Dünyanın parlak Yüzü Semerkand

Türkistan Notları 8

Dünyanın parlak Yüzü Semerkand

Semerkand, 1370 yılından itibaren Timurlu devletinin (1370-1507) başkenti oldu…

Timur’un kurduğu devlete kadar bölgede kurulmuş hiç bir devlet uzun süreli olamamıştı.

14. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise bölge iki büyük hanedan arasında paylaşıldı…

Bunlar, Hong Wu tarafından kurulan Çin’deki Ming Hanedanı ve Semerkand merkezli Timurlular devletidir.

Semerkand, Timur (1336-1405)’un ve daha sonraki Oğullarının gözdesi olmuş ve her anlamda ihtişamının en üst düzeyine ulaşmıştır

Özellikle Timur döneminde camiler, medreseler ve hanlarla donatılmış, yakın Doğu’nun en görkemli kenti olmuştur.

Bu büyük yükselişin ardında fetihlerde elde edilen ganimetlerin yanı sıra fethedilen topraklarda yetişmiş tüm değerlerin de ele geçirilmesi yatıyordu.

Timur ele geçirdiği şehirlerden mimar, ressam, kakmacı, kuyumcu, dokumacı, çömlekçi, duvar ustası ve silah ustalarının en meşhurlarını ayırır ve bileklerine zincir vurdurarak Semerkad’a gönderirdi.

Mesela Tirmiz’i ele geçirdiğinde elde ettiği ganimetler ve köleler iki gün boyunca hiç durmadan ancak nehirden geçirebildiler. Sayıları binlerceydi…

Semerkand’a getirilen bu kişilerin sayısının yüz elli binden fazla olduğu söylenir. Hepsini Şehir merkezine sığması mümkün olmadığından bu esirlerin çoğu eski Afrasiyab şehri (Ki bu yazımızı oraya bağlayacağız) yakınlarındaki mağaralarda ve Şehir surları çevresindeki ağaçlık alanlarda yaşarlardı.

Timur’un Rönesansı

Timur Semerkand’ı dünyanın en güzel başkenti yapmakta kararlıydı. Ganimetlerle oluşan zenginlik ve kölelerin emek ve uzmanlıklarıyla muhteşem saraylar, camiler, türbeler ve surlar yaptırdı. Semerkand muhteşem binalarla süslendi. Semerkand o kadar parladı ki “Saykal-i ru-yi zeminest” diye anılmaya başladı. “Dünyanın Parlak Yüzü”…

Bu parlak dönem Timur’un ömrü ile sınırlı kalmadı. Oğlu Mirza Bahadır Muiniddîn Şâh Rûh (1377/1405-1447) ve torunu Mirza Muhammed Tarık Uluğ Bey (1394/1447-1449) dönemlerinde de devam etti. Sadece Semarkand değil Buhara, Merv, Belh, Herat, Tebriz, Rey, Horasan gibi hakimiyet altında olan Türkistan, Horasan ve İran şehirleri de ihya edildi. Dönemde bu şehirler adeta Timur’un Rönesans’ını yaşıyordu.

Büyük bir kısmı Timurlu Dönemi mimarlığının eseri olan tüm Türkistan’ın ve özellikle de Semerkand’daki Türk mimarlık sanatının incisi niteliğinde olan Şah-ı Zinde yapıları sadece Semerkand’ın değil İslam Dünyası mimarisinin en önemli yapılarıdır.

Türk Mimarlık Sanatının İncisi Şah-ı Zinde

Şah-ı Zinde yapılar topluluğundan pek çok eski kaynakta söz edilmiştir

İlk bilinenler, 13. ve 14. yüzyılda Semerkand’ı ziyaret eden gezginlerin seyahatnâmeleridir. 14. yüzyılda yöreyi gezen İbn Battûta (1304-1368/ 1369), seyahatnâmesinde yapılar topluluğunun nüvesi ve ilk yapısı olan Kasım b. Abbas (Kussam ibn’- el Abbas abd’- el Muttalib) Türbesi’ni ziyaret ettiğini yazar

Özellikle 18. ve 19. yüzyılda Oryantalist batılı çevrelerde Orta Asya keşif gezileri özel önem kazanmış, benim de bu seride sık sık bahsettiğim Vambery gibi ilk modern Avrupalı kaşifler gözlemlerini anlattıkları önemli seyahatnâmeler kaleme almışlardır.

Semerkand şehrinin bilinen ilk yerleşimi, eski iç şehir (medine) veya Efrâsiyâb höyüğü olarak anılan bölgede kurulmuştur. Semerkand, özellikle, 10. ve 12. yüzyıllar arasında gelişmiştir. 1053-1068 yılları arasında Batı Karahanlı Devletinin başkenti olan Semerkant, 1220’li yıllardaki Moğol İstilası sırasında tamamen tahrip edilmiştir. Ancak takip eden dönemde daha güneyde yeniden kurulmuştur. Eski Efrâsiyâb tepeleri üzerinde varlığını sürdüren kadim şehir ise, zamanla bütünüyle terk edilmiş, fakat üzerindeki Şahı Zinde Türbesi nedeniyle önemini hiçbir zaman yitirmemiştir.

1050’li yıllarda ağırlık kazanmakla birlikte, özellikle 14. yüzyılın ortalarından itibaren yüzyıl kadar en yoğun yapılaşma sürecini yaşayarak daha sonraki yüzyıllarda yapılan eklentilerle günümüze ulaşmıştır. Eski Efrâsiyâb höyüğünün güney-doğusundaki Şah-ı Zinde Türbesi etrafında kümelenerek bir yapılar topluluğu oluşturan buradaki yapılar Karahanlı ve daha eski dönemlerin toprak altı arkeolojik buluntuları bakımından çok önemli bir kültürel merkezdir.

Yapılar topluluğunun adı, H.56 / M.676-677 yılında Maveraünnehir’de müslümanlığın yayılmasına çalıştığı sırada öldüğü rivayet edilen Hz. Muhammed’in amcasının oğlu Kasım b. Abbas (Kussam ibn’- el Abbas abd’- el Muttalib)’ın burada defnedilmesine izafeten, Bakara suresi’nin 154. ayetinden hareketle Şah-ı Zinde (Yaşayan Şah) olarak hafızalara yerleşmiştir.

img-0414.jpg

Şah-ı Zinde yapılarının üzerinde yer aldığı tepenin güney-kuzey doğrultuda gelişen ana aksı boyunca konumlanan türbelerin büyük çoğunluğu, 14. yüzyılın ortalarında başlayıp 15. yüzyılın ortalarına kadar devam eden yoğun inşa faaliyetlerinin sonucunda meydana getirilmiş eserlerdir.

Bu yapılaşma, Timur’ dan sonra 1407 yılında tahta çıkan Şâh Rûh ve onun büyük oğlu Uluğ Bey zamanında (1447-1449) da devam etmiş, hatta Semerkand, Uluğ Bey döneminde en parlak günlerini yaşamıştır.

Komplekse en son olarak, ana taç kapının arkasında 1434-1435 tarihinde yapılmış olan büyük mescidin kuzey doğu köşesine bitişik bir şekilde, 20. yüzyılın başında solda bir yazlık mescit ile sağda bir medrese ilave edilmiştir. Şah-ı Zinde Yapıları da günümüze ulaşan görünümünü bu şekilde kazanmıştır.

Şah-ı Zinde yapılar topluluğu, Efrâsiyâb Höyüğü’nün en güney ucunda, en düşük kotta, H. 838 (M. 1434-35) yıllarında Timur’un torunu Uluğ Bey tarafından oğlu Abdülaziz Bahadır adına yapılmış taç kapı ile başlar. Sırlı tuğlalarla oldukça yüksek bir alınlık büyük bir niş ve iki yanı kemerli panolarla süslü olan bu taçkapı, onaltısı türbe toplam 44 üniteden oluşan yapılar topluluğunun giriş kısmını oluşturur.

img-0446.jpg

Burada yer alan her biri muhteşem mimariye sahip bu yapıların bir kısmının fotoğrafını vereceğim. Ancak detaya daha fazla giremeyeceğim. Merak edenlere Seyfi Başkan’ın “Semerkand Şah-ı Zinde Yapları” çalışmasını okumalarını öneririm.

Kasım b. Abbas için yapılan türbe ve etrafında oluşan mescid, medrese, çilehane, zikir, tefekkür odaları bir arada düşünüldüğünde belki de bu yapılar zümresini bir hankâh olarak değerlendirmek doğru olacaktır. En azından buradaki mimari gelişim Timurlu döneminde bu yönde şekillenmiştir. Çoğunlukla burada olduğu gibi hankâh yapıları bir türbeyi merkeze alarak oluşmuştur. Aynı zamanda bir ziyaret yeri de olan bu türbeler, zamanla etrafındaki tesislerle varlığını sürdürmüşlerdir

Şah-ı Zinde yapıları bütünü için, başlangıçta planlamış, sürgit bir yapılaşma programı dinamiği söz konusu olmamıştır. Ancak, zamanla topoğrafik ve kullanım amacı zorunluluklarına bağlı olarak kendiliğinden gelişmiş, kendi içinde son derece uyumlu bir şekilde çözümlenmiş yapı planlaması söz konusudur. Aralıklarla da olsa 11. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar yapı faaliyetinin sürdüğü bu Eski Afrâsiyâb tepesinin sahip olduğu mimari siluet, örnekleri daha sonraki yüzyıllarda Hazar Denizi’nin batısındaki Türk coğrafyasında; Bursa’da Muradiye Külliyesi’nde veya İstanbul’da Eyüp’te karşımıza çıkacak bir mimari geleneğin, planlama anlayışının, bir anıtsal mezar ve mezarlık geleneğinin örneği olmuştur.

Şah-ı Zinde Külliyesini ziyaret edeceklere tavsiyem öncesinde detaylı bir okuma yapmaları ve bu muazzam külliyede yer alan;

Kusem b. Abbas Türbe ve Camii,

Hoca Ahmet Türbe,

Şad Mülk Aka Türbesi,

Emir Hüseyin b. Tuğluk Tekin Türbesi,

Emirzade Türbesi,

Emir Burunduk Türbesi,

Şirin Bek Aka Türbesi,

Tuman Aka Türbe ve Mescidi,

Kadızade-i Rumi Türbesi,

Devlet Kuşbeğ Medresesi,

Gibi önemli yapılar hakkında önceden bilgi sahibi olmalarıdır.

Hazreti Peygambere Son Dokunan Kişi

Yazıyı burada bitirmeye gönlüm razı olmadı. Şah-ı Zinde yapılarının incisi Kusem b. Abbas’ın bu vesile ile anılmasını ve hatırlanması da güzel olur diye düşünüyorum.

Hayat hikâyesini TDV İslam Ansiklopedisinden ve aynen aşağıda dikkatinize sunuyorum. Dileyenler “Hazreti Peygambere Son Dokunan Kişi” olarak tarihe geçen Kusem b. el Abbas b. Abdilmüttalip el-Haşimi’nin hayat hikâyesini buradan okuyabilirler.

Kusem b. el-Abbâs b. Abdilmüttalib el-Hâşimî (ö. 57/676)

Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın oğludur.

Annesi Ümmü’l-Fazl Lübâbe bint Hâris el-Hilâliyye, Hz. Hatice’den sonra müslüman olan ilk kadın olup Resûl-i Ekrem’in hanımlarından Meymûne’nin kız kardeşidir.

Resûlullah kendisine benzetilen Kusem’i arkadaşlarıyla oynarken görmüş ve bineğinin arkasına bindirmişti. Kusem Hz. Peygamber’in cenazesi yıkanırken hazır bulunmuş, cesedi sağa sola çevirmiş, Resûlullah’ı kabrine yerleştirmiş ve kabirden en son o çıkmıştı. Bu sebeple Resûl-i Ekrem’e en son dokunan kişi olarak tanınır. Hz. Hüseyin’in sütkardeşiydi. Hz. Peygamber’den ve babasından, ayrıca kardeşi Fazl ve Talha b. Ubeydullah’tan hadis rivayet etmiş, kendisinden Hânî b. Hânî, Abdülmelik b. Muhammed b. Amr ve Ebû İshak es-Sebîî rivayette bulunmuştur.

Hz. Ali’nin hilâfeti döneminde Mekke valiliğine tayin edilen Kusem onun ölümüne kadar bu görevini sürdürdü. Kusem’in Medine valiliği yaptığı da söylenmiştir. Mekke’deki idarî görevleri yanında hac emirliği yaptı (38/658) ve fetvalar verdi. Muâviye’nin 39 (659) yılında Yezîd b. Şecre er-Ruhâvî’yi hac emîri olarak tayin etmesine karşı çıktı. Bunun üzerine Yezîd b. Muâviye kumandasında 3000 kişilik bir ordu Mekke’ye doğru hareket etti. Kusem, ordunun Mekke’ye girmesini engellemek için halka çağrıda bulunduysa da gerekli destek ve yardımı sağlayamadı. Yezîd herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan Mekke’ye girdi. Kusem, hac emirliğine Yezîd b. Şecre er-Ruhâvî dışında birinin getirilmesi isteğini tekrarladı. Ebû Saîd el-Hudrî’nin görüşü doğrultusunda hac idaresine Şeybe b. Osman getirildi.

Kusem Muâviye döneminde Horasan Valisi Saîd b. Osman b. Affân’ın kumandasında Horasan civarındaki fetihlere katıldı. Savaşta gösterdiği kahramanlık karşılığında ganimetten bin hisse ayrılması teklif edildiyse de ganimetlerin beşe taksim edilip diğer kişilerin hakları verildikten sonra kendisine pay ayrılması gerektiğini belirtti. Fazilet ve takvâ sahibi olan Kusem, Saîd b. Osman’la birlikte Semerkant seferine katıldı (56/675) ve Semerkant’ta şehid oldu. Merv’de vefat ettiği de belirtilmiştir. Mezarı zamanla ziyaretgâh haline gelmiş, etrafına cami ve medrese yapılmıştır. Kusem’in Semerkantlılar arasında “Şâh-ı Zinde” (yaşayan sultan) diye anılan mezarına Bâbür devrinde Mezarşah adı verilmiştir.

img-0373.jpg

img-0374.jpg

img-0384.jpg

img-0394.jpg

img-0395.jpg

img-0419.jpg

img-0440.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum