Küçük şeyleri beceremiyoruz

 

Bazen küçücük şeyler yüzünden büyük kayıplar verilebilir.

 

Altınızda son model bir otomobil olduğunu düşünün. Gecenin bir vakti dağbaşındasınız ve lâstiğiniz patlıyor. Arabada en pahalı müzik sistemi olsa, koltuklar alttan ısıtılabilse ne yazar, eğer krikonuz yoksa... Hatta kriko da olsa, ama onu aşağı-yukarı oynatmaya yarayan ufacık demir parçası bulunmuyorsa, ne yapabilirsiniz?

 

Dün bir Amerikan gazetesinde, Türkiye’de özgürlüklerin ayaklar altına alındığını anlatmaya çalışan, “Türk arkadaşlarım, ‘ifade etmedikten sonra bizde düşünce özgür’ diye şaka yapıyor” diye biten bir yazıyı okurken aklıma geldi bu durum.

 

Sinek küçük, ama gerçekten mideyi bulandırıyor.

 

Yazar da yazdığının garipliğinin farkında. “Özgürlük sorunundan şikâyet edilecek çok ülke var dünyada, ama Ortadoğu’nun gelişen pazarı, AB üye adayı, plajlarında dünyanın dört bir tarafından kadınların fink attığı, Elif Şafak’ın ‘Aşk’ romanında okuduğumuz Mevlâna hoşgörüsüne sahip Türkiye’de?” diye kendisi soruyor.

 

Böyle bir sonuca cezaevlerinde gazeteci bulunduğundan ulaşmış... “Dördü serbest bırakıldı, ama daha düzinelercesi hapiste” diyor.

 

Hadi, o sıradan bir gazeteci, Türkiye’de yaşıyor olsa da gerçekleri bilmeyebilir. Ya da, yazdığı gazete (Washington Times) Neo-Çılgın yuvası zaten, yazarı önyargılı da sayabiliriz. Ancak önceki gün açıklanan, özel görevlendirilmiş saygın bir komisyon tarafından kaleme alınmış, Türkiye’de ‘din özgürlüğü’ uygulamalarının giderek daha da kötüleştiğine dair Amerikan raporunu ne yapacağız?

 

Raporu okuduğunuzda ‘daha kötüye gittiği’ iddiasını desteklemek üzere ileri sürülmüş olayların fazla önemli olmadığını görüyorsunuz: Azınlıkların dinadamı yetiştirmek için açmak istediği okula ve yine azınlıkların dinadamlarının sokakta dini kıyafetle dolaşmasına izin verilmemesi... Dinî sebeplerle başını örtmek isteyenlere kamusal alanda yasak konulması...

 

Sayfalar ve sayfalar dolusu ayrıntılara yer verilen raporda esas şikâyet konuları neredeyse bu üç başlık altında toplanabiliyor.

 

Küçük, küçücük şeyler bunlar; bir dokunuşta ortadan kaldırılabilecek kadar küçük hem de...

 

‘Nevruz Bayramı’ diye her yıl bu zamanlarda kutlanan olayın bu defa nasıl bir gerginliğe yol açtığını da hep birlikte izledik. Bir parti birkaç gün erken sokağa çağırdı taraftarlarını, yetkililerce izin verilmediği için arbede çıktı. Gününde sokaklara çıkanlar da günler boyu yaşanan gerginlik yüzünden gönüllerince kutlayamadılar Nevruz’u... Tokatlamalar, yumruklar, molotoflar...

 

Halbuki istendiğinde ruhuna uygun, devleti temsil edenlerle halkın elele vermesiyle de Nevruz kutlanabildiğini biliyoruz. Gerilimi tırmandırmak yerine anlayış, insanları zorlamak yerine hoşgörü bu yıl da egemen olabilirdi pekâlâ...

 

Türkiye özgürlüklerin rahatlıkla çiğnendiği, gerçeklerin ifadesinin yasak olduğu bir ülke mi? Hayır. Ancak cezaevlerinde bir tek ‘gazeteci’ bile varsa bu ‘gerçeği’ dünyaya ‘gerçek’ olarak kabul ettiremezsiniz. Ortodokslar “Neden ruhban okulumuz açılmıyor?” diye sormaya devam ettikçe, bir genç kız okul kapısından kıyafeti yüzünden çevrildikçe ‘dinî özgürlükler’ eksik görülür. Nevruz’daki arbede görüntüleri “Burası nasıl bir ülke?” sorusunu sordurur...

 

Okyanusu geçip çayda boğulmakta üstümüze yok.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar