Bilgin ERDOĞAN

Bilgin ERDOĞAN

İndirilmiş Dinde Sevgi ve Adalet,Uydurulmuş Dinde Nefret ve Adavet

İndirilmiş Din Sevgiyi ve Adaleti, Uydurulmuş Din Nefreti ve Adaveti Teşvik Eder

Sevgi indirilmis Dinin Ruhudur

Sevgi, sözün bittigi yerde başlayan.. Nokta’nın ardındaki yürek idraki .. Cümle’nin sebeb-i vücudu ve dahi cümle alemin.. Varlık sualinin en net cevabı … Sevgiyi, sevgiyle yaratan ve sevilmeye en layık olan el Vedud’un adı … “Oku” diye başlayan o yüce kelamın ruhu … Sevgi ile başladı her şey … Önce söz vardı der Ahd-i atik … Önce söz vardı zira önce sevgi vardı … Zira delilidir sevgi’nin, sözün varlığı …Sevgi, kelamın sebeb-i vücudu..

Kelam, sevgi ile söylenen sözdür zaten … Arap lisanında kavl; herhangi bir söze, kelam; insan ruhunda iz bırakan söze denir. Levh-i mahfuzdan pak yüreklere damlayan sözün adıdır vahiy. Yüreklerdeki çirkef çamurunu tezkiye etmek için.. El Vedud’un adıyla aşk ile inmiştir vahiy … Sevgi, varlık sorusunun en net cevabı … Sevgi olmasaydı varlık olmayacaktı. Sevgi olmasaydı varlığın halifesi olan insan vahiysiz yani rehbersiz kalacaktı… Sevgi ile başladı her şey ve aşk ile o geldi o ışık … Aşk ile anlam buldu her varlık… Sevgi, el Vedud’un adı … El Vedud, hem ism-i fail hem ism-i mef’ul lugat-i Arabiyede.. O, Seven ve sevilendir … O , Rezzaktır rızık verir ama rızık almaz . O, Gaffar dır bağışlar ama bağıslanmaz. O, şifa verir ama kimse O’na şifa veremez. Lakin O, el Vedud’tur sever ve sevilir. O halde aşk, Yaratıcı kudrete verilebilecek tek sermayedir..O halde kulluk dahi aşk iledir..

Kur’an’da “Seven ve Sevilen” anlamına gelen el Vedud ismi iki defa geçer. Birincisi Buruç suresinin 14. ayetinde “Ve huvel gafûrul vedûd” – “O ki Gafur ve Vedud tur” (Buruç: 85:14) İkincisi ise Hud suresi’nin 90. Ayetinde “…inne rabbî rahîmun vedûd” “Kuşkusuz Rabbim Rahim ve Vedud tur”( Hud:11:90) geçer. (bknz.İslamoğlu, Kur’ana Göre Esma-i Hüsna, 3. Cilt) Kur’anda geçtiği her iki yerdede Vedud ismi merhamet ve bağışlama anlamlarına gelen iki isimle beraber gelir. Dolayısıyla sevgi, beraberinde merhameti ve bağışlamayı getirir. Allah sevdiği için bağışlar ve sevgi insanıda merhamet dolu olacağından şayet gerçekten sevgi yüreğinde iktidar olmuşsa bağışlama ahlakına sahiptir.

 

Kulluk dahi ancak hakiki bir sevgi  ile hayat bulur

 

Evvela, iman sevgi ile hayat bulur … Zira iman, Allah’a güvenmektir. Güvenmek ise ancak sevgi ile olur. Sevgi’nin bittiği yerde güvende biter … İnsan, annesine güvenir zira annesinin sevgisine inanır. Dostuna güvenir zira dostunun sevgisine inanır… Madem ki sevginin olduğu yerde güven var, o halde köklü bir iman dahi güçlü bir sevgi ile ancak vücud bulur. Ragib el İsfahani, kazık anlamına gelen ‘veted’ ile sevgi anlamına gelen ‘vedud’ un aynı kökten geldiğini ifade eder. İman dahi aşk ile yürekte kök salar ve sağlamlaşır. (bknz.İslamoğlu,Kur’ana Göre Esma-i Hüsna, 3. Cilt)

 

İbni Kayyim el Cevziye, sevgiye tekabül eden altmış isim sıralar.Araplarda bir ismin çokluğu onun ehemmiyetine binaendir.Savaş ve ticaret ile hemdem bir toplumda kılıç ve deve isimlerinin çok olması gibi sevgiye tekabül eden kavramlarda çokçadır. Bunlardan biri “el taabbud” anlamına gelen kulluktur.Zira teslimiyet anlamına gelen İslam dahi aşk ile hayat bulabilir ancak … İman, Allah’a güvenmek, İslam, güvendiğin Allah’a teslim olmak demektir … Bu teslimiyetin ilk parolası kelime-i tevhidtir  kuşkusuz … Kelime-i tevhid’in ilk hecesi “La ilahe” yani hayır diyebilme bilinci ancak aşk ile mümkündür.

 

Yüreğinde aşk içselleşirse bir insanın ancak o zaman hayır diyebilir yaşadiğı çağın sahte ilahlarına, zulme ve tuğyana … Şeytanın çekim alanından çıkıp Rahmanın çekim alanına girmek ancak aşk ile mümkündür.“İlah” kavramı’nın vücud verdiği semantik alana bakıldığında görülecektir ki bu kavram tamamen sevgiyle alakalıdır. Zira bu kavramın kökü olan e-l-h , çok sevildiği için ibadete layık görünen anlamındadır. Dolayısıyla İslam’ın ilk şartı olan kelime-i tevhid’in sırrı en çok Allah’ı sevmekle ilgilidir .Demek ki aşksız bu kapıdan içeri dahi girmek mümkün değil… Kelime-i tevhid dahi aşk ile …

Salat, bir aşk hareketidir mesela … Tekbiri, secdesi,kıyamı ve rükusuyla … Aşktır , namazın ruhu ve biricik sermayesi Hak yolcusuna … Birde meftun olmaktır aşk , Rabbin yüce kelamına … Onun için oruç tutar Hak yolcusu kelamın indiği o ayda … İnfak yine aşktan bağımsız olmaz … Aşksız yapılan Kabil’in infakına, aşk ile olanı Habil’in infakına benzer zira … Hac, bir aşk yolculuğudur onu anlayana … Cihad, bir aşk hareketidir yine … İnsan isimli çiçekle İslam isimli yağmur arasındaki engelleri kaldırabilmektir bir müfessirin ifadesiyle … Şehid aşıkların en muhteremi ve şehadet aşkların en güzeli … Kurban, bir ilan-i aşktır en sevgiliye …

Ümmet, anne gibi toplum demektir

Bir yuvanın huzur içinde olabilmesi için sevgiye ihtiyaç vardır. Zira Rabbimiz Kur’an da “Sizin için kendisiyle huzur bulasınız diye kendi türünüzden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet yerleştirmesi O’nun ayetlerindendir.” (Rum; 30:21) Dolayısıyla bir yuvanın harcıdır sevgi. Sevgi olmayınca o yuva çözülmeye mahkumdur. Zira bir aileyi ayakta tutan “Sevgi, Saygı, Sadakat ve Sorumluluk” gibi dört “S” kuralı vardır. Diğer üçünün varlığı yine sevgiye bağlıdır. Dolayısıyla yuvanın daim olabilmesi dahi sevgi ile.. Ümmet aile gibi olduğundan aile için geçerli olan yasalar ümmet içinde geçerlidir.

Arap dilinde anneye, “ümm” lidere, “imam” topluma, “ümmet” denir… İmam, bireylere anne gibi liderlik yapan, ümmet ise diğer toplumlara anne gibi önderlik yapan demek olduğunu ise hem kelimelerin etimolojik akrabalığından hemde en büyük lider olan peygamberlerden hemde o peygamberin ümmmetinin tarihteki misyonundan biliyoruz….İmam, anne gibi lider ümmet ise anne gibi toplum… Anne bebeğe süt verir lider cemaatine hikmet ve ümmet diğer toplumlara barış ve saadet… Anne bebeği için hizmet verir, imam cemaati için, ve ümmet diğer milletler için…

Cennet en yüksek makam ve o bir annenin ayağının altında adeta… Anne’nin ayağı altında hizmet vardır zira…Zira anne toprağa yüreğiyle basar…Anne’nin adımlarında aşk vardır…Anne ayağına aşk pabucunu giyer ve onu isar bağcığı ile sımsıkı bağlar ve adımlarını şefkatle atar…Annenin adımlarında aşk ve hizmet vardır onun icin cennet bu ayağın altındadır. Ümmet ise anne gibi toplum demektir.

Anne üretendir …Sancıyla ve acıyla senin bu aleme gelmene vesile olan…Bin fedakarlık vardır onun her halinde…Bir varoluş uğruna bin cefa sayıklar anne…Sancı, anne olmanın alamet-i farikası… Anne yavrusu için sancı çeker, ideal lider olan imam ise yaşadığı cemiyet için…O yaşadığı cemiyetin sineği değil bilakis arı gibi üretenidir….İdeal toplum olan ummet içinde durum aynıdır. O, yaşayan diğer toplumlar için acı çekmeye razıdır. Kimileyin yeryüzünün damarlarına kan verir insanlığın barışı ve saadeti için…Ümmet arı gibi üretir ümmet olunca…

Anne besleyendir … Anne bebeğine süt verir ve gıdasını sağlar…O, rahmet musluklarını yavrusuna verirken ayrı bir mutluluk duyar…Geceleri uykusunu böler bunu yaparken…Beslemek için uykusunu böler… İdeal lider olan imam ise başkalarını beslemekten ayrı bir lezzet duyar…Afrikada ki aç insanlar, Nijeryada su kirliliğinden dolayı ölen çocuklar, Mozambikteki gıdasız yavrular onun uykusunu kaçırır…Kalkar ve insanlığı teşkilatlandırır ve bunun için birşeyler yapmak ister…Ümmet ise yine öyle…Dünyada ki insanların dertleri için hicret eder ve onların acılarını dindirmek için çabalar…Çabaladığı kadar ümmettir yoksa o bir yığındır sadece…

Anne olmak, fetih işçisi olmaktır…Onun için tüm anneler yavrularının yüreklerini fethetmişlerdir….Annesini sevmeyen varmı dır? Fetih, f-t-h kökunden gelir…Ibni Manzur, suyun yatağına kavuşması için önündeki engelleri açma anlamındadır der…Yavru, annesini sever… İdeal lider sevilir zira o, kişinin fıtrat yatağını bulması için mutluluğunun önündeki engelleri kaldırandır..O fethedendir…Her lider bir fetih işçisidir…Sure-i Fatiha’nın bir ismide Ummul Kitaptir…Fatiha, kapı demek, Ümmül Kitab, kitabın annesi demek. Fatiha, kitabın annesi, anne ise insanlığın Fatihası yani kapısıdır…Lider, yine kapı olandır…Kapıları açandır…Ümmet ise mahzun milletlere yüreklerinin ve dahi sınırlarının kapısını açandır.

Anne, yavrusunu koruyan bir şefkat kahramanıdır …Bebek için en korunaklı yer anne rahmi ve insanlar için en korunaklı yer emin sıfatıyla mücehhez insanların yürekleri ve insanlık ailesi için en korunaklı yer ümmetin bağrıdır.Anne, bebeği rahminde korur ümmet ise bağrında…Bir lider anne olabildiği kadar imam ve bir toplum anne olabildiği kadar ümmettir…Anne, yavrusu için uykusunu böler ve geceleri uykusuz kalır…Annelik öyle asil bir duygu ki bu asalet sadece anne-insanlar için değil anne- toplumlar içinde geçerli…Bir anne tavuk, civcivleri için bir tilkinin önüne atılır ve canını verir icabında…Yaşadığı cemiyet için çağın çakalları önünde kendini feda eden ve bedel ödeyen insanlarsa bu çağın anne yürekli liderleridir…Bağışlamak, annelerin mizacında var… Çocuk haylazlık yapar ama anne bağışlar…Onun kızması hep terbiye maksatlıdır…İşte anne yürekli lider de bağışlar hep…İçinde gayz ve nefret değil şefkat ve muhabbet saklıdır…Öfkesi zulmedir onun…Onlar onu tahkir etseler dahi..Çünkü o ,annedir… Onun için, cennet ayaklarının altındadır anne gibi olabilenin belkide… Şayet şefkat pabucunu isar bağcığı ile sımsıkı bağlar ve adımlarımızı aşk ile atar , ayağımızı toprağa yüreğimizle basarken yolumuza hizmet bilinci ile devam edebilirsek  belki cennet gibi bir mükafat bu ümmetinde ayağının altına verilir? Bize düşen anneleri iyi tanımak ve onların yavruları için yaptıklarını bizlerinde birey olarak cemiyetimiz ve ümmet olarak insanlık ailesi için yapabilmemizdir.

Ümmet olmak sevgiyi,şefkati ve saygıyı yüreklerde,içsellestirmekle,vicdanlarda hissetmekle ve davranışlarda yaşamakla mümkündür.Mü'min olan kardeşlerimizi aşk derecesinde sevmedikce,bizden olmayanların haklarına saygı duymadıkça ve varlığa şefkat eli uzatmadıkça ümmet olma imkânını elde edemeyiz.Zira ümmet, medeniyetlere yani tüm insanlık ailesine anne olma makamıdır.Oysa ki bugün ümmet bu değerlerin hepsinden sabıkalıdır.Zira insanların zihninde uydurulmuş bir din tasavvuru egemendir.

Uydurulmus Din Sevgi’nin Degil Nefretin Diliyle Konusur

Vahyin kutlu beyanında olduğu gibi Allah indinde din İslamdır..Onun dışındaki tüm inanç sistemleri yer yer ütopik ve pratiği olmayan bir sevgiden bahsetseler dahi hep insanlık için felaket olmuşlardır. I.Dünya savaşında yaklaşık 35 milyon insanın ölmesine ve yaklaşık 20 milyon insanın yaralanmasına, II. Dünya savaşında dünya nüfusunun 2.5%’nun katledilmesine,Avustralya’da 15-20 milyon Aborjin'in etnik kıyıma tabi tutulmasına, Nükleer bombalarla 166 bin sivil insanın Hiroşimada ve 80 bin sivilin Nagasakide ölmesine, yüz milyondan fazla Kızıl Derili’nin Kuzey Amerikada soykırıma uğramasına, elli milyon Güney Amerikalının Sivil Harp döneminde ölümüne ve 180 milyon siyahiyi köleleştirmek için gemilere tıka basa koyan ve bunların 88%’ini yolda bakımsızlıktan öldüğü için Atlantik okyanusuna atarak onların acımasızca öldürülmesine neden olan uydurulmuş dinin müntesibi olan Pavlus Hristiyanlarıdır.

Bunca katliamların Hristiyanlarca irtikap edilmesi Hristiyan çarmıh doktrininin bir anlamda şiddete meşruiyet zemini hazırlamasıdır. Barış için masum insanları feda etmek gibi bir yanlış algı aslında bu çarmıh teolojisinin neticesidir. Çünkü bu teolojiye göre insanlığın günahları için Tanrı oğlunu feda etmiş ve böylece insanlik ailesi icin bir bağışlanma gerçekleşmiştir. Insanın aklına gelmez mi? Rahmeti Sonsuz Tanrı, barış için oğlunu feda ederse rahmeti sınırlı insan neler yapmaz? Sormak lazım: Hristiyan dünyasında sivilleri ve masumları tanrı adına öldürme ve ancak böylece barışın ve güvenliğin sağlanacağı fikrine çarmıh teolojisi ilham vermiş olabilir mi?

İslam deyince akla adalet,muhabbet,,rahmet,uhuvvet,erdem,yüksek ahlak ile tefekkür ve tesanüd gibi vahyin Allah resulu’nun hayatında inşa ettiği evrensel değerler değil zorbalık,adavet,tefrika,husumet,şiddet ve baskı gibi insan onurunu ayaklar altında paspas eden nitelikler geliyorsa bunda İslam düşmanları kadar vahiyden beslenmeyen ve kendisini müslüman olarak tanımlayan toplumlarında payı olduğunu bilmek gerekir. Ortadoğu’da her yer kan gölüne dönmüşse ,mazlum halklar zalim diktatörlerce sömürülüyorsa birtakım sözde müslüman tedhiş örgütleri Alevilerin,Ezidilerin veya Ermenilerin kanı,malı veya ırzı helaldir diye fetvalarla insanlara zulmediyorlarsa vahiy isimli aynanın karşısına geçerek biz kimiz ve bu hal neyin nesi demek durumundayız!

