Teslime Gülsen NURDOĞAN

Teslime Gülsen NURDOĞAN

Bu gece o kadar mühimdir ki davul da çalınsa yeridir

 

''Ol Rebîülevvel ayın nîcesi ,Onikinci gece isneyn gecesi''

''Ol gece kim doğdu ol hayrü'l beşer Anesi anda neler gördü neler''

Kitaplarından istifade etmeye çalıştığım, aynı zamanda adı ülke sınırlarını aşmış, evliyaullahtan bir zâtı muhterem, şimdi rahmet-i Rahman'da olan kıymetli hocamız M.Zahid Kotku rahmetullahi aleyh, bir mevlid kandili günü o günün önemine binaen hiç bir program yapmayan İskenderpaşa camii cemaatine, tatlı bir celal içinde: '' Ne bir mevlid okutan var, ne şu faaliyeti yapan!.. Bu gece o kadar mübarek, o kadar mühimdir ki, davul zurna bile çaldırılsa onun da yeri vardır.'' demiş. Mevlid Kandili günü vesilesiyle gelin biz de mevlidi konuşalım, diyorum...

Süleyman Çelebi rahimetullah şâhâne eseri Mevlid-i şerif kasidesini 15. yüzyılda yazmıştır. Onun Mevlidi'nin Türk edebiyatına etkisi çok derindir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde, 1950 yılında ''Türkçe Mevlid Metinleri'' adıyla hazırlanmış bir doktora tezinde, yalnız İstanbul Kütüphaneleri taranarak Süleyman Çelebi ile birlikte 30 ayrı mevlid metni tesbit edilmiştir. Nitekim mevlid denince halkımızın ilk aklına geleni Süleyman Çelebi Mevlidi'dir. Araştırmanlar da, Türkçe mevlid metinlerinden Süleyman Çelebi'nin mevlidinin Türk edebiyatında derin izler bıraktığını söylemektedirler.

Süleyman Çelebi'nin Bursa Ulu camii'nde imamlık yaptığı dönemde İran'lı Şii bir vaiz, Bakara Suresinin 285. ayetini kendi bilgisine göre tefsir etti. Bakara 285'teki: ''Allah'ın peygamberlerinden hiç birini birinden ayırd etmeyiz'' ayetiyle bütün peygamberlerin aynı seviyede olduğunu söyledi. Bu, cemaat arasında tartışmalara sebeb oldu. Halbuki 253. ayette: ''İşte peygamberler! Biz onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık.....'' buyurulmaktaydı.

Süleyman Çelebi Şii vaizin bu söylevine çok üzüldü. Gayret-i dînîyesi galebe çaldı.Bu nedenle bu Mevlid kasidesini bir gecede yazıp bitirdi. Meselenin mahiyetini ilmi esaslara muvafık ve ehli sünnet mezhebine uygun bir biçimde açıkladı. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in diğer peygamberlerden olan üstünlüğünü de şu beyitler ile dile getirdi.

''Olmayıp İsa göğe bulduğu yol, Ümmetinden olmak için idi ol''

''Çok temenni kıldılar Hak'tan bular, Ta Muhammed ümmetinden olalar''

''Gerçi kim bunlar dahi mürseldurur, Lik Ahmed efdalü ekmeldurur''

''Zira ol efdalliğe layıkdurur, Anı öyle bilmeyen ahmakdurur''

Yrd. Dç. Dr. A. Hümeyra Aslantürk de, ''SÜLEYMAN ÇELEBİ MEVLİDİ’NİN KUR’ÂNÎ KAYNAKLARI'' adlı makalesinde Mevlid-i şerif kasidesi hakkında şu açıklamayı yapar.

''Tabiidir ki, İslâmî esaslara göre Hz.Muhammed'i ve O'nun ahlâkını tanıtıp medhetmek, öncelikle Kur'ân'ı iyi bilmeyi gerektirir. Buradan hareketle, Mevlid'in bölüm ve fasıl başlıklarına baktığımızda na'ttaki sıralamanın Kur'ân'ın ana konularından olan “Tevhid-Nübüvvet-Ahlâk” çerçevesinde şekillendiği görülmektedir. Allah'ı tanımak ve sevmek için O'nu bize anlatıp tanıtacak olan peygamberi tanıyıp sevmek gerekmekte; peygamberi tanıyıp sevmekse Allah'a olan kulluğun vazgeçilmez kurallarından sayılmaktadır. Allah'ı ve peygamberi tanıyıp anlamanın yolu da Kur'ân'ı tanıyıp anlamadan geçer. Vesîletü'n-Necât'ın bu adı alması ondaki anlatım ve anlam silsilesinin bütünüyle insanların ebedî kurtuluşuna yol gösteren bir örgü içinde şekillendirilmesindendir. Eserin muhtevası ile ismi arasındaki tutarlılık bile Hz.Peygamber ile Kur'ân ahlâkı arasındaki tutarlılığa ışık tutmaktadır. Dolayısıyla samîmî bir mü'minin Allah'a ulaşmasının, İslâm dînini doğru yaşayarak kurtuluşa ermesinin ancak O sevgiliye tam bir muhabbet ve sadâkatle uyulmasıyla eşdeğerde olduğu ısrarla vurgulamaktadır.

Bu açılardan incelendiğinde; Mevlid'in her beytinde ve hatta her mısraında Allah'ı anmanın, Peygamberi sevip O'na tâbî olmanın, Kur'ânî düsturlara muhâlif davranmamanın lüzûmuna işaret edilmiştir. Eserin edebî özellikleri ve orjinalitesi üzerinde kıymetli çalışmalar yapan A.Neclâ Pekolcay'ın “Süleyman Çelebi'nin inanç vâdisindeki gayreti bir Türkçe Mevlid çığırı açmakla kalmamış, halkları İslâm'a da yöneltmiştir”[7], diyerek ısrarla altını çizdiği husus; Süleyman Çelebi'nin bu eseri yazmaktaki amacının, bir na't veya mehdiye yazmaktan öte insanları sağlam bir itikada, dürüst bir din anlayışına ve bunun gereği olan salih bir amel ve güzel ahlâka davet etmesi gerçeğidir. Bu açıdan değerlendirildiği zaman, Vesîletü'n-Necât, ismiyle müsemmâ bir eserdir ve başından sonuna kadar her cümlesinde Kur'ân'dan, hadisten, ahlâktan izler taşımaktadır. Eserin bu bakış ve anlayışla okunduğunda insan rûhuna verdiği sürûr ve güvenle, mü'minin dimağına Hz.Muhammed'in gül kokusundan esintiler sunduğuna, çok farklı bir heyecan ve atmosfere taşıdığına şahit olmaktayız.''

Bir çoğunuz gibi ben de Mevlid'i ilk kez, çocukluğumda dinlemişimdir...Dambaşlarına serilen minderler üzerinde hocalar ve köyün kelli felli adamları edep ve sükunet içinde otururlar, hocaefendinin ağzından Kur'an gibi dökülen Mevlid-i şerif şiirini dinlerlerdi. Kur'an gibi dinlenirdi, Kur'an gibi gelirdi bize, çünki çocukken hocaların okuduğu şeyin, Mevlid mi, Kur'an mı olduğunu anlamazdık. Ha Mevlid okunması ha Kur'an okunması, ikisi de birdi biz çocuklara...

Kadınlar, erkeklerden uzakça bir yerde fakat Mevlid'in işitileceği bir yerde topluca oturur, onlarda da bir edep ve sükunet.. Onlardaki bu huşuulu duruşu başka zaman görmezdik, garipserdik. İlgimizi çekerdi biz çocukların... Başka zaman birbirleriyle en normal konuşmalarda bile seslerini yüksek perdeden alan bu insanlar bugün nasıl susuyorlar? Bugün ne var? derdik... Çocukluğumun verdiği ve büyüklerimin de bana olan ilgi ve sevgileri, ilk torun, ilk çocuk olmam hasebiyle şımartılışım..bir yukarıya amcaların, hocaların yanına, bir aşağıya yemek hazırlayan hanımların ayaklarına dolaşışım..arada bir bana kızan söylenen bir amca ya da tanımadığım başı fesli bir kadın..Hâlâ burada neler olacağını anlamayışım, soru dolu bakışlarla etrafı seyredişim...çocukluğum ve mevlid. Yıllar sonra işin hakikatına erdiğimde duygulanarak hatırladığım bu güzel anılarım...

Rahmetli babaannem çok severdi Mevlid okutmayı. En net hatırladığım, babaannemin toprak damının başında okunan bir Mevlid günüdür. Bir de babaannemle başka bir köye Mevlid için gittiğimizde orda da dam başına toplanıldığını fakat bu kez dambaşında kadınların oturduğunu erkeklerin ise başka bir yerde bulunduğunu hatırlıyorum. Genellikle vefat eden birinin ardından, ölen kişinin hayrına ve geçmiş aile büyüklerinin hayrı için, gelin gelen kızın yeni evindeki ilk sabahında, veya başa gelen hayırlı bir olayın şükür bâbı kapsamında, hep Mevlid okutulurdu.

Bizim köyümüz dağlık bir köydür. Camisi köyün en merkezi bir yerindedir fakat camiyle aramızda bir dağ vardır ve camideki ezan sesi bizim köye gelmez. Babaannem güneşin eğilişine, doğruluşuna göre namaz kılardı. Belki ezan sesi dahi duyulmayan bu küçücük oymakta mevlid gibi uzuun bir kâsidenin edep erkan içinde dinlenişi, Mevlid dizelerinin arasında Kur'an okunuşu bu yüzden beni çok etkilemiştir...

Her bölümü birbirinden güzel olan Mevlidin şu iki dizesi dilime dolanır gönlümü bi-hôş eder, ''Ol Rebîülevvel ayın nîcesi, Onikinci gece isneyn gecesi''...Efendimiz sallallahü aleyhi vesellemin dünyaya teşrif ettiği günün zikredildiği bu dizelerin terennümünü severim. İsneyn ve Rebîülevvel kelimesinde anlatmaya gücümün yetmediği bir güzellik bulurum. Rebîülevvel kelimesinin kulağa gelişi hoş... Apayrı güzellikler çağrıştırır Rebîülevvel bana. Ne güzel bir aydır o, Resul-i zîşan'ı hatırlatan. Ne güzel bir kelimeciktir Rebîülevvel...

Rebîülevvel'in bir ay olduğunu biliriz de isneyn nedir? Mevlidi dinleyenler manalarını bilmedikleri bu kelimelere apayrı güzellikte manalar yüklerler. O manalarla ruhları cennet esintileri içinde kalır. İsneyn, Pazartesi ve ikinci anlamlarına geliyormuş. İsneyn gecesi pazartesi gecesi, yani Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi vesellemin dünyaya geldiği gece.

''Ol gece kim doğdu ol hayrü'l beşer, Anesı anda neler gördü neler...''

''Dedi gördüm ol Habibin anesı, Bir acep nur kim güneş pervanesi''

''Berk urup çıktı evimden nagehan, Göklere dek nur ile doldu cihan''

''Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır, Bu gelen tevhid-i irfan kânıdır''

''Bu gelen aşkına devreyler felek, Yüzüne müştakdürür ins-ü melek''

''Bu gece dünyayı ol cennet kılar, Bu gece eşyaya Hak rahmet kılar''

''Bu gece şâdân olur erbab-ı dîl, Bu geceye can verir ashab-ı dîl''

''Rahmeten lil âlemîndir Mustafâ, Hem şefî'ül müznibindir Mustafâ''

Okumaya, terennüm etmeye doyulmuyor... Arapça bilsek, Osmanlıca bilsek Mevlid'de haşyet ve aşka garkoluruz. Fakat neden köydeki o dil, diş bilmez ümmi teyzeler, amcalar Mevlid'den bu denli zevk alırlardı. Onlar ne yüksek duygular içinde olurlardı Mevlid'i dinlerken. İrşâd olurlar, ihyâ olurlardı Mevlid'i dinlerken. Aslında Mevlid'in kelime anlamı doğum demekmiş fakat eski insanlar Mevlid deyince Süleyman Çelebi rahimetullahın Efendimiz için yazdığı bu uzun kasideyi anlarlardı.

''Eskiden Mevlid okurlardı, şimdi okumaz oldu hocalar'' diyor kardeşlerimiz, teyzelerimiz, ablalarımız...Süleyman Çelebi'nin bu güzel eserinin yok olmasına izin verilmemeli. Hâlâ okunmalı onun Mevlid-i şerifi yani Vesiletün-necat'ı... Giriş bölümünde hem dinleyene hem okuyana yapılan o içten duadan nasiplenilmeli...

''Ey azîzler işte başlarız söze, Bir vasiyyet kılarız ille size

Ol vasiyyet kim derim her kim tuta, Misk gibi kokusu canlarda tüte

Hak Teala rahmet eyleye ana, Kim beni ol bir dua ile ana

Her kim diler bu duada buluna, Fatiha ihsan ide ben kuluna

Lillahi Fatiha.''

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.