Gizemli bir geziden notlar

“Gelirsiniz değil mi?” diye soran telefondaki ses o kadar derinden geliyordu ki, o ana kadar neler söylediğini kaçırmamın da verdiği rahatsızlıkla, “Elbette Irak'a gelirim, ama neden böyle pes perdeden soruyorsunuz ki?” deyivermişim... Gizemli bir geziye davet elbette fısıltılı bir sesle olur.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün iki günlük Bağdat ziyaretine katılmaya davet edilen gazeteciler uçağa binene kadar hissettiler gezinin gizemini: Ziyaret pazartesi sabahı başlayacaktı, ama saat kaçta olacağı hareketten kısa süre önce bildirilecekti. Saati bildirmek üzere arandığımda da, “Her zaman olduğu gibi herkes havaalanına ayrı ayrı gitmeyecek, önce Köşk'te buluşup aynı minibüsle uçağın kalkacağı yere götürüleceğiz...” uyarısına muhatap oldum.

Bir uyarı daha yapıldı: “Otelde ne tür şartlarla karşılaşabileceğimizi bilmiyoruz; bir yastık kılıfıyla çarşaf getirmeyi de unutmayın... Ben sizin yerinizde olsam kalacağımız süre içerisinde içeceğim kadar şişe suyumu da yanıma alırdım...” Bir an aklımdan, “Bakalım Bağdat'ta herbirimize otomatik silâhlar da mı verirler?” düşüncesi geçti.

Bize silâh verilmedi, ama iki kişiye tahsis edilen araçlarımızın herbirine silâhlı bir görevli verdiler...

Uyarılar ve tedbirler bunlarla da bitmedi. Uçakta elimize verilen geziyle ilgili notlarda bir dizi yeni uyarıyla tavsiye edilen tedbirler de yer alıyordu. Otelden tek başımıza yaya olarak çıkmayacaktık. Sürekli zırhlı araçlara binecek, binince kapılarını kilitleyecek, araçtaki güvenlik sorumlusu onay vermedikçe kapıları açmayacaktık... Kalacağımız otelin altı asansöründen yalnızca ikisi çalıştığından asansörlere güvenmeyecektik...

'Hijyen' diye de bir başlık vardı notlarda. Okuyalım: “Genel olarak hijyene dikkat edilmesi, örneğin diş ve ağız temizliğinde şişe suyu kullanılması, içeceklerin ise mümkün olduğunca şişeden ve buz kullanmadan tüketilmesi...”

İyi mi?

Uçakta bizlerle görüşen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Bağdat'ı yıllar önce en şaşaalı döneminde görenler uzunca aradan sonra bir de şimdi göreceklerse ağlayabilirler” demişti, iki Bağdat arasındaki farka dikkat çekerek... Defalarca ziyaret ettiğim, ama son ziyaretim 1991'de gerçekleştiği için daha çok şaşaalı günlerini hatırladığım Bağdat beni ağlatmadı; daha yufka yürekli biri olsaydım ağlayabilirdim de...

Döndüğümde 'Bağdat 2009' zihinsel bilgi notumun altına şu tespiti düşmüş olacağım: “Havaalanından en güvenli bölge olan 'Yeşil Hat' alanına geçene kadar sadece yıkım gördüm. Bir de üniformalı kişiler: Askerler, polisler... Askerlerin Iraklı mı yoksa Amerikalı mı olduğunu ayırt etmek neredeyse imkânsızdı. Cumhurbaşkanı düzeyinde bir ziyaret olduğu için her ihtimali göz önünde tutan çok kapsamlı güvenlik tedbirleri almışlardı.”

Zaman zaman günlük dilimizde de yanlış haliyle kullanılan bir “Ba'de harab-ül Basra” deyimi vardır; düz dile tercümesi “Basra yıkıldıktan sonra...” demek... Deyimi bundan böyle “Ba'de harab-ül Bağdat” haline çevirip kullanmakta hiçbir mahzur yok... Bizim buraya gelişimiz de Bağdat harap olduktan sonra gerçekleşti işte...

Halbuki bu duruma düşülmemesi için az mı gayret gösterdik... Kendi hesabıma “Yapmayın, etmeyin, eylemeyin” deyip durdum. Gökten bombalar indirerek bir ülkeye huzur, refah ve mutluluk götürülemeyeceğini öngörmek için müneccim olmak gerekmiyordu. Biraz tarih bilgisi, biraz bölge halklarını tanımak yeterliydi bu yolun çıkmaz sokak olduğunu görebilmek için...

O dönemde üzerime nasıl geldiklerini herhalde unutmuş olamazsınız.

Bağdat harap oldu ve yapılanın yanlışlığı artık herkes tarafından görülebiliyor. Tam bir 'güvenlik ülkesi' durumunda Irak; korkusuzca sokağa adım atılamıyor ve ancak belli bir bölge içerisinde el-kol sallanarak dolaşılabiliyor...

Bu son cümleyi yazdığımı arkamdan okuyan tanımadığım biri, “Yeşil hat içerisinde bile güven yok” dedi. Meğer şu yakınlarda çok kapsamlı güvenlik soruşturmaları sonucu bir bakana şoför yapılan biri kullandığı otomobili kendisiyle birlikte patlatmış...

Eskiden 'kalebentlik' denilen bir ceza türü vardı; siyaseten yanlış yapmış olanları belli bir süre tehlikeli bir yerde tutma cezasıydı bu... Orada aklıma geldi; Bush'u kafasının etini yiyerek Irak'a operasyona zorlayan Neo-Çılgınlar ekibinin öndegelen isimlerini birkaç ay Bağdat'ta kalma cezasına çarptırsak, bir daha böyle maceraları akıllarından bile geçirmezler...

Gizemli gezimizin ilk gününden notlarım bu kadar...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.