Dalga-kıran Türkiye'den, dalga-kuran Türkiye'ye...

Siz de fark ettiniz: "Yeni Türkiye"nin "yeni dünya"sını kazıyorum. Dünkü yazıda, niceliksel değişimin niteliksel bir sıçramaya dönüşme imkânlarına dikkat çekmiştim.

Niceliksel değişim, Türkiye'nin Menderes'le, Özal'la, Erbakan'la ve Erdoğan'la hem küresel sistemin lordlarının, hem de küresel sistemle epistemolojik olarak aynı dünyayı paylaşan, Batılıların karikatürü olmaktan başka bir iddiaları olmayan, çoklukla devşirme azınlıklardan oluşan ama ülkede gerçek anlamda iktidar olan "yerli Fransızlar"ının ülkemizin yeniden medeniyet iddialarını kuşanarak tarihte tatilden eve dönüp yeniden tarih yapmasını mümkün kılacak dayatmalarına, barikatlarına karşı bir yarma harekâtı gerçekleştirmesidir: Rotasını yitiren, pergelini şaşıran, Arşimet noktasını kaybeden Türkiye'nin yeniden rotasını bulmaya, pergelini doğrultmaya, Arşimet noktasını belirginleştirmeye çalışmasıdır. Yani küresel sisteme ve Batı muhibbi, seküler yerli "işbirlikçilerine" / karikatürlerine karşı Türkiye'nin önünü tıkayan bariyerleri aşma ve yeni koridorlar açma girişimidir: Bir dalga-kırma harekâtıdır.

Türkiye'nin, küresel sistemin NATO, AB, OECD gibi kurumları içinde kalarak manevra alanlarını genişletmesi, zaman kazanması, toparlanması; bunun için de savunma gücünü daima güçlü tutması; Özal ve Erdoğan dönemlerinde olduğu gibi küresel sistemin lordlarını arkadan dolanarak tuş etme yolunu izleyerek ekonomisini -küresel krize rağmen- alabildiğine büyütmesi; dış politikada ölçek büyüterek ve ufuk genişleterek medeniyet coğrafyamızda yeniden yegâne belirleyici aktör konumuna gelmesi...

Bütün bunların hepsi, Türkiye'nin Batılı kurumlar içinde kalarak ama Batılıları fena hâlde şaşkına çevirecek zekice bir yöntemle kendi rotasını, gündemini, hedeflerini belirleyerek dalga-kırma harekâtı gerçekleştiren büyük dönüşüm ânını hazırlayan niceliksel sıçramalardır.

İşte bütün bunların niteliksel bir sıçramaya dönüşebilmesinin yegâne şartı, dalga-kırma harekâtının, dalga-kurma harekâtına dönüşebilmesidir.

Bunun da, olmazsa olmaz iki temel şartı var: Birincisi, Türkiye'nin şizofrenik görünümler arzeden, laik devlet-müslüman halk gerilimine yol açan, birbirini fenâ hâlde iten iki Türkiye görüntüsünü tarihe gömmenin yollarını bulabilmesidir.

İkincisi de, Türkiye'nin tarihî derinliğini ve benini özümseyen, medeniyet iddialarını içselleştiren, fikrî ufuklarını esaslı bir oluş ve varoluş çilesiyle aşk derecesinde benimseyen, küresel düşünen, küre ölçeğinde yaşanan insanlık çapındaki sorunları kendi sorunları belleyen, pergelini, Arşimet noktasını ve rotasını bulmuş, ufku sınır tanımayan "yerli" bir entelijansiyaya kavuşabilmesidir.

Bir yandan, Mevlânâların, Yunusların, Yesevîlerin, Hacı Bektaş-ı Velîlerin, Itrîlerin, Merâğîlerin, kanatlandırıcı, derûnî ruh dünyasıyla mayası karılan Anadolu insanının hayalleriyle, rüyalarıyla, dünyasıyla bütünleşmiş, yani pergelin sâbit ayağını medeniyet iddialarımıza basan, benim burada yıllardır dillendirdiğim ve nihayet Başbakan Erdoğan'ın diline de düşen "medeniyet düşüncesine ve tasavvuruna sahip"; öte yandan da, başta hâkim Batı uygarlığı ve düşüncesi olmak üzere, pergelin diğer ayağıyla bütün dünyaları dolaşabilen, uzun yola çıkmaya hüküm giyen, özgüveni yüksek ama alçakgönüllü, derviş ama devrimci bir öncü kuşağın hazırlanmasıdır.

İşte bu öncü kuşağın gelişiyle birlikte, yalnızca kendi statülerini ve çıkarlarını düşündükleri için Türkiye'nin önünü tıkayan, enerjisini bitiren, pergelini şaşırmış, Arşimet noktası olmayan, bu ülkeyi, sekülerleşme projesiyle içeriden sömürgeleştirmekten, böylelikle, Batılıların çıkarlarını kalıcılaştırmaktan ve bu ülkenin tatilden eve dönüp medeniyet yürüyüşünü yeniden başlatmasını, yeniden tarih yapmasını mümkün kılacak bütün atılımlarının önünü kesmekten başka bir şey yap/a/mayan, bu ülkenin her şeyine "Fransız" seküler entelijansiyanın haksız ve zorba hükümranlığı sona erecek.

Unutmayalım: Tarih, pergelini şaşırmayan, Arşimet noktasını ve rotasını yitirmeyen; insanlığın ve bütün varlığın varoluş ve hakikat sorunlarını iliklerine kadar duyumsayan, yaşayan; oluş, varoluş ve fikir çilesi çeken, her tür bedeli ödemeye hazır, medeniyet düşüncesine ve tasavvuruna sahip öncü kuşaklar tarafından yapılır.

Medeniyet düşüncesinin ve tasavvurunun hayata geçirilmesi, dolayısıyla dalga-kuracak çok yönlü bir medeniyet hamlesinin gerçekleştirilmesi, ancak öncü kuşakların, medeniyeti vareden ilim, irfan ve hikmet ya da "bilim", "düşünce" ve "sanat" menzillerinde insanlığa yeni bir soluk, yeni bir ufuk ve yeni bir dünya sunmak için yola koyulmalarıyla imkân dâhiline girebilir.

Türkiye, böylesi bir öncü kuşağa sahip mi? Kesinlikle, hayır. Ama Türkiye'nin içerden ve dışarıdan örülen bütün barikatları yıkacak kadar şeytanın bacağını kırdığını ve önünü görmeye başladığını görüyorum.

O yüzden, Türkiye'nin 50 yıllık, 100 yıllık vizyonu, dalga-kuracak ve yeniden Türkiye'nin tarih yapmasını mümkün kılacak bu öncü kuşağın nasıl hazırlanabileceği meselesi etrafında belirlenmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar