Eğitimde Köklü Reformlara İhtiyaç Var

Okulları otoriteryen birer kurum haline dönüştürenler/dönüştürmek isteyenler bu durumun pedagojik açıdan ileride ne tür zararlara yol açabileceğini herhalde tahmin bile edemezlerdi. Eğitim bir bilim dalıdır tıpkı hukuk gibi ya da bir ekonomi gibi. Nasıl hukuk biliminin kendi içinde alt dalları varsa eğitim bilimi de kendi içinde çeşitli dallara ayrılmıştır. O yüzden bu bilim dalına hâkim olmayanlar eğitime dönük politika üretmemelidir. Her şeyden evvel bilimlere ideolojik yaklaşılmaz. Eğitim uzmanları çocuğun sosyal, psikolojik ve zekâ gelişiminin çevreyle yakından bir ilgisi olduğunu vurgularlar. Bu çevreye okul da dâhildir. Özellikle Türkiye’de okul, çocuğun ikinci evi olarak lanse edilir. Ne var ki okullar çocuğun ikinci evi olmaktan daha çok yasa ve yasaklarla donatılan, emir komuta yöntemiyle işleyen, tek tip kıyafetlerle, asker dizilişleriyle ve uygun adım marşlarıyla, ders kitaplarıyla uysal, uyumlu ve itaatkâr birer vatandaş yaratma mekânlarına dönüştürülmüştür. Bu mekânlarda terbiye edilmeye çalışılan bir çocuk hiç kuşku yok ki doğuştan getirdiği yeteneklerini geliştiremeyecek ve olgunlaşmasını sağlıklı bir biçimde sürdüremeyecektir. Mesele ideolojik olarak değil de pedagojik açıdan bakıldığında bu olumsuzlukların eğitimin doğasına aykırı olduğu görülecektir.

Devlet eğitimin her alanına müdahale etmemeli:

Türkiye 80 yılda 70 Milli Eğitim Bakanı değiştirmiş bir ülkedir. Her biri bir öncekinin uygulamalarını, projelerini gereksiz bulmuş ve eğitimi kendi hükümetinin politik görüşü doğrultusunda yön vermeye çalışmıştır. Ancak bugüne kadar hiçbiri eğitimin temel felsefesine, anlayışına, devletin eğitimle bireyleri kontrol altına almasını ve finansmanından tek tip müfredatına varıncaya kadar eğitimin her alanına müdahale etmesini eleştirmemiş ve bu konuda bir adım atmamıştır. Ancak hakkını yememek lazım bir önceki Milli Eğitim Bakanı olan Hüseyin Çelik özel okulların özendirilmesi noktasında aklı başında bir politika önermişti. Ancak bu CHP’nin çok sıkı muhalefetiyle askıda kaldı. Hatırlarsak İngiltere İşçi Partisi Genel Başkanı Tony Blair seçimlerden önce İngilizlere kaliteli eğitim vaat etmişti. Biz iktidara gelirsek diyordu Bilair “İngiliz çocuklarını dünya ile rekabet edecek şekilde yetiştireceğiz.” Ve iktidara geldiğinde yaptığı ilk iş olarak, devleti eğitim alanından mümkün olduğunca uzaklaştırmak oldu. Parasız eğitim devrinin kapandığını söyledi İngilizlere… Parası olmayanlara da özel krediler tahsis edildi.

Demokratik dünyada devletler artık eğitime müdahalede bulunmuyor. Bakanlıklar öğretmen atamalarına bile karışmıyor sadece eğitimi genel olarak denetliyorlar burs ve para kaynakları bulmak için kafa yoruyorlar. Eğitim bölgelerdeki dernekler ve okul aile birliklerinin ortaklaşa çalışmalarıyla yürüyor. Devlet ev ve taşıt kredisi gibi eğitime yönelik kredi imkânları sunmakla meşgul. Artık komünist Çin’in bile eğitimden elini eteğini çekmeye başladığı bir zamanda Türkiye’de başta ana muhalefet partileri olmak üzere büyük bir çoğunluk eğitimin hala devlet kontrolünde yapılması gerektiğini savunuyor. Bir bilim dalı olarak eğitimin her dalına müdahale edildiği 1950’li 60’lı yıllara ait yönetmelikleriyle eğitimi bireyler üzerinde bir kontrol aracı olarak gören bir anlayışıyla Türkiye, bu konuda dünya standartlarının bir hayli gerisinde.

Eğitim sendikaları eğitim sistemini yeterince eleştiremiyor:

Öte taraftan devletin çocuğu aileden kopartarak kendi bildiği gibi eğitmesi aslında Türkiye’deki mevcut “toplumun kendi kendini yönetmesi anlayışıyla” da örtüşmemektedir. Kendi kendini yönetmesini bilen, yöneticilerini, bürokratlarını seçebilen bir toplum fevkalade eğitim alanında da söz sahibi olabilir. Ancak buna müsaade edilmiyor. Bu alanda işlev gören eğitim sendikalarını da kontrol altına alan devlet aynı zamanda sivil örgütlerinde elini kolunu bağlamaktadır. Bilindiği gibi Türkiye’deki sivil örgütlerin birçoğunun kurulmasında devlet bürokratlarının ve siyasi liderlerin dahli vardır. Bu aynı zamanda toplum için ne lazımsa onu “biz yapar, kurallarını biz koyar ve biz kontrol ederiz” geleneksel yüksek devlet anlayışıdır. Onun için bugün sendikaların politikalarına hatta genel başkanlarına varıncaya kadar -sivil örgütlenmelere- müdahale eden bir siyasi anlayış hâkimdir Türkiye’de. Bu yüzden de maalesef sendikalar devletin eğitim politikalarına yeterince eleştirememekte ve bu konuda demokratik dünyanın eğitim anlayışını savunamamaktadırlar.

Meseleye ideolojik değil pedagojik bakmak gerek:

Türkiye’nin son zamanlarda sivilleşme ve demokratikleşme alanında kat ettiği mesafe dikkate alındığında devletin okullar yoluyla bireyleri kontrol etmesinin ve onları istediği gibi şekillendirmesinin en önemlisi de bilinmesini istediği şeyleri öğretmesinin önüne –yasalarla-geçilebilmelidir. Çünkü devletin eğitim alanında ortaya koyduğu tavır her şeyden evvel eğitimin doğasına aykırıdır. Bu konu bir kez olsun ideolojik değil de pedagojik olarak bakıldığında ve dünyanın eğitim alanında kat ettiği mesafe göz önünde bulundurulduğunda meselenin ne kadar da vahim bir boyutta olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Hala tek merkezden yazılıp tüm bölgelere dağıtılan aynı ders kitaplarıyla demokratik dünyayı yakalamamız bir hayli güç. Bu bakımdan bu işlerle meşgul olan Talim Terbiye Kurulu’nun yerine özerk bir kurum oluşturulmalıdır. Müfredat talebe ve bölgelerin ekonomik, sosyal ve çevre şartları dikkate alınarak oluşturulmalıdır. Müfredat tekeli bir şekilde kırılmalı en azından seçenekler sunulmalı insanlara. Bilindiği gibi hali hazırdaki ders kitapları sürekli tartışılır. Tartışılmasında da haklılık payı yok değil. Çünkü kitaplar sürekli iyi vatandaş olma yollarını kavratmaya dönük bir anlayışla hazırlanıyor. Örnek vermek gerekirse; hemen hemen ilgili bütün ders kitaplarında iyi bir vatandaşın özellikleri, vergi vermek, askerlik yapmak, yasa ve kurallara eksiksiz uymak şeklinde sıralanır. Yani görev temelli bir vatandaş tanımı yapılır ders kitaplarında. Birey hakları pekte reklam edilmez doğrusu. Çünkü hiçbir kitapta gösteri ve yürüyüş yapanlar ya da grev halindeki işçiler olumlu gösterilmez. Sanırım bu anlamda resim bile yok.

Eğitim özgürlükçü bir temelde işlev görmeli

Belirli bir ideolojik yapıda işlenen bireylerin demokrasiyi, hak ve özgürlükleri, sivil düşünceyi içselleştirememelerini normal karşılamak lazım... Bu bakımdan eğitim mutlaka bireyi özgürleştiren bir işleve sahip olmalıdır. Çünkü özgürlük merak hissini uyandırır, meraksa bilimin anahtarıdır. Kısıtlamalar, soğuk ve sevimsiz okul binaları ise bireyin yeteneklerini köreltir. Körelen birey ise doğal olarak pasif, sağlıklı düşünce üretemeyen, hakkını bile aramaktan aciz birisi olarak hayatına devam etmek durumunda kalacaktır. Bu bakımdan Türkiye’de eğitimin dayandığı temel felsefe ciddi anlamda gözden geçirilmelidir. Özellikle 1973 yılında kabul edilen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu dünyaya, gelişmelere ve yeniliklere ayak uyduran bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmelidir. Bütün azınlıkları, etnik alt kimlikleri içine alan onları eritmeyen, insanı her daim diri tutan, canlı, çok kültürlü, pratik hayatta bir karşılığı olan, sanatçı, usta ve bilim adamı yetiştiren özgürlükçü bir eğitim sisteminin devreye sokulması artık elzemdir. Türkiye artık kentli ve modern bir toplum olma yolunda hızla ilerlemekte. Demokratik anlamda yaşanan bunca gelişmenin arasında eğitim atlanmamalı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum