Anayasa ve Apo

Küçük bir akvaryuma konmuş iri bir balık gibi Türkiye.

Sürekli olarak akvaryumunun kenarlarına çarpıyor.

Yaralanıp bereleniyor.

Büyük, hareketli, renkli, güçlü, taleplerinin ve dertlerinin farkında, bunları dile getiren, çözüm arayan, tartışan, gelişen bir toplum yaşıyor burada.

Bu toplum, gelip gelip “devletin” duvarlarına tosluyor.

Özgürleşmeyi, büyümeyi, çeşitlenmeyi yasaklamış bir devlet bu.

İki önemli ayağı var bu “eskimiş” devletin. Biri ordu, biri yüksek yargı.

Ordunun aslında gerçek bir ordu olmadığı, askerlik dışında işlerle uğraştığı, aklını “kendi iktidarına” taktığı, bu iktidar için her şeyi yapabileceği, darbeler, lahikalar, andıçlar hazırlayabileceği ortaya çıktı.

Kendisini yenilemekte direnmesi, gerçekleri kavrayamaması, gücünü abartması, sonunda toplumun orduyu geriletmesine ve siyaset sahnesinin dışına atmasına neden oldu.

Gelişimin önünde tek bir güç kaldı, yüksek yargı. Bu yeni anayasa değişikliği, yüksek yargının, toplumun büyümesini engelleyen duvarlarını yıkacak.

Bu yargının “hukuk dışı” gücü de geriletildiğinde Türkiye’nin önü açılacak.

Bizim Rasim Ozan’la konuşan Başbakan Erdoğan, “yeni bir anayasa” sözü verdi.

Aslında bu sözü de vermek zorunda.

Bugün Türkiye’yi ve burada yaşayan her ırktan, her dinden, her mezhepten, her sınıftan insanı temsil etmeye aday bütün partiler, topluma “yeni” anayasalarını sunma göreviyle karşı karşıya.

Eski usul hamasetle, laf çakıştırmayla Türkiye’nin sorunlarını çözmek mümkün değil, sorunlara çözüm getirmeyen partilerin yaşaması da “eşyanın tabiatına” aykırı.

Yaşamak isteyen her parti, yeni bir dünyanın, yeni bir Türkiye’nin şartlarına uymaya, bu yeni Türkiye’nin sorunlarına çözümler önermeye mecbur.

Topluma ayak uydurmak istiyorsanız, yeni bir “devlet inşa edilmesinde” rol almak zorundasınız.

Yeni bir devlet inşası için yapılacak siyasi yarışta yer almayacak bir parti, Türkiye’nin geleceğinde kendisine yer bulamaz.

Türkiye’nin “yeni bir devlet” kurmasında rol almayan, “eski devleti ve eski yapıyı” savunan her partinin er geç sahneden çekileceğini göreceksiniz.

Bu ülke, yeni bir anayasa ve yeni bir devlet yapacak.

Buraya kadar söylediklerim aklın ve mantığın icabı.

Ama toplumlar, aynı insanlar gibi, sadece akıldan değil aynı zamanda duygudan da oluşuyorlar ve bazen “duygu” aklı yok edebiliyor.

Türkiye için de en büyük tehlike, tam bir akvaryumdan kurtulup büyük denizlere açılmaya hazırlanırken, duygusal nedenlerle intihar etmesi.

Yirmi beş yıldır bir savaş yaşıyor bu ülke, bunun biriktirdiği korkunç bir öfke ve intikam isteği var Türklerde Kürtlerde, bu duygusal birikimi yok sayamazsınız.

Üstelik, “eskiyi” koruyabilmek için bu duygusal birikimi alabildiğine sömüren güçler de bulunuyor iki yanda.

Artık herkes biliyor ki ordu PKK’yı yenemez, bu mümkün değil.

PKK da orduyu yenemez, bu da mümkün değil. Bu gerçek, “iki tarafı” da huysuzlaştırıyor.

Biz bu duygusal barikatı nasıl aşacağız?

Bunun ilk adımı savaşı ve ölümleri durdurmak.

Bu, “iki tarafın” anlaşmasıyla gerçekleşebilir.

Anlaşma için de “kuvvetli bir irade”, silahlılara “sözünü dinletebilecek” bir karizma gerekiyor.

Kürtlerin “silahlı güçlerini” temsil edebilecek tek bir isim var bugün, Apo.

Cevat Öneş, Lale Kemal’e, Apo’yla yapılan görüşmeleri açıklamış, bugün okuyacaksınız, Cumhurbaşkanı Gül de dolaylı sözlerle bu görüşmeleri doğruladı.

Bunların sürmesi gerekiyor.

“Kürtlerin özerkliğinin” de bu “pazarlık masasında” yer almasından daha doğal bir şey olamaz, yeni bir Türkiye kurulduğunda bu, herkes için yeni bir hayat biçimi demek.

Bu toplum tazelenecekse, herkes için, her açıdan tazelenecek.

Bunu yapmayabiliriz, her çözüm arayışını reddedebilir ve hep birlikte kendimizi “eski” yapının içine hapsedip, başımızı küçük akvaryumun duvarlarına vura vura yok oluruz.

Ama bir de yaşamak var.

Yepyeni bir devlet ve yepyeni bir toplumla, herkesin mutlu ve özgür olacağı bir hayatı yaşamak. Hayat da, ölüm de bu toplumun önünde duruyor.

Kendi geleceğimizi de, çocuklarımızın geleceğini de biz belirleyeceğiz.

Kendi geleceğimizi belirleme gücünü kader bizim elimize verdi.

O gücü taşıyacak bilek ve akıl varsa yaşarız, o akıl yoksa hep birlikte savrulur gideriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar