İstanbul’un silüeti

Şehirler içinde yaşayan insanların karakterleriyle bezenirler. Şehirlere karakterini veren şey, insanların hayata bakış açıları, dünyayı algılayış biçimleri ve yaşam alanlarına etki eden unsurlardır. İslam medeniyetinin kurduğu bütün şehirlerin kendilerine ait bir ruhu vardır. Bu ruh, bu şehirlerin ortak donatı alanlarından, dini yapılarından, ortak yaşam ve kamusal alanlarından rahatça anlaşılabilir. İslam medeniyeti şehirleri ferahtır, insanın gözünü gönlünü açan mimari estetikle bezenmiş yapılarla süslüdür. İslam medeniyetinin egemen olduğu şehirler, insanı boğmaz, sıkmaz, ruhunu dinginleştirir, yüreğini ferahlatır. İslam medeniyetinin şehirleri mimari açıdan, kapitalizmin "Tüket, sürekli tüket" anlayışını vazeden gökdelenler, devasa alışveriş merkezleri, markaların cirit attığı şekilsiz sokaklar ve caddelerden çok farklı unsurlarla bezelidir.

Ne demek istediğimizi herhangi biri, İstanbul'un sur içini dolaşıp, daha sonra da tamamen plansız, şekilsiz, beton yığını sur dışındaki mahalleleri gezdikten sonra rahatça anlayabilir.

Ne yazık ki, İslam medeniyetinin tarihe damga vurmuş şehirlerinden İstanbul, son dönemde mimari estetikten yoksun, insanlarımıza kapitalist kültürü aşılamaya çalışan gökdelenler kenti olma yolunda hızla ilerlemektedir.

"Babalar gibi satarım" zihniyetinin uzantısı olan yönetim anlayışı, İstanbul'u parsel parsel küresel gayrimenkul şirketlerine ve onların ülkemizdeki taşeron uzantılarına satarak, İstanbul'un silüetini şekilsiz binalarla doldurmak üzere yol vermektedir. İstanbul'un mimari estetik açıdan tarihsel geçmişini yerle bir etmeye andiçmiş bu zihniyet, özellikle Zincirlikuyu-Maslak hattını gökdelenlerle, şekilsiz binalarla doldurarak bu şehrin kimliğini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

Gazetemizin sorumlu yayıncılık misyonu gereği zaman zaman yaptığımız sektörel eklerimizden İnşaat İlavesi dolayısıyla kendisiyle röportaj yaptığım İstanbul Mimarlar Odası Hukuk Komitesi Başkanı Eyüp Muhçu diyor ki, "Ne yazık ki, 1950'den sonra göçe dayalı kentleşme süreci, İstanbul'un bütün bu değerlerini olumsuz şekilde etkilemeye başladı. Kontrolsüz büyüme, isteyenin istediği yerde istediği yapıları yapabilmesi, kaçak kentleşme olguları İstanbul'un varolan değerlerini tehdit etmeye başladı. 1980'den sonra bu tehdit daha büyük ölçüde arttı. Özellikle 1980'den sonra getirilen imar afları, ayrıcalıklı yapılaşma hakları, kimi planlama ilkelerine mevzi imar planları, ya da planlar, şehircilik ilkelerine, bilime, mimarlığa aykırı planlama İstanbul'un geçmişteki yapı stokuna yeni stoklar eklenmeye başlandı. Gelinen aşamada, İstanbul, yüzde 70'i kaçak, sağlıksız, niteliksiz, konut stoklarının olduğu, depreme karşı güvenliği olmayan, kimliksiz bir kent haline gelmeye, hızla ilerlemeye başladı. Nitekim son dönemlerde yapılan son sayıdaki gökdelenler İstanbul'un silüetine olumsuz şekilde de etki yapmaya başladı. Bunun çok ciddi bir tahribat yarattığını değerlendirebiliriz. Bu gökdelenlerin İstanbul'un tarihi silüetini olumsuz etkilediği görüşü, sadece bize ait değildir UNESCO çevreleri tarafından da aynı tesbit ve değerlendirmeler yapılıyor"

Şehirler içinde yaşayan insanların karakterleriyle bezenirler demiştik... Ne yazık ki, İstanbul, 1980 ihtilali sonrası düşünmeyen, konuşmayan, üretmeyen, sorgulamayan, hesap sormayan bir toplum yapısı oluşturmaya çalışan hakim paradigmanın arzuladığı kıvama getirilmiştir.

Yaşadığı şehrin talan edilmesine ses çıkarmayan, hatta fırsat bulduğunda bir hazine arazisi üzerine derme çatma bir gecekondu yapma konusunda başkalarından farkı olmayan bu insanlar, maalesef İstanbul'un azar azar tüketilmesinin müsebbibi olmuştur.

Sultanahmet'i, Süleymaniye'yi, Şehzadebaşını ve birbirinden güzel eserleri bizlere bırakan ecdad, bugünkü İstanbul'u ve kimliksiz bu şehri görseydi acaba tepkileri ne olurdu?

Önceki ve Sonraki Yazılar