Malcolm X uydurulmuş dinden indirilmiş dine hicret ettiği için şehid edilmiştir

Yaşadığım topraklardan da somut bir misal verecek olursam mesela Malcolm X uydurulmuş dinden indirilmiş dine hicret ettiği için şehid edilmiştir.Zira onu şehid eden ellerin mensup olduğu grubun adı İslam Ulusu (Nation of İslam) kelimenin tam anlamıyla uydurulmuş bir din niteliğindedir. Zira onlar 1934 yılında, aslen Bursalı olduğu söylenen W.Fard Muhmmed isimli zata Allah’ın hulul ettiğine ve Elijah Muhammed isimli siyahi liderin bu kimseden vahiy aldığı için onun elçisi olduğuna inanırlar. Kendilerini İslama nispet etselerde Kur’ani değil Elijah Muhammed’in kitaplarını takip ederek onun koymuş olduğu şeriatı takip ederler. Mesela Elijah Muhammed’in takipçileri Ramazan ayında değil Aralık ayında oruç tutarlar. Kur’an’dan kopuş onları ırkçı bir tarikat yapmış ve beyaz adama karşı düşman kesilmislerdir.Malcolm X ise bu örgütten ayrıldığı için irtidat etmiş olduğundan onun ölümüne ferman vermişlerdir.Bu cinayetin hakiki nedeni kanımca Allah’ın kitabından referansla hareket etmemek yani indirilmiş din yerine uydurulmuş dinden refarnsla hareket etmektir..

Uydurulmuş dinin her versiyonu birbirini güçlendirir

İslam’ın tevhid ve adalet gibi iki temel ilkesi vardır. Batıda,evrensel İslami öğretinin anlam alanını daraltan ve bir zamana ve mekana kilitleyen Vehhabi eksenli dini yaklaşım tarzı İslam dünyasını dışardan imaj bombardımanına tutarak adalet ilkesini ayaklar altına alırken, Doğu'da Gnostik felsefenin etkisi altındaki sınır ve ölçü tanımayan sufi tasavvur İslam'ın en büyük argümanı olan tevhid ilkesini içten içe kemirmektedir.Onun için vahyin nuruyla tevhid ve adalet argümanını yeniden güçlendirecek dengeli bir tasavvura ve bu tasavvurla yaşayan insanlara hava gibi su gibi ihtiyacımız var.

Dinin suyunu bulandırmak en büyük zulümdür.Selefi dünyası rivayeti kullanarak bu zulmü irtikap ederken Gnostik felsefenin etkisi altındaki sufizm onun da dışında başka kaynaklar üreterek bu dini adeta tanınmaz hale getirmektedir.Dinin temel kaynağı olan vahye ters düşen,din adına söylenen her söz batıldır. Bu hiyerarşiyi bozanlar bu dinin genetiğiyle oynayan zalimlerdir Din adına yapılan zulüm dinsizlik adına yapılan zulümden daha şiddetlidir.Bolşeviklerin dine ve dindara zulmü 70 senede son bulurken bu dinin suyunu bulandıran engizisyon kafalı yobazların zulmü asırlardan beri devam etmektedir.İstediği fetvayı vermediği için Ebu Hanife'ye işkence eden Emevi Halifesi Mansurdan bu yana bu zulüm devam etmektedir.

Gerek dini bir tarihe ve mekana hapseden Vehhabi zihniyet gerekse dinde tevhidi dinamitleyen Gnostik felsefe’nin etkisi altındaki tasavvufcu algı birbirlerine ne kadar zıt ve kavgalı gibi görünselerde uydurulmuş din olma asgari müştereğinde birleştikleri için birbirlerini güçleyip beslerler. Bu konuyu bir fıkra ile bağlayayım.Bağdatta bir dilenci  vardır ve bir köprünün altında dilenir. Ama öyle ki ekmeğini zor çıkarır bu dilenci. Kimse kendisine rağbet etmez. Birgün zengin olmaya karar verir ve aklına şöyle bir fikir gelir dilencinin. Ben bir arkadaş daha bulayım ve onu köprünün diğer ucuna geçireyim o Ali aşkına dilensin bende Muaviye aşkına. Birde bakar ki insanlar arasında bir rekabet oluşmuş. Şii olanlar Ali aşkına dilenen dilencinin önündeki paraları az görünce onu desteklemek için tomar tomar para vermeye başlarlar ve sünnî olanlar ise Muaviye aşkına dileneni destekleyip onu paraya boğarlar. iş rekabete dönüşür. Akşam olunca ise iki ortak dilenci köprü altına geçip paraları paylaşırlar. Uydurulmuş dinin her versiyonu birbirini güçlendirir.

İndirilmiş din bağlı olmaya teşvik ederken uydurulmuş din bağımlı olmayı dikte eder. Sufi tasavvur şeyhine ve tarikatına gelenekçi tasavvur ise meşrebine ve mezhebine bağımlı olmayı zorunlu kılar. Oysa ki hakikat vahiyden beslenerek şahsiyetli bir bağlılık ilkesiyle hareket edebilmektir. İslamoğlu’nun ifadesiyle tutku tutuklar ve aşk özgürleştirir. Dolayısıyla tutku bireyi bağımlı sevgi ise bağlı kılar.

Diri bir ümmet olabilmek liderlere bağımlı değil bağlı olabilmekle mümkündür...

Bağlı olmak ve bağımlı olmak arasındaki fark, gündüz ile gece, hak ile batıl, rahmet ile zahmet, hizmet ile hezimet arasındaki fark kadar derindir. Zira indirilen din bağlı olmaya teşvik ederken uydurulan din bağımlı olmayı dikte eder.Cemaat bağlı olanlardan, cemadat ise bağımlı olanlardan müteşekkil bir sosyal yapıdır. Cemaatlerin içindeki bağlılar cemaatlerin özneleri, bağımlılar ise o camianın nesneleri olurlar.

Bağlı olanlar ilkeleri, bağımlı olanlar ise şahısları esas alırlar.. Vahiy “ Allah’ın eli cemaat iledir” der ama sürü yani cemadat iledir demez.Bağlı olanları yönetmek, şuur ve ikna ile bağımlı olanları yönetmek ise şartlandırma ve baskı iledir. Bağlı olanlar sorgular, akleder ve itaat eder yada etmez, bağımlı olanlar ise sorgulamadan ve İlahi kriterlere, akli ölçülere başvurmadan körü körüne itaat etmeyi erdem zannederler.

Bağlı olanlar parmağın gösterdiği aya bakarlar bağımlı olanlar ise parmağın kendisine.. İslamoglu’nun ifadesiyle cama bakan camı görür camdan bakan ise güneşi..Bağımlılar cama bakar, bağlılar ise camdan bakar.Bundan dolayıdır ki bağımlı olanlar hadiselerin arkaplanını görmek ve yapılmak istenen ile ilgili kafa yorma zahmetine girmek yerine sürü psikolojisiyle hareket etmeyi tercih ederler.

Bağlı olanlar kaliteye, niteliğe yani keyfiyete bakarlar bağımlı olanlar sayıların, binaların ve paraların yani kemmiyetin enkazı altında kalırlar..Bağlı olanlar küffarın elinde şehid olmayı en büyük erdem telakki ederken bağımlı olanlar, gassalın elinde meyyit olmayı yani liderlerine körü körüne bağlanmayı hizmet kabul ederler.“Bağ” anlamına gelen ‘ukâl’ ile ‘akıl’ Arapçada aynı kökten gelir. Dolayısıyla bağlı olmak icin akıl ve vahiy temel esastır. Bağımlı olanları ise motive eden kör bir taassubtur sadece.Bağlı olanlar “Onlar sözün tamamını dinler ve en güzeline uyarlar” ayetindeki gibi akıl ve gönül insanlarıdırlar. Bağımlı olanlar ise “Onlar ahbarlarını ve ruhbanlarını rabler edindiler” ayetindeki gibi çok tehlikeli bir yolun yolcusudurlar.

Bağlı olanlar, davam insanlık için tasavvuruna sahipken, bağımlı olanlar insanlık davam içindir gibi bir çarpık algıya sahip olduklarından şuursuz kalabalıkları ve beton yığınlarına ve insan denilen gerçeğe tercih ederler. Bağımlı olanlar kafalarindaki hayali kislilikleri hayatlarındaki gercekliklere tercih ederler.Bağlı olanlar, sözün gücüne inanırlar bağımlı olanlar ise gücün sözüne.. Onun için bağlı olanlar sözlerini, bağımlı olanlar ise seslerini yükseltirler. Bağlı olanlar yüreklere ve akıllara hitap eden bir muâllim gibi bağımlı olanlar ise takım taraftarı mentalitesiyle hareket eden amigolar gibidirler.

Bağlı olanlar, kula olan itaat, Hakka ve hukuka olan itaatsizliğin başladığı yere kadardır diyen mümeyyiz bir kafaya sahip kimseler iken bağımlı olanlar Hakka rağmen bir itaat algısına sahiptirler. Onların itaaleride ilkesizlik ve omurgasızlık vardır.Bağlı olanlar, yaşadıkları çağın aktif ve etkin bir öznesi bağımlı olanlar, kendilerini nispet ettikleri ideolojinin pasif ve edilgen bir nesnesidirler.Bağlı ile bağımlı arasındaki fark aşk ile tutku arasındaki fark kadar derindir. Bağlı olanları aşk, bağımlı olanları tutku tarif eder. Bir müfessirin ifadesiyle tutku tutuklar lakin aşk özgürleştirir. Onun için bağlı olanlar, adayanlar ve adananlar, bağımlı olanlar ise harcayanlar ve harcananlardır.Bağlı olanlar ayağı yere basan makul bir lider tasavvuruna sahiptirler. Bağımlı olanlarsa hayattan kopuk mahsus bir çarpık algının mağdurudurlar. Onlar liderlerine insan üstü  nitelikler vererek onu hayatın dışına iterek imkansızlaştırırlar.

Bağlı olan, liderlerini hatasıyla sever ve başına taç eder ama onu beşeri özelliklerinden soyutlamaz. Zira onun tasavvurunda hata yapmak mukteza-i beşeriyet yani insan olmanın gereğidir. Bağımlı olanlarsa imamet mitolojisindeki gibi masum lider algısına sahiptirler. Oysaki hatadan münezzeh olma sadece Allaha mahsus bir niteliktir.Ebu Hanife : “ Şayet ihtilafa düşerseniz ve ihtilafa düştüğünüz konuda size birileri delil getirirlerse ve onların getirdiği delil benim getirdiğim delilden daha sağlam olursa ve siz buna rağmen beni takip ederseniz benim yolumdan değilsiniz” diyerek şahsa değil delillere ve ilkelere bağlı olmanın ehemmiyetinin altını çizer. Onun için bağlılar tahkik etmeyi taklid etmeye tercih ederken bağımlılar bunun tam tersini yapmaya şartlanmışlardır.

Bağlı olanlar hatayı imha ve hatalıyı inşa etmeye çalışırlar. Bir hatasından dolayı bir kişinin yada cemaatin veyahut siyasi bir fırkanın üstünü çizmezler. Pirincin içindeki taştan dolayı bir çuval pirinci çöpe atmak gibi bir israf içinde asla olmazlar. Ancak bağımlı olanlar asla pirincin içindeki taşı taş olarak görme eğiliminde olmadıklarından hem liderlerine hem kendilerine hemde etraflarına zarar verirler.Bağlı olanlar fitne zamanlarında uzlaştırıcı, birleştirici ve inşa edici, positif bir misyon yüklenirler. Bağımlı olanlarsa kin ve adavete sebebiyet veren bir tarafgirlik içine girerek karşı tarafı imha edici bir tavır içinde olurlar.

Ümmet: Sevgi ,şefkat ve denge

Ümmet, sevgi ,şefkat ve denge medeniyetidir. Rehberi vahiy olan bu ümmetin tek düşmanı Rabb’in o kelamında ifade edildiği gibi zulümdür. Rehberi vahiy olanın zalimlerden başka düşmanı olamaz.(Bakara:93) Rahmet peygamberini hurafe rivayetleri paravan yaparak şahsi veya milli öfkelerini bu dine alet etme münasebetiyle sevgiye ve şefkate amborgo koymak bu dinin ruhuna mütecavizane saldırmaktır.Vahyin alemlere rahmet olarak tanıttığı peygamberi sol eliyle yemek yediği için veya namaz kılarken önünden geçtiği için kendisine lanet okuyan bir peygamber gibi tanıtmak rahmet elçisini lanet elçisi gibi tanıtmaya netice vermektedir.Özellikle neo-selefi dünyada hatalı gördüklerine karşı tahammülsüzlüğün ve şiddetin temelinde uydurulmuş rivayet teolojisinin olduğu bir gerçektir.Mısırdaki Selefi çizgisindeki el Nur hareketinin İsraile tam destek veren Abdülfettah el-Sisi’yi destekleme sebebi Filistinde yaşayanların kendi çizgilerinde olmamalarıdır.

Sevgi, Gnostik felsefenin etkisi altındaki Sufi tasavvurda ise romantik bir avunma aracı gibi olduğundan hiç bir pratik değeri olmayan edebiyata dönüşmektedir. Lakin sevgiye bu kadar atıf yapmalarına rağmen tarihte ilk suikast çetesi’nin ve terör şebekesi’nin kurucusu Haşhaşiler'in lideri Hasan Sabbah olmuştur. Bu zaviyeden bakınca mistizm yollu şiddet selefi tarzı şiddetten daha tehlikelidir. Zira Kur’anında ifade ettiği gibi “Allâh katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir” (Enfal:8:22) Düşünme melekelerini ipotek ettirenlerin yeryüzünde yapamayacakları fenalık yoktur.Şayet bir kimse liderini “ Kum biiznillah “ dediği zaman cansızlara can üfleyecek bir kudrete sahip olduğuna inanırsa vey o liderin takipçilerine yaptıramayacagi yoktur.Böylesi bir tutku ve bağımlılık, zehirleyen ve toplumları çürüten bir niteliğe sahiptir.

Denge ümmet olabilmenin miftahıdır..

Rabbimiz ne guzel der : “" Sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanların üzerine şahidler olasınız.." (Bakara:2:143)” Insanlığa şahidler olabilmenin yolu  dengeli yani orta yolu tutabilmekle mümkündür. Kainat kitabında hersey denge icindedir. Denge bu anlamda sünnetullahtır. Bu yasaya uyanlar hayatiyetlerini devam ettirirler uymayanlar yokluğa mahkum olurlar. Evrendeki her şey denge ve ölçü içinde olduğu için hayattadır.Nasıl bir    ümmet olacağımıza kainat kitabı ilham vermelidir.Mesela insan anatomisinin insan iradesine verdiği temel mesaj "Ey insan ! dengeli ol" mesajıdır. Çok sıcak olduğu zaman bedeniniz yanar ve yine çok soğuk olduğu zaman donarsınız. Vücudunuzun sıcaklık dengesi bozulduğunda ve soğuk olduğunda bedeniniz titreyerek veya çok sıcak olduğunda vücudunuz terleyerek tepki verir. Tıp dilinde “homeostatis” olarak bilinen bu hal dengede hayat var çağrısına bir misaldir sadece.

Güneş Sistemi'nin yapısını tefekkür ettigimizde, yine büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu soğukluktaki dış uzaya savrulmaktan koruyan etki, güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengedir. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulurlar.

Gerek mikro evren olan insandan gerekse makro insan olan evrenden yola çıkarak diyebiliriz ki ümmet olarak hayat bulabilmemiz ancak denge ahlakına sahip olabilmekle mümkündür.Denge,ümmet olabilmenin miftahıdır..Ümmet olabilmek evrendeki o muzzam kozmik dengeyi yaşayabilmekle mümkündür.

İndirilmiş din, Vehhabi dünyada olduğu gibi, hurafe rivayetleri paravan yaparak rahmet dinini bir çeşit lanet bir ideoloji gibi takdim etmeye kalkanların ve kabilevi öfkelerini uydurulmuş rivayet teolojisiyle süsleyip insanlık ailesine bela olanların ideolojisi değildir. Yine bu dinde sevgi ve şefkat Gnostik felsefeden beslenen Sufi tasavvurdaki romantik bir avunma aracı ve kuru bir edebiyat değildir. Aliyah Izzetbegoviç’in dediği gibi “Bu din edebiyat değil hayattır” Onun içindir ki vahyin inşa ettiği ümmet insanlık ailesini bir anne’nin yavrusunu sevdiği gibi sever. Hakiki sevgi dengeli sevgidir. Selam olsun insanlık ailesinin annesi olan  ümmete..

NOT: BU YAZI KURANI HAYAT DERGISINDE YAYINLANMISTIR

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum