Bir iç politika sorunu olarak “USrael”le ilişkiyi sorgulama zamanı

Mesleki kariyerinde şehrimizin kapladığı yer bakımından hemşehrimiz sayılan Vecdi Gönül'ün Savunma Bakanı olarak İsrail konulu hiçbir soruya cevap vermemesi, her defasında topu Başbakan'a veya Dışişleri Bakanı'na atarak Savunma Bakanlığı bürokratı gibi hareket etmesinin iktidar partisi içinde hiç mi yankısı yok acaba?

Hükümetin Gazze faciasına veya Filistin meselesine gösterdiği hassasiyete rağmen, hatta 2011 seçimlerinde bu meselenin temel tartışma başlıklarından biri olacağı yeterince anlaşılmışken böylesine işlevsiz, anlamsız, etkisiz ve ilgisiz bir bakanın kabinede hâlâ duruyor olması AK Partililerde ve AK Parti seçmeninde en küçük bir kuşkuya bile yol açmıyor mu? Başbakan'la bu kadar derin bir çelişki, zıtlık, uyumsuzluk ve alakasızlık sergileyen bir bakanın yerinde durmasıyla Gazze faciasındaki samimiyet arasında ilişki kurmak istesek haksız mıyız?

Erdoğan'ın, Gazze faciası üzerine söylediklerinin samimi olduğunu kanıtlamak için mutlaka cevap verilmesi gereken sorular ve mutlaka telafi edilmesi gereken sorunlar var: İsrail'in nükleer silahlarını ve kapasitesini denetime açmak için Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nda yapılan oylamada neden olumlu oy kullanmadınız? “Arap Türksüz olmaz” şiirini okumaya gelene kadar yapılması gerekeni neden yapmadınız ve Arapların bütün ricalarına rağmen bölgemiz için en büyük tehdit olan İsrail'in nükleer silahlarının denetlenmesini sağlayacak kararı neden engellediniz? O oylamada olumlu oy kullanmayan bürokratı üstelik bir de MİT müsteşarlığıyla neden ödüllendirdiniz? İsrail'in kendi meşruiyeti için büyük önem taşıyan ve yıllardır gerçekleşmesi için uğraştığı OECD üyeliğini neden onayladınız? 2009'da Gazze savaşı sırasında İsrail'in işlediği savaş ve insanlık suçlarının Türkiye'deki mahkemeler yoluyla dava konusu yapılması ve insanlık suçu işleyen İsrailli yöneticiler hakkında yargı kararı alınmasını sağlamak üzere dava açılmasına neden izin vermediniz?

İsrail “Özgür Gazze” filosunda cinayet işlemeyi sürdürürken neden 7 saat boyunca kabineden hiçkimsenin parmağı kımıldamadı, kimsenin ağzını bıçak açmadı? Aradan geçen o kadar saatin ardından, olanlar olup facia yaşandıktan sonra kameralar karşısına geçen Bülent Arınç'ın yasak savma ve taze suya tirit kabilinden açıklamasında Türkiye'nin vatandaşlarının uluslararası sularda korsanca bir yöntemle İsrail tarafından öldürülmesi, yaralanması ve kaçırılmasına neden değinilmedi bile? Türkiye'nin bu korsanlıktan doğan yükümlülükleri neden bahis konusu dahi edilmedi?  Belagata pek meraklı Arınç, neden düşük bir ses tonu ve vaizlerin ağlamaklı ses rengiyle elindeki metni hızlıca okuyup bitirdi ve yaşanan facianın büyüklüğünü teskin edecek bir çıkış yapmak yerine “kimse İsrail'le savaşmamızı beklemesin” dedi?

Mavi Marmara gemisine korsanca yöntemle saldıran İsrail'in işlediği cinayete ve gemideki yolcuları kaçırmasına karşı Türkiye'de sokaklar hareketlendikten, öfke ve tepki tam anlamıyla patladıktan sonra ortaya çıkan Başbakan Erdoğan her ne kadar nispeten sert sayılabilecek bir açıklama yaptıysa da kendi kabinesinden gelen acaip ve tuhaf beyanlara neden itiraz etmedi, o beyan sahiplerini neden tekdirle uslandırmadı?

Neden İsrail'le hiçbir anlaşma hâlâ iptal edilmiş değil? İsrail 2009'da Gazze'yi kimyasal silahlar ve seyreltilmiş nükleer bombalarla harabeye çevirmesine karşın neden askeri tatbikatların tümü iptal edilmedi? Neden hâlâ İsrail'e karşı bir tek yaptırım uygulanmış değil?

Türkiye'nin bir dışpolitika ülkesi olarak iddialarıyla küresel rekabete çıkmasındaki payı küçümsenmeyecek olan Erdoğan'ın, 2011 seçimlerinin bu müstakbel tartışmasına başlamadan önce, zikrettiğimiz şüpheleri izale edecek işler yapmasının samimiyet imtihanında başarılı sayılabilmesi için son derece gerekli olduğunu hatırlatmalıyız.

Türkiye, büyüyen ekonomisiyle, küresel etkinliğiyle ve Balkanlar'dan Kafkaslara, Asyalardan medeniyetler tarihinin merkezi olan bölgemize kadar yayılan geniş coğrafyadaki nüfuzuyla geçmişte olduğu gibi artık bir dışpolitika ülkesidir. Sadece Anadolu topraklarını kurtarabilmiş ve o küçük alanda varoluş mücadelesi verdiği için de nispeten içine kapalı kalmış “Kuruluş” yıllarından bu yana köprünün altından çok sular aktı. Lozan'ı imzalamak zorunda kaldığımız koşullar da yok, küçük de olsa bir vatan kurtarma hissiyatıyla o masaya oturmak durumunda kalan Türkiye de sözkonusu değil şimdilerde. Öyleyse ikinci büyük savaştan tevarüs eden mirasa ve soğuk savaş döneminde iyice köhnemiş uluslararası rejimin eskimiş kabüllerine göre hareket etmenin neden gerektiğini tartışmaya açmak Türkiye'nin menfaatinedir.

Türkiye, esas itibariyle güvenlik doktrinine dayanan Batı sistemiyle işbirliğini mevcut şekliyle sürdürerek bu tartışmayı yapamaz. “USrael” (Bu kavramı, ABD ile İsrail'in tek bir beden olduğunu ifade etmek üzere kullanıyoruz) sadece dışpolitikamızın değil, iç politikamızın da temel sorunu haline gelmişken, Ankara, bu sorunla stratejik ilişki içinde olmaya devam ederek kendi menfaatlerini nasıl koruyabilir? “Özgür Gazze” filosuna saldırıldığında savaş uçaklarımızı İsrail korsanlığını caydırmak üzere Akdeniz'e yollamaktan sözedenler o uçakların nasıl uçacaklarının ve hangi hedefleri vurabileceklerinin (ya da vuramayacaklarının!) Tel Aviv'in modernizasyon tezgahında tasarlandığını biliyorlar değil mi? İlişkiden de öteye geçen bu yakınlığın sorgulamasını yapmadan ve o sorgulamanın gereğini yerine getirmeden Erdoğan nasıl “Gazze fatihi” olmakla ödüllendirilebilir?

Ecevit'in Kıbrıs'ına karşı Erdoğan'ın Gazze'sinden bahsedebilmemiz için Erdoğan'ın samimiyet imtihanından geçer not alması lazımdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar