Başınız sağ olsun Sayın Bakan

Bir öğretmen yazısı yazmak istiyordum...

Ben, Milli Eğitim Bakanlığı'na Ömer Dinçer'in getirilmesini çok önemsedim. Onu, üçüncü Erdoğan hükümetinin, Milli Eğitim'de bir sıçrama gerçekleştirme iradesinin göstergesi olarak gördüm. Dinçer'de bu birikim, bu misyon coşkusu vardı.

Dinçer'in "Öğrenciyi, veliyi üzeni üzerim" şeklindeki ilk demeçlerinden öğretmenler biraz huzursuz oldu. Birçok yerden buna ilişkin serzenişler ulaştı.

Bana göre Sayın Bakan eğitimde bir sıçrama gerçekleştirecekse, bu yolda el ele tutuşacağı ana grup öğretmenlerdi. Öyleyse Sayın Bakan'ın elinde, öğretmenleri, misyon coşkusuna katacak bir formül olmalıydı, bunun hazırlığı bulunmalıydı.

Oysa öğretmen camiası, hem eğitimin can damarı hem de en çok ihmale uğramış alandı.

Öğretmenin çilesi, daha tayin sırasından başlamaktaydı. Öğretmen olarak tayin edilebilmek, KPSS'de başarılı olup tayin hakkı kazanmak aslanın ağzından ekmeği almaktan daha zordu.

Sonra sözleşmeli-kadrolu problemi başlamaktaydı.

Bu statü farklılığı, aynı işi yapan iki insanın, birbirinden farklı haklara sahip olması anlamına gelmekteydi.

Üstelik bu statü farklılığının içinden, yer yer parçalanmış aile gerçeği çıkmaktaydı.

Ama kimi branşlarda 90'lı puanlara çıkmış olmak sebebiyle, yıllarca KPSS'de başarılı olamamak ve tayin edilememek, elde edilecek statü ne olursa olsun onu hem de sevinç çığlıkları ile kabul etme sonucunu doğurmaktaydı.

Fizan'a da olsa ve kadrolu değil, sözleşmeli de olsa ve ailenin parçalanması sonucunu da doğursa "Yaşasın atamalar!" denecekti.

Sonra alınan maaş sorunu vardı. Öğretmenin aldığı maaş, onları, aileleri ile birlikte insanca geçindirecek ölçüden oldukça uzaktı.

Sayın Bakan'ın "Öğretmen sorunu"nu tüm boyutları ile değerlendirip, bu büyük camianın önüne, bugüne kadar hiçbir iktidarın yapmadığı bir "coşku projesi" ile çıkması doğru olurdu.

Ben bunu hâlâ umutla bekliyorum ve öğretmen camiası ile sıkı ilişkileri bulunan bir yazar olarak, temasta bulunduğum öğretmen camialarına "umut"u seslendiriyorum.

Van-Erciş depremi herhalde birçok acı özelliği yanında, "öğretmen kayıpları" ile de hatırlanacak. Şu ana kadar 60 küsur öğretmenin cesedine ulaşıldı, 40 kadarı da kayıp. Muhtemel ki, onlar da acılar arasına katılacak.

Hepsi genç öğretmenler.

Pek çoğu bölgeye yeni tayin edilmiş insanlar.

Şu veya bu köyde, şu veya bu okulda...

"İki Dil Bir Bavul"filmindeki genç öğretmenin bir çocuğun dünyası ile buluşup, onu eğitim halkasına katmak için gösterdiği çabayı hatırlayın.

Bölgeye giden öğretmenlerin tamamı, böyle bir hikâyenin kahramanı oldular ve arkada bıraktıkları hatıralara baktığımızda, bu işten büyük heyecan da duydular. Sağ kalan çocuklar şimdi tek tek öğretmenlerinin isimlerini anıyor, Ayşe öğretmen için, Duygu öğretmen için, Sevda, Mehmet, Ömer (...) öğretmenler için "Çok seviyorduk onu, o da bizi çok seviyordu" diyorlar.

Belli ki çocukların başlarında hâlâ onların ellerinin kokusu var.

Benim bölgede görev yapan kız yeğenlerim gibi, bazen annelerinin, bazen babalarının refakatinde geldiler, tozlu yollar içinde yürüdüler, lojmanları yoktu, köyde, ilçede her nasılsa buldukları bir eve sığındılar. Köylülere emanet edildiler. Türkçe, Kürtçe farklılığına bakmayıp, kalpleriyle iletişim kurdular, kimisi evli, kimisi nişanlı idi, bekârdı kimisi de güzel ümitleri vardı ve sonra... İşte birçoğu, tabutları üzerine gelinlikleri örtülerek toprağa verildi. Geriye gazete sayfalarına düşen nişan ya da düğün fotoğrafları kaldı...

Şimdi eminim, Van'ın, Erciş'in, köylerin insanları, kendi yakınları yanında, bu genç insanlara da yanmaktadırlar.

Sevgili Bakan, bir an önce Van'a, Erciş'e gitmeli, bölgeyi taa yukarıdanaşağıya kadar dolaşmalı, köy ilkokullarında ya da orada burada nerede bir eğitim ışığı yanıyorsa oradaki eğitim önderinin kalp iklimi ile irtibat kurmalı... Sonra başka yerdeki öğretmenlerin yüreğine ulaşmalı... Bence öğretmensiz başarı yok. Öğretenlerinizi kaybettiniz, başınız sağ olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar