Değişim ihtiyacı siyaseten mi, hakikaten mi gerekli?

Baykal'ın istifasıyla başlayan yeni siyasi sürecin muhtevası, eski kadroların yerlerini yeni siyasi personele ve yenilenmeye bırakması gerektiği söylemiyle doluyor. İlke olarak, eski(miş) kadroların, epeydir omuzlarında taşıdıkları siyasi organizasyonu başarıya götürmede yapabileceklerinin haddine geldikleri ve bundan fazlasını başarmalarının beklenmemesi gerektiği kabülü yayılıyor.

Dolayısıyla CHP'de yenilenmenin (tıpkı diğer köklü siyasi hareket olan Milli Görüş'ün bugünkü partisi Saadet Partisi'nde olduğu gibi) siyasi kadrolarda kamuoyuna etkileyici gelebilecek boyutta yaşanması ihtiyacı giderek kendisini dayatıyor, bu yöndeki beklentiler yükseliyor. Ama bununla eşzamanlı olarak, parti içindeki konumlarını korumaya çalışan eski kadroların direnci de keskinleşiyor, sertleşiyor.

Eski kadroların, bu boyuttaki bir yenilenmeye “gelenekten kopuş” gözüyle baktıklarına hiç kuşku yoktur. Kendilerini ve onların tecrübelerini dışarıda bırakan her yeni düzenleme olsa olsa partinin davasından, geleneğinden, idealinden, hedef ve amaçlarından vs. bir kopuş olabilir. Ya da başarısızlıklara aldırmaksızın her halükarda onları içeride tutan her düzenleme de partinin sahih mecrada yola devam etmesi anlamına gelir!

Değişim ve yenilenmenin siyasi üslup kadar kadrolarla da ilgili olduğuna ilişkin varsayımların karşısına “tecrübe” engelini dikenler, kendi konumlarıyla ilgili tecrübenin başka disiplinlerden edinilmiş tecrübelerden üstün olduğunu iddia etmiş oluyor. Bir yönetim kademesinin idareci makamında onlarca yıl oturuyor olmakla edinilen tecrübe, başka bütün tecrübeler, birikim, yetenek ve kapasitelerden ayrıcalıklı, üstün ve tercihe şayan kabul edilebilir mi? Bu nasıl bir tecrübedir ki ancak ona sahip olan kişinin varlığıyla kaimdir, onunla özdeştir, aktarılamazdır ve eğer o kişi yönetici koltuğunda oturmazsa siyasi parti asla o tecrübeyi kullanamayacaktır!

Aktarılamayan, kişinin kendisiyle özdeş ve kaim böyle bir tecrübenin ona sahip olan kişiden başka kime faydası dokunabilir? Kurumsal bir ihtiyaca katkısı ve yararı olmayacak böyle bir tecrübenin, kişinin makam koltuğunda oturmasını temin ve garanti etmekten daha fazla nasıl bir faydasından sözedilebilir?

CHP içinde yaşanan tartışmanın Saadet Partisi çevrelerinde de iyi izleniyor olması gerekir. CHP gibi köklü ve uzun geçmişi olan bu siyasi hareketin (SP) genel başkan düzeyinde yaşadığı değişimle dikkat çekmesine rağmen (Türkiye'de etkileyici bir siyasi seçeneğin dikkat çekmesi için yeterince münbit koşullar hiç eksilmemişken) bu değişimin üzerinden geçen iki yıl boyunca yüzde 5 desteğini aşamaması ortada kronik bir durum olduğuna kanıt kabul edilebilir.

O kroni, partinin içinden bir türlü çıkamadığı anakroniden başka ne olabilir?

Hakikat can yakıcı olduğu için tabii değil, sıradışı ve olağanüstü ise bu olağandışılıkla yüzleşmenin vaktidir: SP, tıpkı CHP gibi, siyasi personeli itibariyle halkın beklentilerine heyecan verici bir karşılık olamadığı için oy desteği mevcut seviyenin yarım puan bile üstüne çıkamıyor. Kamuoyunun huzurunda kendisinin farklı olduğunu öne süren bir siyasi parti olarak en yakını on yıldan az olmayan sürelerdir birtakım yöneticiler “tecrübe” gerekçelendirmesiyle partiyi temsil ediyorlar ama görünen o ki, '99 seçimlerinden beridir seçim kaybeden bu siyasi personel halkta istek, arzu ve heves uyandırmıyor. Sözkonusu idarecilerin, SP'nin başarısızlığını siyonizme, hareketi bölen Erdoğan'a veya başka bir harici etkene bağlayıp kendilerinde hiçbir kusur bulunmadığını düşünmeleri bu kadar uzun süredir aynı makamda neden oturdukları sorusunun cevabı değildir.

Nasıl ki CHP'de Baykal'ın istifasıyla başlayan süreç hakikaten değişim mecrasına girildiği faraziyesiyle partililer arasında ilginç bir heyecanı tetiklediyse ve fakat olan bitenin siyaseten değişim manevraları olduğu hissiyatı yayıldığı andan itibaren heveslerin kırılmaya başladığı çıplak gözle bile izlenebiliyorsa SP için de 26 Ekim 2008'de Kurtulmuş'un genel başkan olmasıyla birlikte başlayan sürecin siyaseten değil, hakikaten değişim olduğu umudu beklenmedik bir heyecana neden olabilmişti. Ama yaşananın hakikaten değil, siyaseten değişim olduğuna inanıldığından bu yanadır da SP, üretmeyi başardığı siyasi etki ve desteğin çok altında bir oy desteğiyle yoluna devam etmeye çalışıyor.

AK Parti sonrası seçeneklerin hayli kısıtlı olduğu bir siyasi vasattayız ve CHP ya da SP'nin Türkiye'nin önüne umut koyabileceğinin beklendiğini biliyoruz. Dolayısıyla bu iki parti için de geçerli ortak yorumlar ve değerlendirmeler yapabilir, bu partilerden birinde yaşanan gelişmelerin diğeri için de emsal oluşturabileceğini düşünebiliriz. CHP'de Baykal'ın değişim umudunu taşıyamayacak bir gelişme ile oyun dışına çıkmasına, bu nedenle, sadece Baykal'ın kişisel sorunu olarak bakmamak gerekir. CHP, tıpkı SP gibi, bugüne kadar büyük değişimlere eski siyasi personeliyle karşılık vermeye çalışıyordu ama bu kadro, partiyi ancak gözler önündeki sonuca kadar taşıyabildi. Bu heyetin CHP'ye (ve SP'nin mevcut heyetinin kendi partisine) artık bir sıçratma yaşatamayacağı, gözlem yapabilen herkese yeterince açık bir hakikattir. CHP şimdilik bu can yakıcı hakikate direniyor, direndikçe de sıradışı açılımın nimetiyle arasındaki mesafeyi büyütüyor.

SP de aynı sarsıcı hakikate direniyor, onu görmezden geliyor, hatta kimi zaman ona meydan okuyor. Böyle yaptıkça da hakikatin olağanüstü ödül ve nimetinden mahrum kalmaya devam ediyor.

Fakat siyaset saatiyle zamanın sonuna yaklaşıyoruz ve eğer umut olması gereken seçenekler, bu cümleden olarak da Saadet Partisi, kendisinden beklenen sıradışı değişim ve yenilenmeyi gerçekleştirmezse Türkiye yeni bir ufuk, bakışaçısı ve politik evrenle tanışma fırsatını kaçıracak. Yani AK Parti sonrasında farklı ve yeni bir dünyanın siyasi anlamına değil, AK Parti'nin fıraksiyonu veya mirasçısı ama her halükarda muhafazakar bir siyasetin yeni iktidarlarına tanık olacağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar