Empati yapma zamanı

Ülkemizde herkes 'empati' eksikliğinden, kendini karşısındakinin yerine koyma zaruretinden söz eder ya, bizde en az yapılan şeydir 'empati'. Oysa karşımızdakine anlayışla yaklaşmakta büyük yararlar var.

Demokrasilerin kendilerini korumaya hakkı olduğuna hiç kuşku yok. Küçük bir azınlığın bir yolunu bulup iktidarı ele geçirerek çoğunluk üzerinde tahakküm kurmaya hakkı olmadığı gibi, çoğunluk oyuyla gelmiş olan iktidarların da diktatörleşmesine elbette izin verilemez. Geçmişte dünyanın başını derde sokmuş nice zorba yönetimlerin sandıktan çıkarak iktidara ulaştıkları biliniyor.

Nitekim anayasanın iki maddesinde yapılan değişikliği görüşmek üzere toplanan Anayasa Mahkemesi üyelerinin en çok bu konu üzerinde durdukları anlaşılıyor. Vardıkları sonuç kararlarına da yansıdı: “O durumda Anayasa Mahkemesi devreye girer...”

Dikta rejimi kurmaya karar vermiş bir kadroya karşı Anayasa Mahkemesi'nin fazla bir etkisi olacağını sanmıyorum. İtalya'da Faşizm, Almanya'da Nazi ideolojisi iktidara geldiğinde o ülkelerdeki yüksek yargı organları ne yapacaklarını bilememişlerdi. Başka ülkelerden örnek aramaya gerek yok; 12 Eylül askeri darbesine dönemin Anayasa Mahkemesi üyelerinin tek tepkisi, tebriklerini sunmak olmuştu. 1982 Anayasası'nda askeri yönetim dönemiyle ilgili yargılama kısıtlaması varsa, bu, biraz da Anayasa Mahkemesi'nin bugün bile bunu dert etmemesi yüzünden...

'Empati' yaparlarsa Anayasa Mahkemesi üyelerinin kendileri de göreceklerdir: Sandalye çoğunluğuna sahip olduğu için rejim dayatmasında bulunacağı varsayımıyla anayasadaki yetkilerini aşma pahasına karşılarına dikildikleri Ak Parti hükümeti kendisinden beklendiği gibi davranmıyor. Meclis'in ve hükümetin bütün yaptığı, soruna anayasal çerçeve içerisinde bir çözüm bulmak...

Bu mu Meclis'teki çoğunluğunu dikta rejimi kurmak için kullanmaktan çekinmeyecek siyasi kadro?

Madem 'empati' yoluyla Anayasa Mahkemesi üyelerinin muhakeme tarzı üzerinde fikir yürüttük, bu durumda üyeleri de benzer bir nezakete davet edebiliriz. Anayasa Mahkemesi üyeleri de Ak Parti kadrosunun yerine kendilerini koyup 'empati' yapmalılar.

Oradan bakınca durum çok daha farklı görünüyor: Meclis'te çoğunluğa sahip iktidar yasama ve yürütmedeki bu sayısal üstünlüğünü rejimin sınırlarını zorlamak için kullanmıyor; tam tersine çözümü yine anayasa içerisinde aramakla meşgul. Ve bunu kendi geleceği de Anayasa Mahkemesi'nin elinde olduğu halde yapıyor... Buna karşılık, 'muhtemel bir tehlike'den yola çıkarak devreye giren Anayasa Mahkemesi'nin rejimi koruma adına benimsediği yöntem anayasal çerçeveyi zorlamak oldu. Demokratik ülkelerde hiçbir yüksek mahkeme böyle bir girişimde bulunmamıştır. Anayasa Mahkemesi ise son kararıyla Meclis'e ait bir yetkiyi kendi eline almaktan çekinmedi.

Tehdit algılaması bakımından 'kuvvetler ayrılığı' ilkesini ortadan kaldıran Anayasa Mahkemesi'nin yöntemi 'reel bir tehdit', 'yakın ve açık bir tehlike' teşkil ediyor.

Biri 'muhtemel bir tehlike', diğeri ise 'açık ve yakın bir tehlike'...

Çoğunluğuna güvenerek bir baskı rejimi oluşturacağı sanılan iktidar o yolda hiçbir adım atmıyor; buna karşılık Anayasa Mahkemesi bugüne kadar Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ait olduğu sanılan 'rejimi koruma ve kollama' görevini üstleniyor. Esas görevi anayasayı korumak olan üyeler, Erdoğan Teziç, Sabih Kanadoğlu ve Vural Savaş'ın arzuları istikametinde yasama ve yürütme organlarını devreden çıkarıyor.

'Empati' yapmaya çalışana bile dışarıdan bakınca görünen bu...

Anayasa Mahkemesi üyeleri de 'empati' yapmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar