Ağaçları soymayalım da size mi soyulalım?

Çevre son yılların en saygın alanı haline geldi. Her geçen gün çevreye verilen zararların faturası artarak büyüyor. Artık her birey daha fazla çevreci olmak zorundadır.

Küresel ekonomik krizde bir gerçeği yeniden daha net görebildik: Kriz fırsatçılığını. Birçok işletme veya şirket sahibi çalışanları üzerinden kriz fırsatçılığı yapmaya başladı. Yüksek ücretliler dışarı, düşük ücretliler içeri; veya çalışıyorsun ya bir de maaş mı alacaksın.. yaklaşımları ortada türedi. Sanki çalışma karşılığı ücret talep etmek bir haksızlık da, ücret vermemek bir normal davranış gibi karşılanıyor.

Bankalar krizi fırsata çevirip birçok firmayı alaşağı etmedi mi? İşçisine sahip çıkmaya çalışan patronlara karşı kredi silahı ne kadar objektif kullanıldı sanıyoruz. Acaba mevduat bankaları da katılım bankaları gibi kredi musluklarını kesmeseydi ve kâr yerine biraz daha risk üstlenseydi ülkemizde işsizlik bu oranlara çıkar mıydı?

Türkiye ekonomisini finans kesiminin başarı rakamlarına bakarak övenleri gördüğümüzde içimizin nasıl çızzzz ettiğini inanın açıklayacak cümle bulamıyorum. Bir ekonomide nihai hedef insandır, yani insanın iş bulması ve refahının artmasıdır. Şimdi siz çıkıp, bakın bankalarımız ne kadar sağlam, derken yüzde 16'ları aşmış işsizler ordusuna ihanet etmiyor musunuz?

Keşke bankalarımızın kârı yüzde 35 artacağına aynı yerde kalsaydı da işsizler ordumuz yüzde 16'lara tırmanmasaydı. İnsanlara yaramayan rakamlarla nasıl övünebiliniyor, inanın hiç anlamıyorum.

Ama ben şunu da biliyorum: Artık sıra reel kesime geliyor. Merkez Bankası'nın ısrarla aylarca sürdürdüğü faiz indirimleri ile sağlanan saadet zincirinin sonu geliyor. Artık eldeki paralara para kazandıracak başka alanlar oluşmalı. Acaba bu başka alanları bankalar nasıl oluşturacak? Belki dövize saldırıp sistemle oynayarak rant peşine koşulacak, belki de bir başka alan bulunacak. Bildiğimiz gerçek, bu ülkede sermaye oyunları ve sermaye gücü birçok iktidarla oynayabilmiş olmasıdır.

Bugün neden her adımı bankacılık üzerinden zorunlu kıldık, diye düşününce, aklımıza gayet makul bir gerekçe verildiğini görüyoruz: "Sistemi kayıt altına almak için." Oysa kayıt altına alınan kesim alt gelir grubu ve inanın bu kesimin kayıtlı olması veya olmaması çok şey değiştirmiyor.

Ama değişen bir şeyler var. Biliyor musunuz, artık her gün daha fazla bankaların eline kalıyoruz. Ve kamu gücü bu gücün karşısında, yeri geliyor yetersiz kalabiliyor. Acaba Yeni Şafak Gazetesi olmasaydı fiyatı tüketiciye açıklanmamış ATM'lerdeki ortak nokta hamlesi ne olurdu?

Bugün bir başka gerçeğe daha dikkatinizi çekmek istiyorum: Artık çevreciyiz, dedik. Hatta George Soros bile çevre için 1 milyar dolar (1.000.000.000 USD) bağışlamışken biz çevreye duyarsız kalamayız değil mi? İşte bu noktada bankanız size geliyor "sayın müşterimiz faturanızı size ağaç kesmeden mail üzerinden yollayalım" diyebilir.

Tabii ki size de oldukça mantıklı gelebilir. Neden üç harflik fatura yerine zaten içi boş sayfalarca dolu reklâmla gelen fatura zarfı ile uğraşacaksınız ki? Bankanız size reklâm dolu sayfalarında kestikleri ağaçları söylemiyor, ama, siz fatura isteyince çevre dostu olmanızı istiyor.

Ve çevreci olmaya karar verip fatura yerine e-mail gelmesini bekliyorsunuz. Şimdi sıkı durun ve dikkat edin. İmzaladığınız sayfalar dolusu o sözleşmelerde belki vardır, ama, sözlü duymamış olabilirsiniz. O zaman şimdi okuyun:

Bankalar ağaç kesilmesin diye e-mail dedikleri mesajları size bir de GSM üzerinden yolluyor mu? Peki, o GSM mesajlarından o mesajı yollayan bankanın size hatırı sayılır bir masraf kestiğini, hem de GSM şirketinin ücret aldığını biliyor musunuz?

Bir mesaj, iki ücret: Hatta okumamıştır, diye aynı mesajı birkaç gün tekrar tekrar yollayan bankalar var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar