
Yavuz ORTA
Anlamak Yalnızlıktır
Sevgili Dostlar,
Derler ki; insan ne kadar çok görürse, ne kadar çok anlarsa, ne kadar çok bilirse, o kadar yalnızlaşır.
Çocukken her şey daha güzeldir. Bir çocuğun yüreğinde savaş yoktur, borç yoktur, gelecek kaygısı yoktur. Çimenlerin arasında sevinçle koşar; saçına dokunan rüzgâr aslında ruhuna değiyordur. Zamanın içinden geçerken, zamandan habersizdir. Kalbi lekesiz, zihni sessiz, yüreği saf bir aynadır.
Henüz bilmenin yakıcı yüzüyle tanışmamıştır.
Belki de hakiki huzur, bilgide değil; bozulmamış bir kalbin kıyısındadır.
Ve belki de en olgun hâl, henüz olgunlaşmadan, kalbiyle görebilme kudretidir.
Çocuk, toprağa en yakın hâlidir insanın; göğe en yakın duasıdır.
Ama sonra büyürüz.
Ve büyümek, sadece boyumuzun uzaması değil; kalbimizin ağırlaşmasıdır.
Bir gün gelir… hakikatin gölgesi düşer üzerimize. Ne tam ışık, ne tam karanlık… tam da alacakaranlıktır hakikat.
Bir cümle girer kulağımıza, bir bakış dokunur yüreğimize, bir çığlık düşer vicdanımıza… Ve o an her şey değişir.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
Artık sen, ya görürsün ya da görmekten kaçarak kendini inkâr edersin.
Ve insan görmeye başladığında, acı da başlar.
Görürsün: Kendisinden, çocuğundan ya da kedisinden başka hiçbir şeyi önemsemeyenleri...
Bir maaş, bir tatil, bir ev, bir araba ile yetinenleri... “Gerisi beni ilgilendirmez” diyenleri...
Görürsün: Ümmetin yarısı açken, dörtte biri susuz, bir diğer kısmı elektriksiz yaşarken, hâlâ şükretmeyenleri...
Görürsün milletin halini:
Bir yanda kuş tüyünden yataklarda uyuyup kuş sütünden sofralarla bile mutlu olamayanları,
diğer yanda yıldızların altında değil, bombaların altında can veren masumları, bebekleri…
Neye üzüleceğini, neye şaşıracağını bilemezsin.
Görürsün: “Ben kazandım, ben yaptım” diyen kibir abidelerini…
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen vurdumduymazları…
Bir futbolcu için ölenleri, bir şarkıcı için kendini parçalayanları…
Ama aç çocuklara, bombalanan şehirlere, susuz köylere kör ve sağır kalanları…
Görürsün: Parayı, şöhreti, makamı, koltuğu ilahlaştıranları…
Amacı unutup araca tapanları…
Kendine Allah’tan başka binlerce tanrı edinenleri...
Ve sonra… konuşmak istersin.
Haykırmak, uyandırmak, sarsmak istersin.
Ama konuşamazsın.
Çünkü bilirsin:
Konuşursan yalnız kalırsın,
Susarsan için için yanarsın.
Ama susmazsan, içindeki hakikat boğulur.
İşte orada başlar hakikatin çilesi.
Kalabalığın alkışladığı sahteyi terk edip, tenhalarda gerçeğin izini sürenin yolu sarp ve dikenlidir.
Çünkü hakikat, çoğu zaman bir çöldedir.
Ve o çölde, su arayan yalnız bir yüreğe dönüşürsün.
Mevlânâ ne güzel söyler:
“Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıktan nur?”
Kalabalıklar hep yüzeyde yaşar.
Parıltıya bakarlar ama perdenin ardına merak bile duymazlar.
Çünkü perdeyi aralamak cesaret ister:
dışlanmayı, yargılanmayı, yalnız kalmayı göze almak gerekir.
O cesareti gösteren ise artık o oyunun bir parçası olamaz.
Çünkü gerçeği gören, artık rol yapamaz.
Ne garip değil mi?
Cehalet, kalabalığa ait olmayı kolaylaştırır.
Ama hakikati görmek, insanı yalnızlaştırır.
Fikir, bir başkaldırıdır.
Ve anlamak, çoğu zaman yalnızlığı seçmektir.
Zira hakikate çıkan yol, dışarıya değil, içeriye doğru kazılan derin bir kuyudur.
Yunus Emre der ki:
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.”
Mevlânâ ise tamamlar:
“Bu yol saraylardan değil, çilehanelerden geçer.”
Hakikati gören bir yürek, onu taşıyacak bir dost kolay kolay bulamaz.
Çünkü herkes oyalandığı yalanla meşguldür.
Ve sen, yavaş yavaş geri çekilirsin.
Kalabalıkların arasından sıyrılır, iç dünyana dönersin.
Herkesin kahkahalar attığı yerde sen susarsın.
Herkesin “başarı” diye alkışladığını sen yutkunarak izlersin.
Anlamazlar seni.
Belki dışlanırsın, alay edilir, unutulursun.
Ama sen bilirsin:
Artık kendinlesindir.
Çünkü yalnızlığın da bir vakarı, bir dili, bir asaleti vardır.
Mevlânâ der ki:
“Derdim nedir?” diye sorana, “Derdim kendimdir,” de.
Ve o anda gücün tarifi değişir.
Gerçek güç; herkes gibi olmamakta,
kalabalığın sustuğu yerde konuşabilmekte,
yalnızlığı göze alabilmektedir.
Ve bazen… yalnız bir kral olmak, binlerin önünde eğilen bir köle olmaktan çok daha onurludur.
Çünkü canı yananın kalemi keskinleşir.
Yalnız kalan, kelimelere tutunur.
Ve içimizde yankılanan o boşluk, zamanla bir şiire, bir duaya, bir hakikate dönüşür.
Sonunda öğreniriz ki:
Gerçek, çoğu zaman yalnızlıktır.
Ama o yalnızlık da, bazen en derin huzurun ta kendisidir.
Aynen Hira Mağarası gibi…
Kalın sağlıcakla.
Yavuz ORTA
Texas Dallas,
7 Haziran 2025
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.