Nurhan Bahçe GENÇ

Nurhan Bahçe GENÇ

ACIYLA GÜÇLENMEK

.

İnsanoğlunun macerası cennette başladı. Cennet her varlığın olduğu yerdi. Çalışma, çaba, yorgunluk, hastalık, acı, ayrılık, ölüm olmayan bir yer. Aklından geçirdiğinde, elini uzattığında, canı çektiğinde her şeye sahip olabileceği bir yerde yani. İnsanın kodlarındaydı belki de doyumsuzluk, tatminsizlik ve ebedilik arzusu. Cennet yetmez mi etten, kemikten ibaret acziyetiyle meşhur insana?

Yetmedi işte.

İlk istediği yanına kendisini anlayabilecek ve kendisyle aynı bir varlık oldu. Hamuru aynı, çamuru aynı, duygusu, algısı aynı olsun. Yani yalnızlık cennette bile istenen bir şey değildi. İnsanın konuşmya, dinlenilmeye ihtiyacı vardı. Onu tamamlayacak kadın cinsi oldu yalnızlığını paylaşan varlık.

Sonra onca yiyecek, içecek, yeşillik, manzara, haz veren sınırsız şeyler de arayışına son vermedi. İşte bu doyumsuzluk olarak genlerinde hep kaldı insanoğlunun. Her şey vardı, her şey varsa acı da olmalıydı ve acı da var oldu insanla birlikte orada. İlk isyan, ilk ayrılık, ilk günah, ilk hasret insanın yaratılmasıyla birlikte var oldu. Yani insan bunları adeta istedi. İnsan kemalatı tamamlanmıyordu belki de hayatına acıyı almasaydı.

“Ey düşman sen benim ifadem ve hızımsın,

Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın”

diyen Necip Fazıl bir motivasyondan bahsediyor aslında. Cennette bile bir düşman edinmeyi başardı insanoğlu. Karizması sarsılan, yerinden edilen hırs ve acıyla kavrulan iblis, şeytan adına büründü, insanoğlunun kanına girerek.İnsan aldandı, aldanmak kaderimiz oldu.

Yetersizliğimizin farkına varmamız ilk acıyla karşılaştığımız andı. Yalnızlık ve hasret. İlk insanın karşılaştığı ve tanıdığı acı oldu. Dolayısyla kaybetmeyi öğrenen insan aramayı ve bulma arzusunu da öğrenmiş oldu.

İşte insanın serencamı böyle başladı.

Hayatından acının derinliğini çıkarıp yerine konforu koyan insan, kaybettiği cenneti dünya da bulabilmenin gafletine yenildi.

Aramadan bulmanın keyifsizliği, çalışmanın yorgunluğundan daha haz vermedi çünkü insana. Yorulmak nasıl ki dinlenmenin kardeşi ise kazanmanın kardeşi acı olmalıydı. İnsan acı çekmekten uzaklaştıkça, insan olma özelliklerinden de uzaklaştı.

Toprak evlerden çok katlı apartmanlara çıkarken ne çok şikayeti vardı. Toprağa yakınlık nasıl ki elektriği alıyordu, nasıl ki yüksek şeyler yıldırımı çekiyordu, insan ayağını sağlam bastığı toprakten çekti, yalnızlığın korkutucu yüzüyle tanışmış oldu. Apartman katları acıları büyüttü ama aramaya sebep olmadı. Yerden uzak evler komşuya da uzak oldu. Evler büyüdü, hem de nasıl eşyalara yerler bulundu da, bir komşuya sedir olmadı odalardaki gümüşlüklü köşeler. Komşusuz, dostsuz, akrabasız kaldık.

Halbuki acı idi Adem’e Havva’yı bulduran. Acı yakar, ateştir. Söndürmenin tek ilacı acıyla birlkte yürümektir. Fuzuli;

“Aşk derdiyle hoşem elçek ilacımdan tabip,

Çün helakım zehri dermanındadır”

beyitiyle acının aşka büründüğünden ama onunla yanmanın, kavuşmaktan çok daha anlamlı ve savaşacak bir değerin ve amacın varlığından, mutlu olduğunu anlatır bize.

Acı çekmeyen, acıyı tanımayan insan yolunu, ümidini, geleceğini, başarısını, çabasını kaybeder.

Ne için çalışsın ki, mücadelesinin yapılmadığı her şey ucuz anlamsız değersizdir. Haz vermez, o yüzden mirasyedi kendisine kalanı hunharca bitirir. Onda alnının teri, gözünün yaşı, gönlünün sancısı yoktur.

Mutluluk acının içine gizlendi. İnsanoğlu onu keşfetmek için ne istediğini, nereden gelip, nereye gittiğini, yola koyulmanın dağı, taşı ,engeli olacağını bilme konusunda, bilinçli bir kaçış içerisinde. İnsan ne kadar kaçabiliri ki kaderinden?

Psikolojide, Gerçeklik Kuramı insanın tercihlerinin sonucu olduğunu söylerken, beraberinde acıdan kaçmasının mümkün olmadığını da söyler. Ve insanı acziyetiyle yeniden yüzleştirir.

Şimdilerde gençler ağır işlerde çalışmıyor, kimse kalabalık aile istemiyor, evliler çocuk istemiyor, kedi, köpek bakmak daha kolay. İnsan yetiştirmek sanat, yıllar alacak bir eylem.

Zahmet istemiyor insan.

Zahmetsiz de rahmet olmuyor. İnsan konforun kucağına düştükçe yalnız ve bireyselleşiyor. Başkalarının acılarına da kör ve sağır oluyor. Ne kadar parası, imkanı, varlığı varsa paylaşmanın asaletinden ve mutluluğundan uzaklaşarak ya biriktiriyor ya da insafsız izansız gününü gün ediyor.

Hiç ölmeyecekmiş, hiç hesap vermeyecekmiş gibi. Akıl yetmiyor, vahyin ışığıyla aydınlanmayan akıl kör kalıyor. Rabbimiz de öyle buyurmuyor mu? “onlar sağır, dilsiz vekördürler. Artık doğru yola dönmezler”(Bakara/18)

Acı çekmek, zahmete katlanmak, çabalamak, savaşmak, hayatın anlamıdır. Bu kavramaların içinden geçmeyen hayat anlamsız ve ucuzdur. Bu; çileye talip olmak değil, değerlere sahip olmak ve insan olmanın künhüne ermektir.

Mutlu olmak için hareketsiz ve eylemsiz bir hayatı seçemeyiz, tam tersi hayatın sürprizlerine hazır donanmış ve kuşanmış bir şekilde mücadelesini verdiğimiz şeyin zaferiyle, ancak insan ve mutlu olabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum