Prof. Dr. Recep DİKİCİ

Prof. Dr. Recep DİKİCİ

ELMALI

İstanbul Müftü Yardımcısı iken Kabataş’ta cumaları vaaz ettiğim camide ikram edilen bir paket şekeri İstanbul Müftüsü Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Beye sunduğumda, makamında oturan son derece karizmatik bir şahsa hitaben “İbrahim Bey! Benim dostlarım zehir değil, şeker sunarlar.” demişti.

İkisi din adamlarından bahsederken, İbrahim Bey, “Şimdi biz de din adamlığına layık mıyız? Bir paşa diyanet işleri başkanının makamında, direktif vermeye kalkıştığında, diyanet işleri başkanı paşaya hitaben, “Paşa, bana bak! Ben bu makamın paşasıyım. Sen git, borunu Selimiye kışlasında öttür.” demişti, diyerek o zamanki yanında çalıştığı diyanet işleri başkanının son derece dirayetli bir kişi olduğunu dile getirmişti.

Bilâhere üçümüz makam arabasıyla Karaköy vapur iskelesine gittik. İbrahim Bey ve Abdurrahman Şeref Beyin vedâlaşması sırasında, bir taraftan acı acı vapur düdüğü çalıyor, bir taraftan bu seçkin iki din adamı birbirlerine sarılarak hüngür hüngür ağlıyorlardı. Bu iki yaşlı zatın ağlamasına dayanamadım, ben de ağladım. İbrahim Bey, Abdurrahman Beye sürekli ve ısrarla, “Abdurrahman Bey kardeşim bir daha görüşemeyeceğiz, Allah rızası için bana hakkını helal et!” diyordu. Nihayet Abdurrahman Bey, İbrahim Beye, “Hakkım sana helal olsun!” dedi. İbrahim Beyi gözyaşlarıyla Kadıköy'e yolcu ettik. Dönerken içimden bu İbrahim Bey sıradan bir İbrahim Bey değil dedim. Merakımı yenmek üzere Abdurrahman Beye, “Hocam! Bu İbrahim Bey kimdir?” diye sorduğumda, tahmin ettiğim üzere, “Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milletvekilliği yapmış olan meşhur İbrahim Elmalı’dır.” diye cevap verdi. “Ne hakkınız vardı?” diye sorduğumda, “Bilinçli bir şekilde İstanbul Müftüsü olarak benim tayinimi geciktirdiği için, benden helallik istedi.” dedi.

Türkiye’de Elmalı ilçesinin önemli bir yeri vardır. Geçen hafta Elmalı’da iki büyük evliyayı ziyaret etmek nasip oldu. Birincisi, Elmalı’da doğan Vâhib-i Ümmî hazretleri (ö.1595)’dir. Tam adı, Abdüvehhâb el-Ümmî’dir. İlk ilmî tahsilini yöredeki medreselerde tamamlayan bu zat, tasavufî ve manevî terbiyesini ise, Halvetiyye tarikatının Ahmediyye kolunun piri, Manisalı Yiğitbaşı Velî Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî’den almıştır. Şiirler söylemiştir. Bu zatın zincirli kaya kerameti vardır. Nitekim Elmalı Dağı, Elmalı’nın pek yakınında ve kuzeyindedir. Bu dağdan kopan büyük bir dağ kitlesi vardır ki; hemen şehrin üzerinde, yamaçta eğreti vaziyette durur gibidir. Manevî zincirle bağlı olduğuna inanılan bu kayanın hikâyesi şöyledir; Şehrin üst tarafında, dağın eteğinde Elmalı’nın mutasavvıf şâirlerinden ve Halvetî Şeyhi Vâhib-i Ümmî’nin dergahı vardır. Günlerden bir gün müritleriyle zikir ve eğitimle meşgul iken bir gök gürlemesi ve sarsıntısı olur. Dağ başından kopup ayrılan büyük bir kaya kütlesi bütün hızı ile şehrin üzerine doğru yuvarlanmaya başlar. Bu halin dehşeti, görenleri korku ve paniğe uğratır.

İkincisi, Elmalı’da doğan Sinân-ı Ümmî hazretleri (ö.1657)’dir. Halvetiyye tarikatının Mısriyye kolunu kurucusu Niyâzi-i Mısrî’nin (ö.1694) şeyhidir. Tam adı Yûsuf Sinan-ı Ümmî’dir. İlk ilmî tahsilini yöredeki medreselerde tamamlayan Sinân-ı Ümmî, tasavvufî ve manevî terbiyesini ise, Halvetiyye tarikatı şeyhlerinden Vâhib-i Ümmî’nin talebesi olan ve Finike-Turunçuva’da, Aladağ’da medfun bulunan Eroğlu Nuri hazretlerinden almıştır. Kutbu’l-Meânî ve Divân-ı İlâhiyat adlı iki eseri vardır. Allahü teâlâ dostlarına yakın eylesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.