Kunduracı Hakkı,

75 yaşında olmasına rağmen, her gün erkenden tezgahının aşına geçen Hakkı amca, mesleğe, onüç yaşında ilkokulu bitirdiğinde başlamış ve aralıksız çalışmaktaymış. Nerede ayakkabıcılığına başladığına dair soruya, “Bulancak ilçesi, Piraziz Nahiyesi, Alidede Köyü’nde 1947 yılında doğmuşum. Ben altı aylık iken babam ölmüş. Annem de köyümüzden iki saat mesafedeki başka bir köyde yeniden evlenmiş.”, diye başlıyor hayat hikayesini anlatmaya.

İlkokulu Alidede Köyü’nde tamamlayan Hakkı, amca çocuklarıyla oynamak için zaman zaman doğduğu köye iki saatlik mesafedeki yere aynı gün yaya olarak sabah gider gider akşam da geri gelirmiş. O günleri anlatırken gözlerinin işi gülüyor ve adeta aynı oyunları arkadaşlarıyla şu anda oynuyormuş gibi sevinçli bir hal alıyor siması.

“Üvey babam vardı evde ve geçim derdi sebebiyle ilkokuldan sonra da okuyamadığım için çalışmam gerektiğini düşündüm. Komşu köye dayımın yanına gittim. Beni bir kunduracının yanına gönderdi 3 ay süreyle çalıştım. İlk kez ailemden ayrıldığım için annem, arkadaşlarım ve köyümüz buram buram burnumda kokuyordu. Gurbette daha fazla kalmaya dayanamayıp işi bırakıp annemin yanına gittim. Ancak bir müddet sonra da köy bana dar gelmeye başlamıştı. İnsan bir kez gurbete çıktı mı artık köyüne de sığamıyordu. Ben de yeniden ayrıldım çalışmak için ancak bu kez İstanbul’a üvey babamın kardeşinin yanına geldim.”, diye sürdürüyor konuşmasını

Hakkı, İstanbul’a gelmeden önce kendi köyünde çalışıp para kazanmaya da başlamış aslında. Söylediğine göre; yine bir defasında amca çocuklarıyla oynamaya komşu köye gittiğinde, bir amcanın çubuklardan sepet ördüğünü görüyor ve haliyle bu iş dikkatini çekiyor. Bir süre örme işini sessizce izledikten sonra oradan ayrılıyor. Köyüne dönerken de belinde taşıdığı bıçağıyla (ki o tarihte tüm çocuklar kemerlerine kını da olan birer bıçak taşırlarmış) yol boyunca geçtiği ormandaki yabani fındık dallarından, 1-1,5 metre uzunluğunda onlarca düzgün dal kesip omuzuna alarak evlerine geliyor. Annesi Hakkı’yı onlarca uzun çubukla gördüğünde hayrette kalıyor ve “Bunlar nedir oğlum” diye soruyor. O da komşu köyde sepet ören amcadan bahsediyor ve kendisinin de bu işi yapabileceğini ifade ediyor.

whatsapp-image-2022-09-25-at-15-12-36-3.jpeg

Çocuk hakkı bu çubuklardan ördüğü ilk sepeti tamamladığında, fazladan bir çubuk daha kullandığını fark ediyor ve ikinci denemede bu kez işini doğru şekilde yapıyor. Öncelikle genç kızlara 30x30 cm ebadında küçük sebepler örüp satıyormuş. Sepet yapımında ıhlamur ve yabani fındık ağaçlarının dalları kullanıyormuş.

Kısa sürede köyde herkes Hakkı’nın sebeplerini birer ikişer satın almış. Her bir sepeti bir liraya sattığını söylüyor. Bir lira ile o gün ne satın alınabilirdi denildiğinde, üç ekmek alındığı halde 10 kuruş da arttığından bahsediyor. Ve bugünkülerle kıyaslarken de “O zaman bir ekmek otuz kuruştu ama o zamanki ekmek bir kg ağırlığındaydı” diyor. Hakkı bir zaman genç kızlara ve gelinlere kollarına taktıkları küçük sepetler yapmayı sürdürmüş. Öyle ki anneler bu güzel sepetlerden kızlarının çeyizlerine bile almaya başlamışlar.

