
Erhan BAĞ
Bir Arı Masalı: Homurdanan Kovan “Bireysel Kötülükler Toplumsal Menfaatleri Ortaya Çıkarır”
Evvel zaman içinde büyük, çok büyük bir arı kovanı varmış. Bu büyük kovan bir devlet yönetimine bile sahipmiş. Ancak bu yönetim tam bir başıbozukluk içindeymiş, adaletin ismi bile kalmamış; hatta bu arı kovanı devleti, büyüklüğünü işlediği cinayetlere borçluymuş. Burada sonuç alıcı politik hilelere erdem gözüyle bakılıyor, uyanık düzenbazlar el üstünde tutuluyormuş… Kovan üyeleri arasında bütün mesele kovana akan servetten aslan payını kapmakmış. Kovanın üyeleri bu paydan daha çoğuna sahip olabilmek için sözüm ona yeni yatırım alanları icat ettikleri için kovan ekonomisi daha da gelişmekteymiş. Kovandaki hemen her birey şahsi çıkarları için her taklayı atar, yapılan haksızlıklara menfaati gereği ses çıkarmazmış…
Masal bu ya, zaman gelmiş toplumsal kokuşmaya isyan eden yaşlı bilge arılar toplanıp “Yüce Tanrıya” toplumun ahlaklı olması için dua etmişler…Sonrasında beklenmedik şekilde birdenbire bütün arılar iyi ahlaklı güzel huylu bireyler olmuşlar… Hiçbir arının artık malda mülkte gözü yokmuş. Yönetmek ve sahip olmak cazip gelmezken iktidarda olmanın da hiçbir anlamı kalmaz olmuş. Bu yeni gelişmenin toplumsal etkileri görülürken mahkemelere garip bir ıssızlık çökmüş, bir sürü yönetici işsiz kalmış, herkes aza kanaat ettiği için yalnızca gerekli olan üretilmeye ve tüketilmeye başlanmış; bu arada kovanda işsizlik almış yürümüş. Hiçbir yükselme ve şöhret tutkusu kalmadığı için atılımcılık ve girişimcilik ruhu ölmüş; fazla mal olmayınca muhafıza da gerek kalmamış haliyle ve tüm asker arılar terhis edilip işlerinden olmuş.
Hayat böyle karmaşık duygular içinde akıp giderken bir gün kovanlar arası barıştan yana olan “erdemli arı toplumu” yaban ve eşek arı sürüsü düşmanlarının istilasına uğramış. Yokluk, kayıtsızlık ve nüfusun azalması yüzünden bizim arı kovanı düşmanlarına karşı hiçbir tedbir alacak gücü kendisinde bulamamış. Birçok acı gelişmeden sonra felaket artıkları, bir ağaç kovuğuna sığınmışlar ve geriye üç beş tane erdemli arı olarak yaşamaya devam etmişler…”
Bir özetini vermeye çalıştığım “Arılar Masalı’nda yazar, arı kovanını toplumsal düzen içinde yaşayan insanlardan oluşan bir ülkeye benzetmiştir. Hollandalı düşünür ve yazar Mandeville (1670–1733) bu masal kitabında insan doğasının hırslı, tamahkar, bencil, çıkarcı, ikiyüzlü, ihanete meyilli, sahtekâr ve aşırı tüketim odaklı savurgan yönüne dikkat çekmiş; bütün bu insan tabiatlarının da ilerlemenin itici gücü olduğunu savunan düşüncesiyle “ahlâk ve ekonomi” arasındaki paradoksal (çelişkili) ilişkiyi ortaya koymaya çalışmıştır. Bir ahlak, toplum ve ekonomi kuramı içeren The Fable of the Bees (Arıların Masalı, 1705) bütün sosyal ve ekonomik eylemlerin öz çıkardan kaynaklandığını iddia eder. İnsanın her eyleminin altında sürekli doyurulma isteği içinde olan “ben sevgisi”, kibir, hırs ve kendini beğenme gibi güçlü duyguların olduğunu güçlü şekilde savunur.
Kapitalist yaklaşımın yakın tarihteki ilk zihin kodlarını eken düşünürün, ahlakın temel esaslarının insanoğlunu itaatkâr ve birbirine faydalı hale getirmeye çalışan ‘hünerli politikacılar’ tarafından oluşturulduğunu iddia eden bir yaklaşımı vardır. Mandeville’e göre özünde “iyi eylemeye meyilli olmayan insan”, kanun koyucuların çabaları ve uzun süreçlerin sonunda toplum yararına eylemeyi öğrenir. Doğasından vazgeçmesi mümkün olmayan insan bencilliklerini gizleyerek mütemadiyen bencil tutkularının peşinden gider…Bu yaklaşıma göre insan bencilliği hem doğal hem de erdemli bir şeydir. Buna göre dürüstlük veya iyilik gibi nitelikler toplumu ileriye götürmekten ziyade geriletme özelliğine sahiptir. Toplumun en küçük yerinde bile görülen kötülükler, hinlikler, hırslar, ihanetler bütünün adeta cennet içerisinde yaşamasını sağlarlar. Bunun en büyük göstergesi herkesin açgözlü bir şekilde yaşadığı toplumlarda görülen refah ve mutluluktur. Avukatlardan doktorlara, marangozlardan mühendislere, berberlerden din adamlarına herkes “ben sevgisi ile” kendilerini düşündükleri için toplumda inanılmaz bir bolluk yaşanmaktadır.
Mandeville erdemsizlik olarak addedilen lüks düşkünlüğü, para hırsı, açgözlülük, kibir, gösteriş merakı, kıskançlık, savurganlık, ihanet ve çatışma gibi tutkuların müreffeh bir toplum için gerekli olduğunu ifade eder ve erdemsizlikleri yüceltir. Müreffeh toplumların ahlaki motivasyonlarının iyi niyet, dürüstlük, adalet, eşitlik, yardımlaşma gibi erdemler olmadığını gözler önüne sermeyi amaçlar. Ona göre bireysel kötülükler toplumsal menfaatler sağlamaktadır…
Buraya kadar anlattıklarım, Batının “kapitalizm bataklığı”nda kalmakta ısrar ederek, öne sürdüğü ne kadar yaşam önerisi varsa motivasyon kaynağı olması bakımından çok önemlidir. Önce tüm Batıyı, sonrasında tüm küreyi sarıp sarmalayan bencil kapitalist yaklaşımların insanlık ailesini nasıl bir uçuruma sürüklediğinin en açık göstergesi bunların zihinsel kodlarının nerelerden beslendiğinin farkında olmak, ana akım dışında “başka şeyler söylemek” in” başlangıcıdır.
Bütün kadim kültürlerde insanı insan yapan erdemler yüceltilmiş, toplumun dengeli bir yaşam sürmesi bu erdemleri sahiplenmeye ve toplumsal bünyeye hâkim olmasına bağlanmıştır. Bütün devletçi, toplumcu öğretiler başkasına, başka toplumlara ve doğal dengeye zarar vererek ilerlemenin ve düzen kurmanın insanı insan olmaktan uzaklaştırdığını farklı pencerelerden ortaya koymuşlardır. İnsan bu saplantılı bakış açısının aksine fıtraten iyiliği ister ve iyilik taraftarıdır; onu bu huzurlu yoldan ayartan baş düşmanı egosunun şeytanla iş birliğiyapmasından başka bir şey değildir. Bu vahşi ve bencil yaklaşımın aksine, bin küsur yıldır toplumsal kodlarımızı yoğuran İslam’ın Peygamberi Hz. Muhammed (AS) gerçek müminleri arılara benzetir ve şöyle buyurur: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki; gerçek müminlerin misali bal arılarının misali gibidir. Onlar sadece temiz ve helal olanı yerler, sadece temiz ve helal olanı üretirler. (Onlar helal ve temiz olanı elde etmek, helal ve temiz olanı üretmek için) her yere konarlar fakat (tabiattan) hiçbir şeyi kırmazlar ve hiçbir şeyi bozmazlar.”
Erdemli toplum ve devleti için Sokrates, Platon, Farabi, İbn-Haldun, Nizam ül Mülk gibi düşünürlerin söylem ve eserlerine bakıldığı vakit tek tek bireylerin mutluluğu yanında toplumun bütününde hâkim olması istenen şeyin “toplumsal huzur” olduğu görülür. Örneğin büyük Türk/İslam düşünürü Farabi’nin siyaset anlayışı insan merkezlidir. O’nun siyaset felsefesinin ana temasını “erdemli şehir” oluşturur. Erdemli şehrin dayanağı ve amacı mutlak saadettir. O’na göre; en iyi devlet gerçek adalete dayanan devlettir. “Adalet her değerin özündeki mutlak zaruri bir unsurdur. Erdemli şehrin yöneticisi siyasi güç ile felsefi bilgeliğe sahip başkandır ve bu başkan on iki niteliğe sahiptir. Fârâbî devletleri erdemli şehir ve erdemli olmayan şehirler olarak sınıflandırır. Erdemli şehir âlimlerin, bilgelerin ve erdemli kişilerin bulunduğu bir yerdir. Bu şehirde toplum üyeleri birbirine yardım eder. Öte yandan erdemli olmayan şehirler dört çeşittir: Cahil şehir, fasık (günahkâr)şehir, değişken şehir ve sapkın şehir. Erdemli olmayan şehirlerde insani değerler gelişmemiştir; bunlar, başkalaşmış ve bozulmuş (fıtrattan uzaklaşmış, insani kıymetlerini kaybetmiş) niteliksiz toplumların şehirleridir/devletleridir” vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.