Teslime Gülsen NURDOĞAN

Teslime Gülsen NURDOĞAN

EMPATİ KURMAK

 

Zemherideyiz oysa..güneş tüm sıcaklığıyla penceremden içeriye ışınlarını salmakta. Dışarıda tavuklar ve komşunun kırmızı horozu dıkırdaşmakta. Galiba tavuklarım yumurtlamaya başlayacak...

Üç gündür beni terketmeyen baş ağrılarım. Üç, dört, beş hap içtim hâlâ ağrımakta, anlaşılan geçmeyecek öyle kolayca. Ben baş ağrısına alıştım baş ağrısı da bana. Bazan alışıyoruz hastalıklarımıza, seviyor bizi çünki terketmiyorlar öyle kolayca...

Yarıyıl tatili ve çocuklarda pür-neşe. Allah neşelerini daim eylesin yavrularımızın. Şimdi onlar bize misafir, gün gelecek ayrılacak evlerimizden. Herkesin kendi yuvası olacak, bizse koca evde tek başımıza kalacağız. Hanemizin bu şen cıvıltılarını özleyeceğiz belki de. Nitekim öyle söylüyor kaynanam: Zor yavrum diyor, bir evin önce dolup ta sonra boşalması zor..

Yaşlıların penceresinden dünyaya bakmak gerek, bazan çocukların penceresinden..başkalarını anlamak için şart , biraz da kendimiz için lazım bu...

Başkalarının penceresinden dünyaya bakmak deyince sizlere empati kurmak için yaşadıklarımı anlattığım bir yazımı sunmak istiyorum.

ISPANAK TARLASI

Ispanak tarlasına hiç girdiniz mi? Veyahut şöyle diyeyim: Ispanak tarlasında hiç çalıştınız mı, ıspanak kesip, paketlediniz mi? Veyahut da Çukurova'da ,tarlada çalışanları yakından izlediniz mi?..

  Ben kardeşiniz ev toplantılarımızda Kur'an-i Kerim'den öğrendiklerimi, hadis-i şerifleri ve Efendimiz sallallahü aleyhi vesellemin hayatına dair bilgileri hanımlarla paylaşıyorum. Biliyorsunuz İslam'da bildiğinle amel etmekten sonra gelen şey, emr-i maruf- nehy-i anil münker'dir. Yani iyiliği anlatmak, kötülükten de sakındırmaktır. Abdurrahman bin Ebza radyallahü anh'ten bildirildiğine göre:

Peygamber sallallahü aleyhi vesellem bir gün hitab ederek müslümanlardan bir taifeyi övdü. Sonra şöyle buyurdu:

''Bir takım insanlara ne oluyor da komşularına fıkıh öğretmiyor, onlara ilim öğretmiyor, vaa'z etmiyor, iyiyi emretmiyor ve onları kötülükten de alıkoymuyorlar?

Diğer bir takım insanlara da ne oluyor ki, komşularından ne fıkıh ve ne de ilim öğreniyorlar. Onlardan öğüt de almıyorlar. Vallahi insanlar, ya komşularına öğretecekler, onlara öğüt verip iyiyi emredecekler, kötüden de alıkoyacaklar; diğer insanlar da komşularından fıkıh öğrenecekler, öğüt alacaklar, ya da ben onları hemen cezalandıracağım! Sonra hutbeden indi. Bir grup: 'Bu sözleri ile acaba kimi kasdetti?' dediler. Bunun üzerine,

'Eş'ariler'dir. Çünki onlar fakihtirler. Onların cahil sucuları vardır, ayrıca yanlarında bedeviler de yaşamaktadır da onlara bir şey öğretmiyorlar' dedi. Bunu Eş'ariler duyunca hemen Allah Rasülü sallallahü aleyhi vesellem'in yanına geldiler ve şöyle dediler:

'Ey Allah'ın Rasülü! Bir kavmi övdün, ama bizi kötüledin, suçumuz nedir? '

'Bir kavim komşularına, ilim öğretecektir, onlara fıkıh öğretecektir, onlara öğüt verecektir. Onlara iyiyi emredecek, kötüden de alıkoyacaktır. Diğer kavim de onlardan öğrenecektir. Öğüt alacaklardır, fıkıh öğreneceklerdir. Aksi halde ben onların cezasını hemen vereceğim,' buyurdu.

Onlar da: 'Ey Allah'ın Rasülü! Onlara bizden başkası vaaz veriyor mu?' dediler.

Peygamber sallallahü aleyhi vesellem, onlara sözünü tekrarladı; onlar da ona karşı sözlerini tekrarladılar. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem aynı şeyi tekrar edince, şöyle dediler: 'Bize bir sene mühlet ver.' Onlara komşularını eğitmek, onlara fıkıh öğretmek, vaa'z etmek için bir yıl mühlet verdi. Sonra Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şu ayeti okudu:

'Bismillahirrahmanirrahim, İsrailoğullarından inkar edenler, Davud'un Ve Meryemoğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, başkaldırmaları ve aşırı gitmelerindendi.' (Maide 7-8)''

Eh! Anlatmak kolay iş! Alırsın eline kitabı, bildiğini anlatırsın..Fakat empati kurmak diye bir şey var hani. Benim hitap ettiğim hanımların bir çoğu, Çukurova'da işçi olarak çalışan hanımlar. Onlara namaz bahsini anlatırken, bazıları: ''Elci (İşçilerden sorumlu kişi) namaz kılmamıza müsaade etmiyor ki. Öğleni istirahatta sıkış tıkış kılıyoruz fakat ikindi ve akşam namazı genelde kazaya kalıyor'' dediler. Şöyle bir düşündüm; evin içinde, sıcak bir ortamda namaz kılmak, ibadet etmek kolay. Sen hiç tarlaya gittin mi, orda namazlarını bir kıl önce de, sonra bunlara vaa'z et,dedim, kendi kendime..

Tarlada çalışmaya karar verdim. Hem param olacaktı. Ve hem de empati kurmuş olacaktım.

İlk işim ıspanak tarlasıydı. Sabah dardıkız namazı kılıyor, azığımı hazırlıyor, işçilerin taşındığı kamyona zor yetişiyordum. Ispanak tarlasında kim ıspanakların en iyi olduğu yeri kaparsa o yevmiyesini en erken tamamlıyor sonra ikinci bir yevmiye hak edebiliyordu. Doğrusu çok zorlanıyordum. Ayağıma tarlada rahat edebilmek için giydiğim siyah lastik ayakkabı, az sonra ıspanaklardan dolayı sırılsıklam olacak şalvarımla, bir elimde pala bıçağım, diğer elimde ıspanak keserken üstüne oturmak için elimde taşıdığım iskemle, kendimi çok komik ve gülünç hissediyordum...

Elci hanım benim işimi beğenmiyordu. ''Ispanak toplarını küçük yapıyorsun'' diye çıkışıyordu. Sadece iki, üç kadın, sohbetlerimden dolayı beni sevdiler ve sadece onlar bana sevgi ve merhametlerini gösterdiler. Gerçekten kendimi acınacak durumda hissediyordum. Elci hanım bazan o kadar ileri gidiyordu ki, benim gibi yeni bir işçisine dahi argo kelimeler kullanmaktan geri durmuyordu.

İstersem tarlaya gitmekten vazgeçer, gül gibi evimde otururdum. Eşim bana çalış demiyordu. Ekonomik durumumuz çok çok iyi değildi ama kötü de sayılmazdı.. Sırf tarladaki insanların halini anlamak için buraya geliyordum..

Kimse kimseye nazik davranmıyordu tarlada.. Aslında hepsi komşuydu. Birbirlerini gayet iyi tanıyorlardı. Fakat hırs içinde birbirlerini incitici tavır ve davranışlarda bulunuyorlardı. İyi halleri de vardı elbette. Fakat herkes kendi işini yapıyordu. Kimse kimseye kolay kolay yardım etmiyordu. Üçyüz top ıspanak bir yevmiye idi. Her top yarım kiloluktu. Üç yüz topu yapan ikinci yevmiyeye başlıyordu yani ikinci üç yüz topu yapmaya..

Fakat çalışma konusunda ben onlardan aşağı kalmadım. İki yevmiyeyi tamamlıyordum çoğu kez. Lakin birisi gelip bana ait ıspanakların iyi olan yerlerini kesmeye başladığında... Ben zaten acemiydim. Hem bana ait yerden kesmeleri haksızlık ve ayıp değil miydi? Onlar gibi argo kelimeler karakterime uymuyordu, ne yapacağımı şaşırıyordum ve üzüntü içinde Allah'a sığınıyordum.

Böyle bir gün; ikindi sonrası, arkalarda bir yerde, sakin sakin ıspanakları kesip, bağlıyorum. Az önceki hanımın yaptığı saygısızlıktan incinmişim. Ellerimde ıspanak, Yunus'un şu dizeleri geldi aklıma, sessiz sessiz ağladım...

Bendeler garip olmasın

Firkat oduna yanmasın

Hocam kimseler olmasın

Şöyle garip bencileyin

Hanyayı Konyayı belliyor insan. Bendeler gibi garip oldum fakat Çukurova'da işçi olmanın zorluklarını öğrendim.

Ha, empati kurmak yani tarlada namazı kılabilmek..?

Yağmurlu bir günde, yerler vıcık vıcık çamur..Arkadaşımdan aldığım eski bir yağmurluğu çamur içindeki tarlaya serdim, diğer bir yağmurluk üzerimde, yağmur pisem pisem yağarken öğle namazımı eda ettim...

Bu bana ıspanak tarlasından geriye kalan bir  hatıra oldu..

Rabbim namaz borcuyla bizleri huzurunda utandırmasın!

Amin...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.