Değişimin ilk kaybedeni: İsrail

Değişim ve dönüşüm dönemlerinin en trajik konusu, etrafında olup bitenlerin farkında olmayan kişiler, örgütler, kurumlar ve ülkelerin durumudur. Herkes değişirken durduğu yere mıhlananlar, böyle dönemlerde, tarihin dışına fırlatıldıklarını geç de olsa fark ederler...

Kayıplarını telâfi etmeleri hayli güçtür, ama böylesi durumlar için şöyle bir özdeyiş her dilde vardır: Zararın neresinden dönülürse kârdır.

Üzerinde esas düşünmenizi istediğim soru ise şu: “Kişi, örgüt, kurum veya ülke, çevresinde yaşanan değişim ve dönüşümün, kendisini tarihin dışına itmekle sonuçlanacağını anlarsa ne olur?” Öyle ya, değişim ve dönüşümün işine yaradığı unsurlar kadar değişime ayak uydurduğu halde kaybetmesi mukadder unsurlar da vardır. Değişimden en fazla zararı göreceğini anlayan bir ülke ne yapar?

Siz bir yandan düşünedurun, ben kendi cevabımı vereyim: Şu sırada İsrail ne yapıyorsa onu yapar... Yani, değişimden en fazla yararlanacağını düşündüğü ülkeye karşı kampanya açar; onun üzerinden değişim ve dönüşüme direniş başlatır.

Bazıları ABD Başkanı Barack Obama'ya bu yılın Nobel Barış Ödülünün verilmesinin anlamını bir türlü keşfedemediler. Haklılar. Obama iş başına geleli şunun şurasında bir yıl bile olmadı ve henüz elle tutulur hiçbir 'başarısı' görülmedi ABD Başkanı'nın... Ülkesinde ekonomik krizin açtığı rahnelerin üstesinden gelmeye ve artçı şokları boşa çıkartmaya çalışıyor; dışarıda ise hemen hiçbir önemli soruna dokunma fırsatı bile bulamadı.

Öyleyse neden verilmiş olabilir Nobel ödülü?

Bu sorunun tek bir cevabı var: Barack Obama hem ABD hem de dünya için köklü bir değişim vaadini temsil ediyor. Bektaşi'nin daha tatmadan masadaki ikinci şişe şarap için 'en iyi' demesinin gerekçesinde olduğu gibi: “Ötekini tattım, daha kötüsü olamaz...”

Obama'nın temsil ettiği 'değişim umudu' en çok İsrail'i rahatsız ediyor... Etmesi de doğal; çünkü George W. Bush'un başkanlığı döneminde dünyaya giydirilen deli gömleğinin üzerinde 'Made in Israel' damgası olduğu dünya tarafından algılandı. Bush'un yanında yer alan Neo-Çılgınlar vatandaşı oldukları ABD'de yönetim koltuklarında oturuyorlardı, ama gözlerini ve kulaklarını İsrail'e döndürmüşlerdi. Bush'un sekiz yıllık döneminde meydana gelenlerin hepsi birer 'Neo-Çılgınlar projesi' olarak algılandı ve İsrail'in siciline yazıldı.

ABD'nin Obama-öncesi eylemleri 'Neo-Çılgınlar'ın beklediği yönde gelişseydi, aynı Nobel Komitesi, bu yılın barış ödülünü George W. Bush'a da verebilirdi.

İsrail ve ABD'deki yandaşları yalnızca ödül kaybetmediler, dünyayı istedikleri gibi şekillendirme fırsatını da ellerinden kaçırdılar. Sekiz yıl boyunca tepe tepe kullandıkları güç bir daha ellerine geçer mi? Ya yeni güç sahipleri, değişim ve dönüşümü İsrail'in bir daha asla güç sahibi olamayacağı bir sisteme dönüştürürlerse?

Sanırım, İsrail'de karar alma mekanizmalarında görev alan siviller ve askerler şu sıralarda en çok bu soruya cevap arıyorlar; kalpleri endişeden küt küt atarak...

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin Gazze ile ilgili olarak hazırladığı İsrail'i şimdiye kadar hiç görülmemiş bir şiddette kınayan raporu bir ilk... Beklenen, Washington'un daha önce yalnızca sözü edilen 'Filistin Devleti' çözümünde bu kez ısrarlı olacağı ve ortaya çıkacak tablonun İsrail'in bugüne kadar gördüğü en dehşet verici rüyadan bile daha kötü bir kâbus olabileceği...

Rüzgâr İsrail'in aleyhine dönüyor ve İsrail de bunu Türkiye ile hırlaşarak tersine döndürme hayalini kuruyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar