''AB KRİTERLERİ'' İÇİN DEĞİL, İNSANİ VE VİCDANİ KRİTERLER İÇİN...

 

AB'nin Türkiye Üzerindeki gizli Oyunu 22

(Birinci yazının 2. Bölümü)

Tüm uğraşılara karşın AB içinde yer alan emperyalist güçlerin kendi aralarında bile kıyasıya bir savaşım vardır. Bir de bu nedenle bu birliğin geleceği yoktur.
Almanya Doğu Avrupa ülkelerini ekonomik ve siyasal denetim altına almaya çalışmakta ve büyük oranda da bunu başarma durumundadır. Bu konuda birlik içinde diğer ülkelerle birlikte hareket etme yerine, daha çok Rusya federasyonu ile işbirliğini tercih etmektedir.
 

Almanya’nın bu tutumu Fransa ve İngiltere’yi oldukça rahatsız etmekte. Yeniden eski Prusya’nın korkusunu veya 1935-1945’lerin geri gelebileceği kuşkusunu yaşamaktadırlar. Zaten, Almanya’nın ekonomik ve mali alandaki etkinliği birlik içerisinde rahatsızlık yaratmaktadır.
 

Birleşmiş bir Almanya, Fransa ve İngiltere tarafından her zaman hazmedilemeyen bir olgudur. Gerek ABD ve gerekse Rusya Federasyonu tarafından bu durum çok iyi bilinmekte ve sürekli olarak AB’nin zayıflatılması yönünde kullanılmaktadır. Yani birleşik bir Almanya AB’nin aynı zamanda zayıf noktasıdır. Bu genelde Avrupa Birliği’ni başlı başına zayıf kılan bir etmendir.
Zaten Fransa’nın karşı kampanyalara ve tepkilere aldırış etmeden biran önce nükleer silaha sahip olması bu endişeden kaynaklanmıştır. Gelecekte muhtemel büyük Almanya tehdidine karşı bugünden alınmış bir tedbirdir.
 

Çıkarların bu kadar farklı cephelerde seyrettiği şartlarda ''Birleşik Avrupa Devleti'' bir hayaldir.
Özellikle Alman tehlikesine karşı Fransa ve İngiltere Asya, Afrika ve Ortadoğu’da şimdiden tuttukları köşe başlarını güvenceye bağlamanın uğraşları içindedirler.
Fransa, AGSK içinde her fırsatta nükleer güce sahip olduğunu dayatmalarıyla hatırlatmaktadır. Doğu Avrupa ve Balkanlar’ın önemli bir kesimini Almanya’ya kaptırdıklarından, diğer bölgelerdeki konumlarını güçlendirmeye çalışmaktadırlar.
 

Yine de Almanya’yı Afrika’dan, Ortadoğu’dan, Kafkaslardan ve Orta Asya’dan tümüyle uzak tutma olanaklı değildir. Tüm çabalara karşın bunun hayal olduğunu şimdiden söylemek mümkündür.
Bugün rekabetin en fazla yoğunlaştığı alan Kafkaslar ve Orta Asya’dır. İşte bu noktada Türkiye üzerinde ABD başta olmak üzere İngiltere, Fransa ve Almanya’nın çıkarları epeyce farklılaşmakta. Her birisi Türkiye’yi daha fazla kendi yanına almaya çalışmaktalar.
 

Son dönemde Türkiye’nin yoğun çatışma alanı içine çekilmesinin bir nedeni de budur.
Türkiye’nin Avrupa Birliği içinde yer almamasını gerektiren bir neden de, artık Avrupa Birliği’nin iki kutuplu dünya koşullarına özgü ekonomik, mali ve sosyal uygulamaları terk etmiş olmasıdır.
Geçmişte içine aldığı ülkeleri kalkındırıyor, halkın sosyal yaşamının yükselmesine katkıda bulunuyor ve bu ülkelerde demokratik kurum ve kuruluşlara gerçekten bir işlerlik kazandırıyordu. Ama artık bu işlevini bugün yitirmiş durumdadır. İçine alacağı ülkelere ne ekonomik, ne de demokrasi alanında vereceği bir şey kalmamıştır.
 

Birlik içinde yer alan ülkelerde sosyal adaletsizlik her geçen gün artmakta. Toplumda sınıflar arası refah düzeyi dengesizliği önü alınamaz bir biçimde derinleşmekte. Bunun en bariz örneğini Yunanistan gerçeğinde gördük.
Bugün yoksul, günün sosyal yaşam standartlarının altında yaşamaya zorlanmış ciddi bir kesim yaygınlaşmış durumdadır.
 

AB'nde işsizlik en büyük sorunlardan biridir. Artık iktidarların başarılılık düzeyi işsizliği aşağı çekmeleriyle orantılı hale gelmiştir. İşsizlik sigortasıyla yaşamak zorunda bırakılanlar da yoksullar kategorisi içinde yer almaktadır. Geçici çözüm olarak öne sürülen okula gönderme ve prosent üzerinden çalışma olanakları tanımave sosyal yardımlar insanların yaşam düzeylerinde daha iyiye yönelik bir değişiklik yapmaya yetmemektedir.
 

Bu yüzdendir ki, son dönemlerde özellikle Almanya ve Fransa hükümetleri mülteci ve ''entegrasyon'' konularında sertleşme politikalarına yönelmişlerdir.
Halk yığınlarında geleceğe güven duyulmamakta. İşi olanlarda ise, ne zaman kapı dışarı edilecekleri psikolojisi egemendir.
 

Tekeller milyarlarca dolar kâr etmelerine karşın, birçok alanda işletmelerini, fabrikalarını kapatmakta, az masrafla daha kolay para kazanılan alanlara yönelmekteler. Globalleşen ekonomide borsalar, bir avuç elit için en kârlı yatırım alanları haline gelmiştir.
Tekellerin birçoğu yatırımlarını üçüncü dünya ülkelerine kaydırarak ucuz emekle korkunç kârlar elde etmekteler. Son yıllarda Çin'le ticari ilişkiler geliştirilmesi yönündeki çabalar da aynı nedenden dolayıdır.
 

Artık dünya ölçeğini kendine sömürü alanı haline getirmiş finans ve sanayi tekelleri söz konusudur.
 

Sonuçta, küreselleşme, zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul hale getirdiği inkâr edilemez bir gerçektir.. Ama eskiden az da olsa zenginliğin paylaşımdan söz edilebiliniyordu, bugün bu paylaşım görülmemektedir. Bu nedenle çalışan yığınların mücadelesi de küreselleşmektedir.
Sanayi toplumuna geçiş nasıl kendi zıttını doğurmuşsa, küreselleşme de kendi zıttını doğurmuştur. Sanayileşmiş ülkelerin zirve toplantılarına karşı düzenlenen, yani küreselleşmeye, halkı yoksulaştıran yeni ekonomik yapılanmaya karşı protestolar, hiç şüphe yoktur ki, gün geçtikçe daha da boyutlanacaktır.
 

Yani Globalleşme zıttını yaratmıştır. Artık önünü boş hissetmemektedir. Her seferinde milyonlarca dolar harcayarak toplantılar yaparak, olayı salt ’güvenlik’ sorunu olarak değerlendirmeye uzun süre devam edemezler.
İşte bu tür sorunlarla boğuşmak zorunda kalanAvrupa Birliği’nin, yeni üyelere vereceği bir şey yoktur.
 

Bu nedenle de Türkiye’nin, tarım ve sanayi alanındaki olanaklarını kullanarak, giderek daha da geliştirerek kalkınmasını rahatça sürdürme olanağı vardır. Bunun için gerek iç, gerek dış alanda imkan ve fırsatlar doksanlı yıllardan öncesine göre daha fazlalaşmıştır.
Türkiye, Avrupa Birliği, Rusya Federasyonu, ABD geometrik alanında kendinden çıkacak biçimde doğrular çizmeyi başarırsa güçlü bir ülke konumuna gelme şansına sahip olabilir. Yoksa AB içinde ne pahasına olursa olsun yer almaya çalışırsa bugünkü gücünden de geriye gitmekten kendini kurtaramaz.
 

AB büyük bir hapishanedir. Gelecekte bu özelliği daha da ön plana çıkacaktır.
Oysa Türkiye; jeopolitik konumu gereği, Ortadoğu’dan, Kafkaslardan, Orta Asya’dan, Kuzey Afrika’dan ve Balkanlar’dan istese de kendini soyutlamayacak bir konumdadır. Bu gerçeğin görülmesi gerekir.
 

Böylesi bir coğrafyada yer almanın avantajları getirdiği dezavantajlardan çok üstündür.
Ama "her tarafımız düşmanlarla dolu" hastalıklı bakış açısıyla hareket edilirse, komşularla sürekli didişme içerisine girilen bir pozisyonda olunursa elbette ki, bu avantajlar kullanılamaz.
Avrupa Birliği’ni meydana getiren güçlerin her birinin farklı kültürlere saygı ifadesi sadece bir aldatmacadan ibarettir.
 

İçlerindeki farklılıklara bile tahammülleri yoktur. Aralarında Güneyli, Kuzeyli, Doğu Avrupalı, İskandinavyalı vb. bölgesel çelişkisi giderilememektedir.
AB Kararlarında dinsel ve mezhepsel ayrılıklar rol oynamaktadır. Böyle olmasaydı, Türkiye'nin nesi Yunanistan veya Bugaristan'dan eksikti?
Yani bölgesel ve dinsel kutuplaşmaların olmadığını kimse iddia edemez. Bunlar ve benzeri daha birçok çelişkiler bile birleşik devlet çatısı altında hareket etmelerinin hayal olduğunu göstermektedir.
 

Bu derece belirsiz, muğlak, bugünü ve geleceği ümit vermeyen Avrupa Birliği’ne katılmak için, Türkiye’nin adeta ''olmazsa olmaz'' mantığıyla çaba sarf etmesi akıllıca bir politika değildir. Daha birçok neden gösterilebilinir.
Soruna nereden bakacak olursak olalım Türkiye’nin çıkarı, ne Avrupa Birliğine girmede, ne de ABD ile stratejik işbirliğindedir.
 

Yukarıda saymış olduğumuz tüm olumsuzluklara, handikaplara rağmen; sadece AB ile değil, Dünya'daki tüm sistem ve devletlerle sorunsuz ve iyi ilişkiler içerisinde olmak elbette ki faydalıdır. Zaten''Yurtta sulh,Cihanda sulh'' şiarı da bunu kastetmektedir.
Türkiye'deki mevcut hükümetin Türkiye'nin yakın ve uzak komşularıyla kurduğu temasların ve dostane ilişkilerin doğru olduğu tartışılamaz.
 

Geçmişte bu ülke, gerginlik ve geçimsizlik politikalarından çok çekmiştir.
 

AB'ne üye olmak için gösterdiği gayret yine de takdire şayandır. Ayrıca; tüm umudunu AB'ne üye olmaya bağlamaması, daha da doğru yolda olduğunun kanıtıdır.
Türkiye'de insan hak ve hürriyetleri alanında, eksiksiz demokrasiyi tesis etmek yönünde atılacak her olumlu, samimi adım desteklenmelidir.
 

Varsın AB, Türkiye'ye ağır şartlar koşsun, naz-nuz yapsın. Varsın, İran'la veya bazı Arap ülkeleriyle yakınlaşma politikası güdüyor diye, başka eksenlere kayıyor diye ABD ve AB küssün.
Önemli olan Türkiye'de yaşayan insanların refahı, huzuru ve istikbalidir.
Abdulkadir Aygan -2011-02-13

 

 

  

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.