Teslime Gülsen NURDOĞAN
Bir Sure Bir Dost Bir Dede
Bugün bir arkadaşımdan bahsetmek istiyorum. Hani biliyorsunuz Allah kendisi için muhabbet edenleri sever. Bunları yazmamın sebebi ise Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek sünneti seniyyesidir. Efendimiz Aleyhisselam muhabbeti ısrarla tavsiye etmiştir. Kendinize Allah yolunda kardeşler edininiz buyurmuştur. Dinimizi anlatan kitaplarda bu bahis tatlı tatlı anlatılır. Hele Gazzali’den okusanız.. Mübarek alim, bu konuyu en ince ayrıntısına kadar anlatmıştır.
Allah’tan ötürü birbirine muhabbet edenlere Rabbimiz cennet vaad ediyor. Hesap divan kurulduğu, herkesin -acaba ben ne olacağım yoksa cehenneme mi gideceğim- diye korkudan zangır zangır titrediği o mahşer gününde Allah’tan ötürü birbirini sevenlere arşın gölgesinde Peygamberlerle birlikte oturma şerefi ihsan ediliyor. Bu konuda daha çok şeyler var ama ben uzatmayayım.
İşte bugün bir çocukluk arkadaşımdan bahsetmek istiyorum.İsmi Melek.
Meleğim…
Benim arkadaşım, çocukluğum, köylüm, yarenim, dostum… Biz onunla henüz altı yaşındayken Yatılı Bölge Okulunda tanıştık. Okullar köylerimize uzak olduğu için devlet okulsuz köylerdeki çocuklara yatılı okul açmıştı. 1976’da. Proje kime aitse Allah onlardan razı olsun. Bu okul sayesinde onlarca kişi eğitim aldı. Onların bir kısmı halen devletin kurumlarında görev yaparken bir kısmı baba ocağının çiftine çubuğuna döndü. Kız öğrencilerin bir kısmı aldıkları eğitim sayesinde muhteşem ev hanımları oldular.
Eğitimle ev hanımlığı arasında nasıl bir ilişki var diye sorarsanız anlatayım.
Yatılı okul.. adı üzerinde orada yatıp uyuyoruz. Orası bizim hem okulumuz hem yuvamızdı. Kızlar ev ekonomisi dersleri, dikiş dersleri alırken erkek öğrenciler iş-teknik dersleri adı altında hayat boyu lazım olacak birçok şeyi öğreniyorlardı. Tıkalı lavaboyu açmak, elektrik tamiratı yapmak, ağaç-marangoz işleri yapmak gibi.
Erkek öğrenciler futbol turnuvalarına hazırlanır kızlar voleybol. Başarı üstüne başarı kazanan gençler yetişti Yatılı Bölgede. Müzik dersleri enstrümanlarla, işinin ehli öğretmenler tarafından verilirdi. Okul değil bir dünyaydı Yatılı Bölge. Yetenekli öğrencilere piyesler ve tiyatrolar yaptırılırdı. Tohum adlı piyese en yetenekli öğrenci seçilmiştim ama oynamadan da ayrılmıştım. Elimde mikrofon, 500 kişilik seyirci önünde muhteşem bir monolog icra etmiştim mesela. Okuyacağım monolog ve şiirleri kendim seçerdim. Öğretmenlerim bu konuda bana güvenirlerdi.
Halk oyunları, özellikle halaylar öğretilirdi. Folklor ekibinde de vardım fakat hoca beni bu konuda biraz robot gibi bulmuştu. Trampet çalmayı bir türlü becerememiştim ama Trampet ve bayrak ekibinin -bu ekibin bir adı vardı diyemedim- hah hatırladım bando takımı… Arkadaşlarımın trampete ince çubuklarla ustaca vuruşu hoşuma giderdi ama yapamamıştım işte. Oldum olası enstrüman çalma aşkı halen vardır bende. Geçenlerde Konya’da bir düğüne gittik. Kadınlar kaşık çalıp oynuyorlardı. Meğer oralarda kaşık oyunu meşhurmuş. Kaşık sesi de hoş. Orada altı yedi yaşındaki bir kız çocuğundan kaşık çalmayı öğrendim. Rahmetli Es’ad hocam:”Kişi musiki ve edebiyattan da anlayacak” diyor.
Neyse asıl konu Meleğimdi. Melek arkadaşım. Melek huylu arkadaşım. Allah seni cennetlik etsin.
Halen görüşüyoruz. Kendisi Antalya’da otel bölüm müdürlüğü yapıyor. Bir araya geldiğimizde ise muhakkak yatılı okul günlerimizden konuşuyoruz.
Melek sıra arkadaşımdı benim. Senelerce aynı sırada oturduk. Hoca bizi ayırsa dahi bir yolunu bulur beraber otururduk. Terbiyeli öğrenciler olduğumuz için öğretmenlerle de başkalarıyla da problemimiz olmazdı.
Sıramız cam kenarıydı. Paralelimdeki sırada okulun en çalışkan öğrencisi Şakir otururdu. Şakir şimdi profesör. Allah selamet versin. Şakir’le de bu sene karşılaştık. Ankara Üniversitesindeymiş. Alanı eğitim imiş. Şakir, Yatılı Bölge Okulunda iyi bir eğitim almıştır. Bunun meslek hayatında faydasını gördüğünü düşünüyorum. Selamet diliyorum kendisine.
Melekle aynı sırada otururduk. Benden ayrılmazdı. Yeni işittim; Allah’tan ötürü birbirini seven iki kişiden hangisinin muhabbeti daha çoksa onun derecesi diğerinden daha yüksekmiş. İşte Melekciğim de bana düşkündü. Bu yüzden onu daha da çok seviyorum. İlk kitabım olan “Kaf Dağı Yolcusu Kalmasın”da ondan bahsetmiştim. Melegi başlıklı yazımda. Çünkü öğretmenimiz ona Melegi derdi. Melegi adını ona ilkokul öğretmenimiz Mehmet Köysüren vermişti.
Meleği telefonla aradım. Memleket tarhanasını sever. Daha önce yaptım gönderdim kendisine. Bu sene de biraz tarhanam vardı.
Alır mısın dedim?
“Sen yaparsın da almaz mıyım?” dedi.
Cümleye bakar mısınız?
Vallahi ben ona tarhana satmadım o beni esir aldı.
Kendi evimin tarhanasını yaparken biraz fazla yapıp satıyorum. Üç beş kuruş harçlık oluyor. Hem alın terimle kazanmayı seviyorum. Bu benim için ayrı bir ibadet niteliğinde. Bu yüzden salça yaparsam, tarhana yaparsam fazlasını satıyorum.
Ama aslında benim Meleğe olan bağlılığım Hümeze suresinin en sonundaki “Mümeddedeh” kelimesiyle bağlantılıdır. Bana Meleği hiç unutturmayan şey Hümeze suresindeki son ayet; Fî amedim mümeddedehtir. Kelimenin içindeki dedeh hecesi bana Meleği ve onun muhterem dedesini hatırlatıyor.
5-6 yaşındaydık ikimiz de. Yatılı Bölge Okuluna geldiğimiz yıldı. Yeni tanışıyorduk. Aynı köyün farklı mahallelerinden olduğumuz için birbirimizi daha önce görmemiştik Fakat babalarımız tanışıyorlardı. İkimizin de babasının ismi Mustafa’dır bu arada. Kalayçı Mustafa derlerdi babasına. Oradaki harf ç gerçekten, köyde öyle diyorlar. Amca vefat etti, Rabbim rahmet eylesin.
Neyse biz okulun yan tarafındaki zeytinlerin altında oynuyorduk. Hep toprakla ilgili oyunlar oynardık orada. Taş ve toprak ana oyun malzemelerimizdi. Birbirimize dedelerimizi ve ninelerimizi anlatıyorduk. Ya da bildiğimiz duaları söylüyorduk.
Ne kadar ilginç değil mi? Tanışırken önce insan kişinin neyini sorar?
Hangi duayı biliyorsun sen?
Fatihadan başlıyor okumaya. Fatiha amentü subhaneke vs. 6 yaşındaki çocuk kaç dua bilirse öyle.
Melek benim bilmediğim bir dua okudu. Biz o zaman surelere de dua diyoruz. Çocuğuz ya. Melek bilmediğim bir şey okuyor.
Veylülli külli hümezetil lümezeh.
Ellezî cemea me lev veaddedeh
Yahsebü enne melehû ahledeh
Kella le yünbezenne fil hutameh
Ve me edrake melhutameh
Nerullahil mû gadeh
Elletî tettaliu alel ef ideh
İnnehe aleyhim mü’sadeh
Fî amedim mümeddedeh
Şaşkın şaşkın dinliyorum ben bu duayı pardon bu sureyi. Hiç duymamışım. Bütün duaları benim bildiğim dualardan ibaret sanıyorum. Şaşkınlıkla ve hayranlıkla baktığımı gören Melek şımarıyor ve bana çalım satarak; “Bunu bana dedem öğretti.” Diyor. Üzülüyorum, canım sıkılıyor.
Peki benim ninem niye öğretmemiş bunu? diye kızıyorum. Melek dedesiyle övünüyor ben de ninemle. Ve ondan sonra hafızamdan Hümeze suresinin en son kelimesi Mümeddedeh hiç ayrılmıyor. Meleğin dedesiyle mümeddedeh arasında bağ kuruyorum bir ömür. Ben Meleğin dedesini bunun haricinde hiç tanımıyorum.
Allah onun dedesine de benim nineme de rahmet eylesin. Bize sure ve duaları öğrettiler.
Melek arkadaşıma bu hatıramızı anlattığımda bana dedesinden bahsetti.
“Dedem çok çalışkandı dedi. Ayağa kalkamayacak derecede hastayken bile sürünerek tarlaya gidip küncüleri çekmişti dedi. Küncü susam demek. Susam bitkisinin meyveleri olgunlaşınca bitki topraktan çekilip kurutuluyor. Sonra susam, bitkinin kabuklarından çırpılarak ayrılıyor.
Dedem çok çalışkandı dedi anlatmaya devam ederek. Yüksekçe bir yere tahta çardak yapmıştık. Orası serin ve güzeldi. Dedem orada oturmayı severdi. Otururken bile boş durmazdı. Elinde keserle tahtaları yontar, bir şeyler yapardı. Köyün muhtarıydı dedem. Ata binerdi. Atı dört nala sürerdi, ben hatırlıyorum. Ben o atın dedem üzerindeyken hiç normal gittiğini hatırlamıyorum. Çok hızlı at sürerdi. Muhtarlık işlerini de at üstünde görüyordu. At üstünde gider diyeceğini attan inmeden der, hızlıca dönerdi.
Dört yıl askerlik yapmış dedem. 1 yıl İngiltere’de esir kalmış. İngilizler yere bir kibrit çöpü de atmazlar derdi. Mekke’ye Medine’ye gitmiş. Aç kalmışlar, ölü katır etini yemiş açlıktan. Kur’an’ı kendi kendine öğrenmiş.
Babanın babası mı annenin babası mı dedim. Babamın babası dedi. Kalayçı Mehmet derlerdi. Kalaycılık yaptığı için öyle demişler. 4 oğlu vardı ama bizde kalırdı. Annem ekmek yapar dedem pişirirdi.
Annem de ona yaşlılığında çok iyi baktı. Bebek gibi baktı. Tertemiz. Önüne alır, leğende yıkandırırdı dedemi. Biz bunları hep gördük. Allah hepsine rahmet eylesin.
Meleğin annesi babası ve tabi ki dedesi rahmeti rahmana kavuştular çünkü.
Dedim ki bak Melekciğim köyün kültürünü sen de bilirsin. Kadına yardım etmeyi kılıbıklık sayanlar vardı. Ama senin deden gelininin ekmeğini pişiriyor. Tıpkı Peygamberimiz Aleyhisselam gibi. Peygamberimiz ev işlerine yardım edermiş. Bak senin deden de yardım edermiş. Çok çalışkan olduğunu söylüyorsun. Hiç boş duramazdı diyorsun. İşte bu İslam ahlakıdır. Elhamdülillah ben de Allah emrediyor diye böyle olmaya çalışıyorum. Bir işim bitince başka işe koyuluyorum. Bunu Kur’an’dan öğrendim.
Melekciğim bunları yazacağım. Allah'ın izniyle okundukça deden de sen de hayırla anılacaksınız dedim. Hoşuna gitti güldü. Baksana dedim şu kaçma hikayeni de anlat onu da yazayım. Senin cesaretine hayranım dedim. Güldü. Öyle hayatım dedi. Bu sayede ayakta duruyorum. Azmim ve cesaretimle dedi. Canım arkadaşım. Benim meleğim. Cennetlik olasın e mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.