Bahattin KARAGÖZ

Bahattin KARAGÖZ

CUMHURİYETİMİZE KIRMIZI PAZARTESİ’LER YAŞATMAYALIM

 

Bugün, devlet yönetim şekli olarak cumhuriyeti ilan edişimizin 91. Yıl dönümüdür. Bize bu güzel günü kutlamayı miras bırakan başta Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, onunla birlikte olan, şehit-gazi bütün ecdadımızı hayırla, rahmetle, minnetle ve dualarla anıyoruz.

Ne mutlu Türk’üm diyebilen, bu günün kıymetini müdrik, ama ülke sınırlarımız içinde, ama dünyanın değişik her yerinde bulunan cümle gönüldaşlarımızı hararetle kutlarım. Cumhuriyetimizin sonsuza dek yaşayacağına dair olan inancımıza hiçbir endişenin ortak olmamasını dualarımla niyaz ederim.

Mensubu olmakla ve taşıdığı değerlere aidiyet göstermekle şeref duyduğumuz Büyük Türk Milleti, tarihi boyunca pek çok büyük badireler atlatmıştır. Zaman kaydı kesin olmayan Ergenekon destanı bu tükenişin ve ardınca yeniden yükselişin bir hatırasıdır.

Önünde Çinliler tarafından 6259 km.si duvar, 360 km.si hendekler, 2233 km.si yamaç ve nehirlerden meydana gelen toplam 8852 km. set yapılan bu büyük ve hareketli millet, hile ve desiselerle birbirine düşürülüp Ötüken’den ayrılmak ve bozkırlardan batıya doğru azalarak akmak zorunda kalmıştır. Kendi vücut verdiği yapılarla yine kendisine zarar verir olmuş, Cengiz Han’ın coğrafya tanımayan tasallutlarına  uğrayarak  devlet ve insan kaynaklarını yitirmiştir. Doğudan Batıya doğru Moğol istilası, Türk illerinde Yecüc-Mecüc kavmini çağrıştırır bir zulüm rüzgarı estirmiştir.

Bir başka felaketimiz de Haçlılar’ın Kudüs yolu üzerinde bulunmamız ve onları bu seferlerinden engellemeye kalkışmamızla iki yüz yıllık bir mücadelenin örtülü olarak bugün hala devam eden unsuru haline gelmemizdir.

Nihayetinde Osmanlı adıyla Batıya olan üstünlüğümüz 1683 yılındaki talihsiz Viyana Bozgunuyla sona ermiş, çekile çekile Trakya (Rumeli ve Balkanlar) topraklarından da atılarak  Anadolu yarımadasında sıkıştırılmışızdır.

Şairin;

Yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya.

Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk, SAKARYA!

Dediği bu millet, görünürde Yunan’a, ama gerçekte yed-i düvele karşı verdiği istiklal savaşıyla kendi küllerinden yeniden devlet olabilme ve kapitülasyonsuz yaşayabilme hakkını, Çanakkale ve Kuttülammare destanlarına eklemlenen Sakarya ve Dumlupınar Meydan Muharebeleri sonucunda, kendi öz gücü sayesinde elde etmiştir.

Cumhuriyet dönemimizde millet iradesine Cuma günleri yapılan darbelerle cumaları eylem günü olarak ana geldik. Birileri cumartesileri parselleyip milletin huzuruna anneler eliyle saptırmalar soktular. Birileri döviz-faiz-borsa üç kağıtçılığında doyum tanımayıp 4 Nisanlarda veya başka günlerde kara çarşambalar yaşattılar. Birileri geliyorum diyen kanlı pazarlar tertiplediler. Salıları sallandırdık, perşembeleri çarşambalardan göre göre yaşadık. Kala kala elimizde çalışmak için  haftaya isteksiz isteksiz başladığımız pazartesiler kaldı.

Şimdi pazartesilerin ‘’kırmız pazartesi’’ olacağı endişelerini taşımaya, böyle kaygılar edinmeye başladık.

Bilenler bilmeyenlere anlatsın demeden ‘’kırmızı pazartesi’’ konusunu biraz açmakta yarar var:

‘’Kırmızı Pazartesi’’, Nobel edebiyat ödülü sahibi, Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez (1928-2014)’in 1981’de yayımlanmış bir romanıdır. Roman, bir cinayet üzerine konumlandığı halde, daha ilk sayfasında kimin öldürüleceğini ifşa etmesine rağmen, 107. sayfada bitinceye kadar sürükleyiciliğinden bir şey kaybetmeden nihayetinde cinayetin en ayrıntılı biçimde işlenişini okuyucunun dikkatine sunar. Bir zengin Arap asıllı İspanyollaşmış genç olan Santiago Nasar, yine zengin bir ailenin genci tarafından gelin alınan güzel kız Angela Vicario’nun bakire çıkmayışından dolayı baba evine gönderilmesiyle, bir namus temizleme konusunun nesnesi haline gelir. Şerefleri lekelenen Vicario ikiz kardeşler (Pedro ve Pablo) kasaptırlar ve öfkeyle kaptıkları satırlarını bileğilemek için gittikleri esnafta ve yol üzerinde rastladıkları kişilere Santiago Nasar’ı, namus yüzünden öldüreceklerini söylemekte ve belki de engellenmelerini istemektedirler. Ancak ne var ki, kader bazen ağlarını göstermemek üzere örer. Tıpkı bu şekilde endişe edenler her yolu kullanarak kurban seçilen genci haberdar etmek istemişlerse de, bazı gizli düşmanlıklar ve iyi niyetlilerin ihmali, yahut ters etki yaratan gafilce çabaları sonucu, avcısının eline ansızın düşen bir av hayvanı gibi, Santiago Nasar, sığınmak istediği kendi evinin her zaman açık bırakılan ve fakat bu defa annesi tarafından sürgülenen kapısı önünde sıkışıp  saldırıya hedef olur. Bu trajedi, kasabanın yıllarca unutamayacağı ve etkisi altında kalacağı  bir konu haline gelir.

Şimdi bizim memleketimizde, iyi niyetlerle, hayra yorularak başlatılmış olan  malum konudaki ‘’çözüm sürecinin’’ nerelere evrildiğini görünce ve görmeye devam ettikçe, bu kırmızı pazartesinin ülkemiz için de önlenemeyen bir esef verici olay haline gelmemesini diliyorum.

Tarih yarın kimlerin ne konuştuğuna an be an ışık tutacaktır. Kimlerin nerede, nasıl, niçin ve ne şekilde durduğuna değinecektir. Her toplumda çok kişi- özellikle aydınlar, yazarlar, gazeteciler vs.- için, tarihin sadece önemli bir anında fotoğraf çekildiğini söylerler. İşte o anlardan birini yaşamakta olduğumuza inanıyorum ve ben, bu esnada gözü kapalı çıkanlardan olmamak istediğimden dolayı, zülfü yâre dokunsa da, bu gerçeği açıkça vurgulamak istiyorum. Çözüm düğümü halledilmiş, çözülme süreci başlatılmıştır!...

Canhıraş yalvararak uyarıyorum: Lütfen, ülkemize meşum bir ‘’KIRMIZI PAZARTESİ’’yaşatmayalım.Akil zannedilenler akıllarına bunu soksun, vesselam!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.