Hiç unutmuyorum diyor. “27 Mayıs 1960 günüydü. İlkokul öğretmenim, askerliğini yedeksubay olarak tamamlayıp tekrar köyümüze gelmiş ve arkadaşlarıma beni sormuş. Onlar da okuldan mezun olduğumu söylemişler. Hemen ertesi gün evimize geldi ve öğretmen okulu imtihanlarına müracaat edip etmediğimi sordu. Ben de başvuru yapmadığımı söyledim. Gerçekte köyden Bulancak’a gidecek paramız bile yoktu ama bunu Mehmet Karadeniz’e söyleyemezdim.”, diyor.

Öğretmeni hemen iki fotoğraf ile muhtarın evine gelmesini söylüyor. O tarihlerde köyleri gezip çocukların ya da resmi belgeler için ihtiyacı olanların fotoğraflarını çeken seyyar fotoğrafçılar varmış. Bu şekilde çektirdiği fotoğrafı ve okuldan aldığı belgeyi bir sonraki hafta muhtarın evine bırakıyor. Anlaşıldığı kadarıyla çocukların sınava başvurularını öğretmen Mehmet Karadeniz Bulancak’a gidip kendisi yapıyormuş.

Bu arada, imtihan zamanı yaklaştığında, yol parası bulmak için ne yapacağını düşünen Hakkı, fındık toplamak için kullanılan sepetlerden dört tane örüp, ilçeye satmaya gitmek istiyor. O’nu elindeki sepetlerle gören köylüsü Fırıncı Mehmet Amca Hakkı’ya, “Oğlum Hakkı bu sepetleri nereye götürüyorsun” diye sorduğunda, ilçede pazara götürüp satarak oradan alacağı parayla öğretmen okulu imtihanına gireceğini öğreniyor. Peki sepetler için ne istiyorsun diye soran Fırıncı Mehmet’e Hakkı, tanesi beş lira diye cevap veriyor.

whatsapp-image-2022-09-25-at-15-12-36.jpeg

Fırıncı hem sepetleri satın almak istiyor hem de satıcının istediği parayı fazla buluyor olmalı ki, “Bak oğlum sen şimdi ilçeye yaya gitsen 8 km, orada herkes pazara bu sepetlerden satmak için getiriyor. Ya satarsın ya satamazsın. Arabaya binsen ona da para vereceksin. İstersen ben tanesine dört lira vereyim dediğinde, Hakkı sevincinden zıplamamak için kendisini zor tutuyor. Böylece dört büyük sepet karşılığında onaltı lira kazanmış oluyor ilçeye gitmeden. Tabi çocuk yaşta ve kendi köyünde bu şekilde para kazanmak hoşuna gidiyormuş. Köyünde hemen herkes onun sepetlerini kullandığı için de iyi para kazanmış anlaşılan.

Okuma hikayesi, peşpeşe iki gün girilecek imtihanların sadece birisine girmesi, Buluncak’ta kalacak yeri bulamadığından ikinci gün yapılana katılmadığı için başlamadan biten Kunduracı Hakkı, “Zaten bizim köyden o sene imtihana gidenlerin hiçbirisi de kazanamadı” diye özetliyor o hikayesini. Ancak öğretmen Mehmet Karadeniz ilçede ikinci gün (geçen yıl 94 yaşında vefat etmiş, çok kıymetli birisiydi diye bahsediyor) arkadaşlarına Hakkı’yı soruyor, onlar da ilk günkü sınavlara girip köye döndüğünü söylüyorlar.

Hakkı Amcanın şu anki dükkanının girişe göre sağ tarafında kalan yaklaşık 150x150 cm ebadındaki camda yapıştırma harflerle “Hakkı Kundura” yazısı bulunuyor. İçerisinde, tamir için getirilmiş bir kısmı poşetlerle duvarda asılı çoğunluğu tezgah üstünde yahut yerde istiflenmiş şekilde; kundura, yazlık ya da kışlık, ayakkabı, sandalet, terlik, spor ayakkabını hakiki ya da suni deriden yapılmış envai çeşit ayakkabı bulunuyor. Dükkanda 10 yıldan beri sahibini bekleyen ayakkabılar bile varmış. Tahminen 7-8 metrekare büyüklüğündeki dükkanın girişinde tam karşıdaki duvarda “Boş konuşmak Kalbe Zarar” ifadesi bulunan çerçevesiz karton üzerine matbaa baskısı bir yazı gözünüze ilişiyor.

Yine girişte sol duvara dayalı üç-dört tane tabure ve sandalye yer alıyor. Dükkanda kunduracının ayakkabı tamirinde kullandığı olmazsa olmazı Singer marka kollu dikiş makinası ise pedalle çalışan yegane cihaz. Üzerinde daire şeklindeki bakır görünümlü ortasında arma şeklindeki metal etikette “THE SINGER MANFC.COM” şeklinde bir ibare bulunuyor. Yazının alt kısmında ise “29 K 33” numarası var. Kunduracı bu makinaların üretiminin 1924 yılına ait olduğunu duyduğunu söylüyor. Zaten duvara monte edilmiş eski tip televizyonu saymazsanız, burada elektrikle çalışan herhangi bir alet de yok.

whatsapp-image-2022-09-25-at-15-12-36-2.jpeg

Gelelim Küçük Hakkı’nın İstanbul’da çıraklığa başlamasına. Söylediğine göre babasının üvey kardeşi kendisini ilk önce Zeytinburnu Tren Garı yakınındaki Filiz Kundura isimli mağazaya çırak olarak veriyor. Burada haftalık 15 TL’na işe başlıyor. Paranın alım gücünü köyünde sepet yaparken ekmek için ödediği parayla kıyasladığı için 1960 yılında İstanbul’da bir ekmeğe ne kadar ödeme yaptığı sorulduğunda, “Burada ekmek 60 kuruştu ama ağırlığı 500 gramdı” diye cevap veriyor.

Bu dönemde Filiz Kundura mağazasında müşterilerin sipariş (kendisi ısmarlama diyor) verdiği ayakkabıları yapıyormuş Hakkı. O günlerde ısmarlamam ayakkabı yaptıranlar bugüne göre daha çokmuş. Tabi kalacak yere ihtiyacı olduğu için işyeri sahibi ona dükkanın girişe göre arka tarafında akşamları yatağını serebileceği bir yer de vermiş. Mağaza sahibinin verdiği haftalık da ancak yeme içmesine yetiyormuş. İşyeri Çanakkale Biga ilçesinden Hayri Ustaya aitmiş. Küçük Hakkı iki yıl kadar burada çalıştıktan sonra Hayri Usta dükkanı başka birisine devredip Gedikpaşa’da bodrum katta başka bir işyeri açıyor. Tabi giderken yanına Hakkı’yı da alıyor. Zira mağazanın yeni sahibi ısmarlama ayakkabı yapma işine devam etmek istememiş.

Hakkı, Gedikpaşa’daki dükkanın ilk işinde ustasıyla (aslında devlet hastanesinin ihalesini Hayri bir arkadaşıyla ortak alıyor) birlikte yaklaşık 300 çift hemşire ayakkabısı imal etmek oluyor. Buradan kazanılan para ile Hayri Usta Bigalı başka hemşehrisiyle ortak olduğu başka bir ayakkabı imalathanesi açıyor. Çıraklıktan çıkan Hakkı’nın artık haftalığı burada 40 TL’na yükselmiş. Ekmek yine 60 kuruştu. Zaten o yıllarda kimse ‘zam’ kelimesini insanlar pek bilmezmiş.

Gedikpaşa’da işe başladığı dönemde, Yavuzselim Yokuşu’ndan Draman’a doğru gidişte, soldaki tarihi camiinin yakınındaki gecekondunun büyük odasında10 kişiyle birlikte kalmış aylarca. Dolayısıyla haftalık kazancı artsa da kalacak yer için de kira, kahvaltıyla öğle ve akşam yemeklerine para ödediği için masraflarda çoğalmış haliyle. O gülerde sabahları 25 kuruşa bir poğaça ve aynı paraya bir bardak çay yahut oralet alıp içiyor, öğleyin genelde köfte ekmek yiyor, akşamları da Gedikpaşa’da “Doğu İşkembecisi” isimli lokantada 110 kuruş karşılığında muhakkak işkembe çorbası içiyormuş Hakkı. “Gedikpaşa’da hiç kimse öğleyin yemek vermezdi işyerinde ve herkes kendisi yiyeceğini alır parasını da öderdi. Mesela bir köfteci vardı üç tekerlekli arabasıyla sokakta satış yapan diye anlatıyor o tarihleri.

whatsapp-image-2022-09-25-at-15-12-36-1.jpeg

Bir müddet Draman’da kaldıktan sonra Hayri Usta, Gedikpaşa’dan Draman’a gidiş gelişleri vakit alıyor diye Zeytinburnu’ndaki mağazada olduğu gibi dükkanda yatacak bir yer ama bu kez ranza ayarlıyor Hakkı’ya. Haftanın beş günü sabahtan akşama, cumartesi günleri ise öğleye kadar çalışma varmış işyerinde. Başlangıçta da ifade edildiği gibi Hakkı Amcanın hatıralarını anlatırken, yüzünde sürekli bir tebessüm geliyor, sanki o zamanı tekrar yaşıyormuş gibi konuşmasını aralıksız sürdürürken, bir yandan da elinde tuttuğu ayakkabının tamiratını da yapmaya devam ediyor…

Haftalık ücreti 40,00 TL olduğu için bu para fazla geliyor Hakkı’ya ve harcayabileceği kadarından fazlası ustasında birikiyor ve lazım olduğunda vereceğini ifade ediyor Hayri Usta. Lakin bir gün hiç beklemediği bir hadiseyle karşılaşıyor.

Bir cumartesi günü memleketteki yakının hastalığı yahut cenazesi sebebiyle Biga’ya hem de hiç kimseye haber vermeden giden Hayri Usta meğer dükkandaki tüm parayı da alıp götürmemiş mi! “Bu çocuk ben yok iken ne yer, ne içer diye de düşünmemiş” diyor Hakkı. İki gün boyunca aç kalan Hakkı. O günlerde işyerinde usta olmadığı için de dükkana gelen giden de olmamış. Çaresiz zaman zaman öğle yemekleri için uğradığım lokantaya gidip durumu anlatmış. Lokanta sahibi babacan bir adammış. “Sen istediğin zaman gel yemeğini ye. Hiç de sıkıntı etme. Paran olduğu vakit ödersin oğlum” demiş. Hakkı, “Lokantacının bu tavra beni çok memnun etti hatırladıkça dua ederim” diyor aradan 60 yıl geçmiş olmasına rağmen…

Bir hafta geçtiği halde Hayri Usta işyerine dönmeyince, Hakkı o civarda başka bir işyerinde çalışan arkadaşını ziyarete gidiyor. Zira Hayri Usta bulunmayınca dükkanda işte olmuyor, gelen gidene rastlanmıyormuş. Bu ziyarette Hakkı, arkadaşının çalıştığı işyerinde bir işçi işi bıraktığı için hemen çalışmaya başlıyor. Tabi parça başı çalışılıyorlarmış o zaman ayakkabı imalathanelerinde. Yarım haftada yaptığı işlerle 270 TL kazanmış. Bu kez işyerindeki arkadaşı bizimle çalışır mısın diye teklif edince Hakkı bunu hemen kabul etmiş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum