’ ve râh ‘koku’ kavramları esas alınarak türetilmesinde Arapların, soyutu, gözlerinin önünde kıvrılıp giden çölden, başka bir deyişle görünür alemden kalkarak algılayışının izleri vardır

Bir dilin kimliği sadece adlandırmalar ve kelimelerle de ortaya konmamaktadır. “Amerikalı bir bilim adamı şu tespiti yapmıştır: Japonca sözlükteki bütün kelimeleri öğrenebilseniz bile, Japon gibi düşünmeyi öğrenmedikçe, yani gerisin geriye (düşünceleri) alt-üst ederek, içini dışına çıkararak düşünmedikçe, Japonca konuşmakla düşüncelerinizi Japonlara anlatamazsınız

Bu tespit her dilin kendine özgü yapısı göze alındığında her dil için geçerlidir. Bu yüzden temel bir kural olarak bir dilden diğerine tam bir çeviri yapılamayacağı şeklindeki Romalılara ait traduttore traditore “her çevirmen bir yalancıdır” sözü dilbilim çevrelerinde tutunmuştur. Çünkü bir dilin oluşumunu, içinde yaşadığı toplumun kültürü koşullandırmaktadır. Örneğin “Batı dillerinde din anlamında kullanılan religion ile zekât anlamındaki charity aslında mefhum olarak İslâm kültüründeki din ve zekât kelimelerinden farklıdırlar. İslâm’da din; ibadet, ahkâm ve ahlâkın bir birleşimi iken, batıda bu kadar kapsamlı bir din tasavvuru bulunmaz. İslam’da zekât mefhumu, yoksulu zenginin malına zorla ortak etmek gibi bir nükteye işaret ederken, zekâtın batılı yorumu hiç de böyle değildir.

Dilin kültürel dokusunu anlamadan ne Arapça yazılmış bir edebî eseri, ne de Kur’ân-ı Kerîm’i tam olarak anlamak mümkün değildir. Örneğin, Kur’ân-ı Kerîmde domuz eti, leş vb. yemenin yasaklanışını birtakım çıkarımlarla bir yere kadar anlayabilsek de Kur’ân’ın ısrarla kanı haram kılmasının hikmetini anlamak ilk bakışta bir hayli güçtür. Zira normalde kimse kanın bir besin değeri taşıdığını düşünmez. Kan içenler olsa olsa vampirlerdir. Kur’ân’ın vampirlere gönderme yapmadığı kesindir. Kur’ân’ın kanı haram kılması ancak vahyin nâzil olduğu ortamda kan içiciliğinin mevcut olmasıyla anlam bulabilir. Bu konuda bir Arap darb-ı meseli olan lem yuhram men fusde leh, âyetin tefsirine yönelik ipuçları vermektedir. Mesel ‘Yola çıkan kişi yanına ‘kanın pıhtılaşmasıyla elde edilen’ fasîd lokmaları alırsa mahrumiyet yaşamaz’ der. Fasîd devenin kanının pıhtılaşmasıyla elde edilen bir nevi hamur lokması anlamındadır ve Câhiliye’de yola çıkanın en temel azığını oluşturur. Bu bilgiyle Kur’ân’ın kan yemeyi engellemeye yönelik vurgusu anlaşılır olmaktadır. Toplumun kültürü ve yeme,içme, barınma, giyim-moda ve ekonomik faaliyetler gibi bir dizi sosyal alışkanlık dili çepeçevre sarmakta ve şekillendirmektedir. Fasîdin bir başka kültürde birebir karşılığını bulmak imkânsızdır. Pek çok dilde kelimelerin durumu bu tür kültür araştırmalarıyla açıklık kazanmaktadır. Örneğin, “İngilizcede, ‘yaşayan evcil hayvanlar’ Germence isimler taşır. Aynı hayvanlar kızartma tavasında birer Fransızca isim alırlar. Domuz ‘pig’tir, domuz kızartması ise ‘pork’; öküz ‘ox’tur, sığır rostosuna ise ‘beef’ denir; koyun ‘sheep’tir; kozun kızartması için ise ‘mutton’ kullanılır. Bu Anglosakson köylüsünün hayvancılıkla meşgul olması, buna karşılık Anglonorman baronunun hayvanların sadece pişirilip kızartılma durumlarıyla ilgilenmesi ile açıklanabilir.

Dillerde erillik-dişillik olgusu da kültürde yer bulmuş inançların izini taşır. Arap kültüründe güneşin müennes (dişil), ayın müzekker (eril) oluşunun altında Arap mitolojik inançlarının izi vardır. Bu ise dilden dile farklılık gösterir. Şarap, diş, pazar anlamındaki kelimeler Arapçada dişi kabul edilirken, Bu anlamdaki kelimeler Almancada eril kabul edilmektedir. Bazen kelimelerdeki erillik-dişillik olgusu aksi bir biçimde inançları da etkileyebilir. Cuma gününü belirten kelimenin bazı dillerde eril, bazılarında ise dişil olması, bu ulusların Cuma ayinlerinde birbirlerinden ayrılan halk geleneklerine yansır.

Ruslar arasında Düşen bir bıçağın erkek bir davetliyi, düşen bir çatalın ise kadın bir davetliyi haber verdiği şeklindeki batıl inanç Rusça’da bıçak anlamındaki noz kelimesinin eril, çatal anlamındaki vilka’nın dişil cinsten olmasıyla ilgilidir. Kelimelerde eril ve dişil olma durumu farklı kültürlerin dünyaya bakışlarını yansıtır. “Almanca’dan çevrilmiş masalları okuyan bir Rus çocuğu, Rusça’da açıkça bir kadın olan Ölüm’ün Alman masallarında yaşlı bir adam olarak tasarımlandığını gördüğünde şaşıp kalmıştır.

“Bilinmektedir ki bir dilin zenginliği, onu konuşan milletin düşünsel ve sosyal hayatı ile ihtiyaçları ölçüsündedir. Mesela Eski Ahit’in dili, dinî, manevî, ahlâkî ve tabiî işlerle ilgili çok sayıda eş anlamlı kelimeye sahiptir. Maddî işlerle ilgili kelimelere gelince dili orta seviyede bile olmaktan uzaktır. Arapçada aynı durum görülmekte olup eş anlamlı kelimeler sayısızdır. Çöllerde çok dolaşan ve orada hayatlarını sürdüren Bedeviler, işlerini en çok gören hayvana, yani deveye binlerce ad takmışlardır.

Bütün bunların yanında Arapça’ya gerek kelime varlığı gerekse üslup özellikleri bakımından biçim veren en önemli faktörlerden birinin tabiat ve coğrafya olduğunu tespit ettik.''http://www.dinbilimleri.com/Makaleler/352828781_0502100395.pdf

Bunlara bir ilave olarak bir Arapça gramer hocasının Arapça'nın bir düzen ve ahenk dili olduğunu söylediğini de vurgulayalım.

Yediğiniz yemeğin hangi ortamlardan geçtiğini, içtiğiniz suyun kaynağını merak ettiğiniz gibi inancınızın dili olan Arapça'nın da nerden nasıl gelip şekillendiğini merak etmiyor musunuz?

O Rabbın dilidir. Analarımızın dilidir, ey müslümanlar!

''Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O'nun hanımları da onların analarıdır.'' Ahzab 6.

Email: kafu-nun@hotmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum