Ehemmi Mühimme Tercih Etmek

Zengin Türkçe'de "Ehemmi mühimme tercih etmek" şeklinde ifade edilen çok önemli bir prensip vardır. Mühim önemli demektir, ehem en önemli mânasına gelir. Yani bir iş yapılırken, düşünceler ve görüşler sıraya konulurken en önemlileri başa almak gerekir.

Yapılması gereken işlerin sırası şöyle olmalıdır:

1. Ehem ve zarurî olanlar. Yani öncelikle mutlaka yapılması gerekenler.

2. Çok önemli olanlar.

3. Önemsiz, yapılsa da olur, yapılmasa da olur işler.

Bir de, yapılmaması gereken zararlı şeyler vardır. Maalesef ülkemizde din hizmeti diye zararlı şeyler bile yapılıyor.

Müslüman kesim bu memlekette yapılacak islamî hizmet ve faaliyetleri bir türlü sıraya koyamamıştır.

Mesela camilere uzun minareler yaptırmak.

Bu minarelere birkaç şerefe koymak.

Şerefelere lüzumundan fazla hoparlör koymak.

Camilerin içini lüzumsuz ve çirkin şekilde tezyin etmek (Süslemek).

Bunlar hiç de önemli işler değildir. Hattâ bunlara hizmet bile denilemez.

Mutlaka yapılması gereken zarurî ve ehem hizmet ve faaliyetler nelerdir:

Birincisi: Vasıflı, güçlü, üstün Müslümanlar yetiştirip, bunlardan oluşan hizmet kadroları kurmaktır. Gerçek, yüksek, vasıflı, icazetli ulema, fukaha yetiştirmektir.

İkincisi: İtikadın tashihi için çalışmak, bu konuda Müslüman halkı uyarmak ve bilgilendirmektir.

Üçüncüsü: Beş vakit namazın dosdoğru kılınması için çalışmaktır.

Dördüncüsü: Farz namazların cemaatle kılınması için propaganda yapmak, camileri doldurmaktır.

Beşincisi: Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktır.

Altıncısı: Müslümanların başına bir İmam-ı Kebir, bir

Emîrü'l-Mü'minîn seçmek ve halkın ona itaat etmesini sağlamaktır.

Yedincisi: Müslümanların Ümmetleşmesini sağlamak, bugünkü tevaif-i mülûk anarşisine son vermektir.

Sekizincisi: Zekatların Kur'an'a, fıkha, şeriata göre öncelikle Müslüman miskinlere ve fakirlere verilmesi ve bu şekilde sosyal adaletin sağlanmasıdır.

Dokuzuncusu: Müslümanların, kendilerine yetecek miktarda ilmihal bilgilerini iyice öğrenip bellemeleri için çalışmaktır.

Onuncusu: Bütün bu hayırlı hizmetlere engel ve köstek olan din sömürüsünü kaldırmak için çalışmaktır.

Bu saydığım on maddelik hizmetler uygun, tesirli, doğru bir şekilde yapılmazsa Müslümanlar kurtulamaz.

Minareleri çok uzun yapsalar da.

Şerefe sayısını çoğaltsalar da.

Hoparlörleri avaz avaz bağırtsalar da.

Şadırvanlardan sıcak sular akıtsalar da.

Cami kubbelerini altın yaldızla kaplatsalar da.

Camilere ipek halılar serseler de.

Eline fırsat geçen Müslümanlar yılda iki kez umreye gitseler de.

Camilerin çok süslenmesi yaldızlanması zaten âhir zaman alametlerindendir.

Müslümanlar yeme içme, giyim kuşam, geniş ve dekorlu evler, pahalı ve lüks binitler gibi konulara çok önem verirler, yukarıda sıraladığım asıl islamî hizmetlere önem vermezler. Hattâ bazısının bunlardan haberi bile yoktur.

Peygamber efendimizin Medine-i Münevvere'deki Mescid-i Saadeti'nin üstü hurma dalları ile kaplıydı, yağmur içine akıyordu. Zemini topraktı. Yağmur yağınca çamur oluyor, secde edenlerin yüzüne bulaşıyordu. Ashab-ı Kiram'dan biri eteğine kum doldurup yere döktü, çamuru önledi. Efendimiz onu taltif etti, ne güzel yaptın dedi. (Siyer ve hadîs kitaplarında yazılıdır).

İlk sade Müslümanlar, Efendimizin vefatından otuz sene sonra cihanı feth ettiler. Doğuda Çin sınırlarına dayandılar, Batıda atlarını Atlas okyanusunun beyaz köpüklü dalgalarına kadar sürdüler.

Biz bu devrin Müslümanları zeminden ısıtma camilerde, avaz avaz bağıran hoparlör sesleri içinde, müzeyyen şadırvanlarımızla, kalorifer ve klima cihazlarımızla, süsümüzle püsümüzle, Nemrud'un sarayını andıran apartmanlarımızla, âlâyı vâlâ turistik lüks umre seyahatlerimizle, tıka basa dolu midelerimizle, boyunlarımızdaki kravat denilen yularlarımızla, yüreğimizde "viran olası hanede evlad ü 'iyal var" bahanesiyle zillet, meskenet, esaret, hakaret içinde sürünüyoruz.

Halkın bir kısım evladı dinsiz imansız yetişiyor, aldırdığımız yok. Bir yanda militan ve azgın dinsizlerin saldırıları, öbür yanda din sömürücüsü şerirlerin tahripkâr işleri içinde günübirlik yaşıyoruz.

Bizi uzun minareler kurtarır... Bizi şerefeler kurtarır... Bizi hoparlörler kurtarır... Bizi din sömürücüleri kurtarır...

Bu gibi kuruntulara saplananlar zekâ özürlüdür.

(İkinci yazı)

Adalet Yoksa Çöküş Kaçınılmazdır

Bir ülkede adalet yoksa, o ülke adaletli bir şekilde idare edilmiyorsa yıkılış ve çöküş kaçınılmazdır.

İslâm ulemâ ve hükeması "Âdil bir devlet kâfir de olsa ayakta durur, Müslüman bir devlet adaletli değilse batar" demişlerdir.

Adalet sadece kanunlar, mahkemeler, yargıçlar, cezaevleri demek değildir. Adaletin bir ruhu vardır. Halkın, idarecilerin içinde olmalıdır. Beyinlerinde ve yüreklerinde.

Bir ülkede, haddinden-gerekenden fazla mahkeme, hakim, savcı, kanun, cezaevi varsa orada adalet tehlikededir.

Bir ülkede sayıları haddinden fazla olan mahkemeler davalara bakmaya yetişemiyorsa orada büyük bir adalet krizi var demektir.

Bir ülkede cezaevleri tıklım tıklım doluysa orada adalet var mıdır, yok mudur?

Adaletin olduğu yerde davalar senelerce sürmez. Bir cinayet dosyası birkaç ayda hazırlanır, belgeler, bilgiler içine konur. Dava açıldıktan sonra bilemediniz birkaç hafta içinde sonuçlanır.

Davaların senelerce sürdüğü, sürüncemede kaldığı bir adalet sistemi bozuktur.

Adaletle eşitlik birlikte olmalıdır. Eşitlik yoksa adalet ya çok eksiktir, yahut yoktur.

Küçük hırsız yakalanıp cezalandırılıyor. Büyük hırsızlar yakalanamıyor... Adalet yoktur.

Büyük eroin kaçakçısı serbest, küçük pazarlamacı tutuklanıyor...

Böyle adalet olur mu?

Ben bu örnekleri verirken Türkiye'yi kasd etmiyorum. Hiç anlı şanlı Türkiye'de böyle adaletsizlikler, eşitsizlikler olur mu?.. Bazı muz ve patates cumhuriyetlerini kasd ediyorum...

Bir yerde adalet çok pahalı ise yine yoktur. Bir fakirle bir zengin arasında niza çıkıyor, mahkemeye başvuruluyor. Zengin en pahalı, dişli, yırtıcı avukatları, büyük ücretler vererek tutuyor. Fakirin parası yok, ya hiç avukat tutamıyor, yahut üçüncü sınıf bir avukat tutabiliyor... Eşitlik nerede kaldı?

Bir ülkede zenginlik artsa, zina ve bina çoğalsa, otuz yıl önce beş parası olmayanlar gökdelenler yaptırsa, halkın bir kısmı lüks meskenlerde otursa, lüks otomobillere binse; havaalanları, limanlar, barajlar, köprüler, hızlı trenler, elektronik cihazlar, pahalı restoranlar, israf, sefahat, eğlence çoğalsa, adalet yoksa orası yine batar.

Halkın yüzde ikisini teşkil eden mutlu ve putlu bir azınlık çok kazanıyor, bir kısmı haram ve şüpheli yollardan zengin oluyor, vur patlasın çal oynasın yaşıyor, halk sınıfları arasında gelir ve geçim bakımından uçurumlar var, bir tarafta lüks, israf, sefahat, öbür tarafta açlık, sefalet, darlık, ihtiyaç, zaruret... orada adalet yoktur.

Boşuna söylenmemiş: "Adalet mülkün temelidir" diye. Adalet yoksa, var da krizde ise adalet sarsılmış ise yıkım, çöküş, izmihlal kaçınılmazdır.

(Adalet mülkün temelidir sözü Hazret-i Ali'ye aittir.)

Önceki ve Sonraki Yazılar