Almanlar bu işi iyi bilir

Alman derin devletinin ‘1 numara’sı kimse, ellerini ovuşturup gevrek gevrek gülüyorsa hiç şaşırmam. Son yılların en büyük suçüstü olayını ‘Neo-Naziler’ diye adlandırılan ‘olağan şüphelilere’ mal ederek yarasız beresiz atlatmak bütün örgütü sevindirmiştir.

Şöyle düşünün: Almanya’da Türk esnafları öldüren bir çete son eyleminin ardından ele geçiriliyor... Çetenin iki erkek üyesi için ‘intihar etmiş’ deniliyor, kadın üyeyse teslim olmuş... Kurbanların bazısı dönerciymiş; ‘dönerci cinayetleri’ adı takılmış kanlı eylemlerine... Çete bazı bombalama olaylarına karışmış, bir kadın polisi öldürmüş, sayısız bankayı soymuş...

Dikkat çekici nokta şu: Cinayetler işlenirken Alman Anayasayı Koruma Örgütü’nün (AKÖ) bir elemanı gözlemci olarak olay mahallinde bulunmuş. Çete elemanları, polis tarafından gözaltına alındıklarında, AKÖ tarafından kendilerine verilen belgeleri gösterip yakayı kurtarmışlar. Alman yetkililer de, her eylemden sonra “Türkiye’den gelen tetikçiler yapmıştır” iddiasını ortaya atmış, ölenleri suçlamış...

Her haliyle bizdeki ‘derin devlet’ yapılanmasını andıran bir durum sizin anlayacağınız... Nitekim, yerel basın çeteyi ‘Alman derin devleti’ ile ilişkilendirmekte gecikmedi.

Aradan geçen iki haftada ‘suçüstü’ yapılan çete sıradanlaştırıldı. Çete üyeleri ‘Neo-Nazi’ imişler... Her ‘Neo-Nazi’ göçmen (Türk) düşmanı ya, bunlar da bu sebeple cinayet işlemişler... ‘Irkçı’ bir partiyle de ilişkileri varmış...

Tamam, dosya artık kapatılabilir...

Oysa ‘dönerci cinayetleri’ iyi bildiğimiz ‘derin devlet’ operasyonlarını andırıyor. Almanya gibi tipik bir ‘istihbarat devleti’nde kanlı eylemlerini sürdürüp on yıldan fazla bir süre yakalanmamayı başarmak ancak devlet irtibatıyla mümkün olabilir. Belli ki, örgüt bu üç dazlağı kendi amaçları uğruna kullanmış. “Öldür” demiş öldürmüşler, “Bombala” demiş bombalamışlar...

Yıllar boyu bizde de yapıldığı gibi...

Küçük bir parantez: Almanlar ‘istihbarat’ işinde çok uzmanlar. CIA Gen. Gehlen adlı bir Alman istihbaratçı tarafından kurulmuştu; bizim Teşkilât-ı Mahsusa’nın kuruluşunu da Alman subaylarına borçluyuz.

Angela Merkel, Almanya başbakanı olarak, cinayet kurbanlarının ailelerinden özür diledi; ama işte o kadar... ‘Suçüstü’ durumunun dallanıp budaklanmasına izin vermedi Alman devleti...

Galiba bundan sonra Türkiye’nin olaya müdahil olması gerekiyor. Hem üçlü çetenin cinayetlerini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına karşı işlemesi, hem de AKÖ’nün eylemlerdeki ‘gözlemci’ statüsü sebebiyle...

Örgütün Türkiye’nin istikrarını hedef alan başka iki olayı da bu müdahaleyi zorunlu kılıyor: 1997 yılında Frankfurt’ta görülen bir ‘uyuşturucu kaçakçılığı’ davasına bir Türk politikacının adı da karıştırılmış; iddia 28 Şubat’a giden yolda bayağı etkili olmuştu. Şu yakınlarda da ‘Deniz Feneri e.V.’ davasını, 1997’de olduğu gibi, Türkiye’nin siyasi istikrarını zedeleme amaçlı kullandı örgüt...

AKÖ ajanlarının cinayet mahallerinde ne aradığından sanık ve yargılama sürecini sakatlayacak manipülatif müdahalelere kadar sorulacak pek çok soru var. Ne bileyim, belki Türkiye’nin yakın geçmişindeki bazı örtülü operasyonlar da bu süreç içerisinde aydınlanabilir.

Dosyanın kapanmasına müsaade etmemeli.

Önceki ve Sonraki Yazılar