Kutlu'nun editörlüğü

Mustafa Kutlu'nun editörlüğüne değinmeden evvel, temayüz ettiği ortama kısaca bakmakta fayda var. Bunun için, Beşir Ayvazoğlu'nun Mustafa Kutlu yazısından bir paragraf alalım: "Nurettin Topçu'nun önderliğinde bir sanat ve fikir çevresinin görüşlerini yansıtan ve Mustafa Kutlu için gerçek bir mektep olan Hareket; toprağa bağlılık, sosyal adalet, seviyeli sanat ve yüksek bir fikir zemini teklif etmekte, üstelik bütün bunların Müslüman kalarak da mümkün olduğunu göstermektedir." (Defterimde Kırk Suret, Sayfa 205)

Kutlu'nun Hareket dergisiyle ilk teması 1967/68 yılları arasında olmuştur. Sonrasında ise neredeyse her sayı dergide hikâye, şiir ve çizgileriyle görünmüştür. 1979-1982 yılları arasında da Hareket'in yazı işleri görevini üstlenmiştir.

Tabii Mustafa Kutlu'nun editörlüğünü tam manasıyla değerlendirebilmemiz için, Mart 1990 tarihinde yayın hayatına başlayan Dergâh dergisini ölçü almamız gerekir.

Dergâh'ın Mart 1990 tarihli 1. sayısının sunuş yazısında "yerli, milli ve bağımsız" kelimeleri dikkat çeker. Bu duruş, tavır, tutum; hem Kutlu'nun hem de yetiştiği ortamın bariz özelliğidir.

Bir de şu: Fethi Naci, Mustafa Kutlu hakkında Milliyet Sanat dergisinde yazdığı yazıda, onun mütevazılığından bahseder ve Dergâh'ın künyesindeki "Yazı İşleri" ibaresine değinir. Kutlu, künyeye 'Yazı İşleri Müdürü' yazmak yerine, 'Yazı İşleri' yazmakla yetinmiştir. Bu bir kelimelik fark veya tercih, hem Hareket, hem Dergâh camiası hakkında bize çok şey söylemektedir.

Kutlu'yla ilk temas...

Mustafa Kutlu ile ilk temasım 1993 yılında, 23 yaşındayken oldu. Bugün 40 yaşındayım.

15 Aralık 1993'te bir mektup eşliğinde Dergâh'a iki şiir göndermiştim. 12 Ocak 1994'te kendisinden, şiirlerimle ilgili bir mektup aldım. Bu mektuptan cesaret alarak, bir haftaya kalmadan yeni şiirlerimle derginin kapısından içeri girdim. Böylece, Dergâh ile münasebetim başlamış oldu.

Kutlu'nun editörlüğünü daha iyi anlatabilmem için, yaşadığım veya şahit olduğum bazı olayları/ayrıntıları yazıya dâhil etmem gerekiyor.

Dergâh dergisinde yayınlanan ilk şiirim İfşaat'tır. Bu şiir, derginin Mayıs 1995 tarihli 63. sayısında yayınlandı. Kutlu, şiiri beğenip aldıktan sonra, tam 8 ay yayınlamayıp dosyada bekletmişti.

Akranım olan ve benimle neredeyse aynı günlerde Dergâh dergisiyle temas kuran Hakan Arslanbenzer'in yayınlanan ilk şiiri de, bildiğim kadarıyla 18 ay dosyada beklemiş, sonra dergide kendine yer bulabilmişti. Yine, Reisin Kara Merhemi'nin en iddialı şiirlerinden biri olan Esrik Alınlı Çocuklar, derginin dosyasında 7 ay beklemişti.

Bu örnekleri şunun için veriyorum: Kutlu'nun şair adaylarında aradığı öncelikli şartlardan biri, sabırdı. O sabrı gösterenlere, sonradan daha cömert davranıyordu. Gösteremeyenler ise ya başka bir dergiye yöneliyor ya da kaybolup gidiyordu.

Şair adaylarının sabrını denemek, Mustafa Kutlu'nun imtihanlarından biriydi. Bir diğer imtihan da, şair adaylarına yazı yazdırmaktı. Neticede, birkaç iyi şiiri herkes yazabilirdi. Fakat yazı, duygu ve ilham değil; kültür, birikim ve disiplin meselesiydi. Yazmam için bana İlhami Atmaca, Levent Sunal ve Hakan Arslanbenzer'in kitaplarını vermişti. Her üçü de yazıldı ve dergide yayınlandı. Yazı ödevini az çok yerine getirmem, adım atmam demekti ve öyle oldu. O tarihten sonra, hem şiirlerim daha sık yayınlanmaya başladı, hem de işe ciddiyet geldi.

Doksan kuşağına etkisi

Bana kalırsa, Mustafa Kutlu editörlüğü, en yoğun olarak, Doksan Kuşağı'nda kendini göstermiştir.

Dergâh dergisinin 1993-2000 yılları, genç şairler ve şair adayları için tam bir cendereydi. İsmet Özel, Cahit Koytak gibi isimler dergide şiir yayımlıyor; Süleyman Çobanoğlu, Levent Sunal, Cevdet Karal, Ömer Erdem, Kemal Sayar, Mehmet Erdoğan, Mevlana İdris, Ali Emre en iyi şiirlerini yazıyorlardı. Ve bunların hepsi, ağızbirliği etmişçesine, Dergâh dergisinde toplanmışlardı.

Ali Ayçil, Celal Fedai, Hakan Arslanbenzer, Hakan Şarkdemir, Hayriye Ünal, İbrahim Tenekeci, İcabi Akçaoğlu, Mehmet Öğütçü, Murat Menteş, Orhan Petek, Osman Özbahçe, Salih Zengin, Suavi Kemal, Yusuf Özkan gibi birçok genç isim ise aradan sıyrılıp kendini gösterme gayreti içindeydi. (Listeye Abdullah Harmancı, Selçuk Orhan gibi hikâyecileri de dâhil edebiliriz.)

İşte tam da bu noktada Mustafa Kutlu'nun editörlüğü devreye giriyordu.

İsmail Kara, Nurettin Topçu üstadımızın devlet anlayışını yazarken, "Otoriter ve Adil" başlığını kullanmıştı. Kutlu'nun editörlüğü de böyleydi: Otoriter ve adil.

Bizden hem yaşça, hem de şiir olarak büyük bazı isimleri küstürmek pahasına, hak eden gençleri sırayla öne çıkardı. Öncelikli amacı, mevcut durumu ve isimleri korumak değil, Türk edebiyatına yeni isimler kazandırmaktı. Hareket dergisi gibi, Dergâh da bir mektep olmalıydı.

Doksan Kuşağı'nın diğer kuşaklara nazaran daha güçlü ve toplu olarak ortaya çıkmasının nedenlerinden biri, Mustafa Kutlu'nun bu cesur tavrıydı. Zaten, "Kültür, bir şeye cesaret edebilme sorunu" değil miydi?

Sayın Kara, Mustafa Kutlu Kitabı'na (Nehir, Aralık 2001) yazdığı "Hayatımın Tesadüfü" başlıklı yazısında, işte bu durumun altını çiziyor: "Dergâh dergisinin gizli tarihi yazılabilirse, onun gençlere verdiği emeğin, gösterdiği ilginin derecesi ortaya çıkacaktır."

Nihan Kaya, Mustafa Kutlu'yu anlattığı yazısında ise (Kökler, Sayı 8, 2005) şu tespitte bulunuyor: "Mustafa Kutlu, ondan bir şey aldığınızda aldığınızı hissetmediğiniz ve vermiş olduğunu size bir daha asla hatırlatmayacak adamdır."

Kutlu'nun bir kuşak üzerinde çok ciddi emeği ve katkısı olmasına rağmen, buna hiçbir zaman değinmemiş, kimsenin başarısını sahiplenmemiş; hatta Dergâh'ın 100. sayısında İsmail Kara ile yaptığı 'orta sayfa sohbeti'nde, "Dergiler birer tarladır, oraya hudayinabit tohumlar da düşer" diyerek, yine mütevazılığını göstermiştir.

Uzun bir dürüstlük

1997'den sonra Mustafa Kutlu'yla daha yoğun bir temasım oldu. Mustafa Kutlu ve Dergâh dergisi, bizim için "uzun bir dürüstlük" demekti. Kutlu'nun editörlüğü ise "iyilik" üzerine kuruluydu. İyi insan olacaksın, iyi eser vereceksin ve çevrene zararın değil, faydan dokunacak. Ayrıca, yaptığın iyilikleri alacak hanesine yazmayacaksın! Zaten kendisi de, bir sohbet esnasında, "Ben, iyi şiiri ancak iyi insanların yazabileceğine inanıyorum. Bu, Allah'ın sevgili kulu olmakla ilgili bir şey... Temiz olmakla ilgili..." demişti.

Kutlu'nun hassasiyet sıralaması ise şöyleydi: 1- Aile. 2- İş. 3- Edebiyat. Bir de sağlık.

Ziyaretine gittiğiniz zaman, önce çocukları, ev durumunu, sonra da işi sorar. Edebiyat daima bunlardan sonra gelir. Evde veya işte bir sorun varsa, ilk olarak bunları halletmemizi, ne yazacaksak ondan sonra yazmamızı isterdi.

Hakkaniyet, Mesuliyet, Merhamet ve Ciddiyet, Mustafa Kutlu ve editörlüğüyle bütünleşmiş kavramlardı. Güzel Ahlak ise bütün bunların çatısıydı.

Gençlerde aradığı ise Ahlak, Yetenek, Disiplin, Hürmet ve Sabır'dı. Sonrasında ise İstikrar ve Çalışkanlık... (Yeri gelmişken, İsmet Özel'in "Zekâ ve ahlak bir bütündür" sözünü de hatırlatmak isterim.)

Dergiye güzel bir şiir, hikâye, deneme gelirse, hemen neşelenir; telefona sarılıp yazarını tebrik eder.

Gönderdiğiniz şiirin veya hikâyenin bir kelimesi sorunluysa, bunu asla kendisi değiştirmez, telefon edip sizin değiştirmenizi ister. Bir kelime için açılan bu telefonlara defalarca şahit olmuşumdur.

Mustafa Kutlu'nun editörlüğü, altını çizmeye çalıştığım gibi, sadece ürünle, dergiyle sınırlı değildi. "Ben metne bakarım, gerisi beni ilgilendirmez" gibi bir tavır, her zaman Kutlu'nun uzağında olmuştur. Hatta Yeni Şafak gazetesinde yazdığı/yaptığı kitap değerlendirmeleri bile, Kutlu editörlüğünün bir parçasıdır.

Titizlik, ahlakın ta kendisidir

Mustafa Kutlu, gelenekçi olarak bilinmesine rağmen, yeniliğe açık birisidir. Dergâh dergisinde yetişen isimlere baktığımızda, bu cümle gerçek anlamına, karşılığına kavuşur.

"Titizlik, ahlakın ta kendisidir" prensibi uyarınca, dil bilgisine özellikle dikkat eder. Bundan dolayı olsa gerek, Dergâh dergisinde yetişmiş veya kendini göstermiş olanların imlası düzgündür. Yukarıda saydığım isimlerin yazılarında kolaylıkla imla hatası bulamazsınız.

Kutlu, hem eserleriyle, hem editörlüğüyle, önemli olmayı değil, değerli olmayı savunur, tavsiye eder. Önemli bir insana yaklaşımı ile değerli bir insana yaklaşımı arasında büyük fark vardır.

Her büyük sanatkârda olduğu gibi, Kutlu'nun da estetik zevki, beğenisi oldukça yüksektir. Bir şeyi kolaylıkla beğenmez. Ayrıca, kendi ifadesiyle; "Kalp kırmaktan, hatır yıkmaktan korkan" birisidir. Fakat muhatabı ya telefonun ucunda ya da karşısındaki sandalyede, ondan bir cevap beklemektedir. Kutlu'nun en zorlandığı, yorulduğu anlar, işte bu anlardır. Yine de, öyle veya böyle, söyleyeceğini söyler.

Nitekim Sayın Kara da, "Çok zor beğenir bir insan olduğunun her an şahidi idim" diye yazar.

Önüne bir metin koyduğunuzda, onu okuduktan sonra; ellerini göğsüne kavuşturur ve tenkitlerini ağır ağır sıralamaya başlar. Çok nettir. Bazen sert de olabilir.

"Dayatma ve yönlendirmeyi hiç sevmez." Buna karşılık, birtakım tavsiyeleri olur. Mesela, 'sanat eseri fikir peşinde olmaz, ilmi bir meseleyi tartışmaz; fikir yazacaksan akademik bir metin yaz' gibi...

Yine, absürt ve abartılı bir kurgusallık yerine; kendi hikâyemizin, insanımızın, mekânlarımızın, münasebet biçimlerimizin yazılmasını arzular.

Kutlu, her fırsatta, "pek kitap okumadığını" söylemiştir, söylüyor. Sözgelimi Fatma Karabıyık Barbarosoğlu'na verdiği söyleşide, "Ben çok okuyan, kültürü geniş biri değilim. Hatta kitaplarla aram hiç iyi değildir desem yanlış olmaz" demiştir.

Oysa bu ve bunun gibi açıklamalar, Kutlu'nun tevazu sahibi oluşundan kaynaklanan sözlerdir. Kadim dostu İsmail Kara'nın Kutlu'yla ilgili şöyle bir cümlesi var: "Edebiyat verimleri dışında sosyal değişme, şehir tarihi, monografi, hatırat, deneme türü eserlere, sinemaya, Türk solu tarihine özel bir ilgisi vardı ve iyi okurdu."

Aynı şeyi ben de rahatlıkla söyleyebilirim. Dergâh'a on kere gitmişsem, dokuzunda, Kutlu'yu kitap veya dergi okurken bulmuşumdur. Eksik olan tek şey, "mülkiyet" duygusudur diyebilirim. Bir kitabı okuduktan sonra eve götürmez, kütüphaneye koymaz, çoğunlukla gençlere hediye eder.

Dikkatimi çeken bir diğer özelliği de şudur: Kendisine yanlış yapanları her zaman affeder. Fakat şahsi ikballeri için camiaya yanlış yapanları, mahrem şeyleri ortaya dökenleri ve aslını inkâr edenleri pek kolay affetmez.

Bir de mizacından kaynaklanan bazı durumlar vardır. Mesela elinde birkaç sayılık yazı ve söyleşi olmazsa, içi rahat etmez, huzursuz olur.

Şaire ve şiire yaklaşımı

Mustafa Kutlu ile daha çok şiir üzerinden münasebet kurduğum için, bir metne yaklaşımını ve aradığı özellikleri yine şiir üzerinden verebilirim. Bunun için, Dergâh'ta yayınlanan şiirlere değil de, okuduğu bazı şiir kitaplarına bakmayı uygun görüyorum. Çünkü Kutlu, okuduğu şiir kitaplarının sayfa kenarlarına notlar düşer. Bu notlar, hem beğenisini hem de itirazlarını dile getirir. Her biri edebi bir belge niteliğinde olan bu notlar, aynı zamanda Kutlu'nun şiire yaklaşımını da ortaya koyar.

Örneklere geçmeden evvel, söylememiz gereken bir şey daha var: Kutlu, en çok lirik şiiri sever. Kişisel tercihi bu şiirden yanadır. Fakat Dergâh dergisini lirik şiirin kalesi yapmamış, diğer türlerin/tercihlerin iyi örneklerine de fazlasıyla yer vermiştir.

Ergin Günçe'nin Türkiye Kadar Bir Çiçek (Can, 1988) kitabında yer alan "Yangın Çiçeği" başlıklı şiirin ilk bölümü şöyledir:

"Ellerinde derin çiçekler açacak

Bir yangından koparılan

Tavuklar gezmiş gibi karda..."

Şiirdeki sorunlu yer "tavuklar" kelimesidir. Hem anlam hem de ses olarak. Bir kere, karlı havalarda tavuklar dışarıya bırakılmaz. Bırakılırsa, soğuk yüzünden yumurtadan kesilirler. Doğru kelime "kargalar" olmalıdır: "Kargalar gezmiş gibi karda" dediğimiz zaman, hem ritim yükseliyor, hem şiire sahicilik geliyor, hem de siyah karga ile beyaz kar, şiire derinlik kazandırıyor.

Kutlu, bu bölümün kenarına şu notu düşmüş: "Ben olsam -kargalar- derdim." M.K.

Bu bir kelimelik örnekten yola çıkarak, Kutlu'nun şiirde aradığı bazı özellikleri sıralayabiliriz: Doğru kullanım, ses, görüntü, sahicilik...

Ahmet Murat'ın Kış Bilgisi (Birun, 2004) kitabından da birkaç örnek verelim.

"Artık Ben" şiirinde geçen "Omzumda güzel ağırlık, bir arkadaşın el eti" dizesinin karşısına, Kutlu, "Eli olsaydı. Et başka" notu düşmüş. Dizeyi "Omzumda güzel ağırlık, bir arkadaşın eli" şeklinde okuduğumuzda, bir anda işin rengi değişiyor; şiir daha samimi, daha inandırıcı oluyor. Ayrıca dizenin ritmi de hızlanıyor.

Aynı şiirden bir dize daha alalım: "Bir çarşafı üstüme çekmesiyle" dizesinin "üstüme" kelimesini, Kutlu, "üstümden" yapmış. Böylece her şey yerli yerine oturmuş.

"Çünkü O" şiiri, "Aşk bir bitkidir bir başka / Yerden dikkatlice bakınca" dizeleriyle sona eriyor. Kutlu, bu iki dizenin karşısına "İşte muğlâkın güzelliği" notunu düşmüş. Tabii "dikkatlice"nin yerine "derin" kelimesini önererek...

"Yaş Ombir" şiirinde geçen ve hakikaten zor okunan "Daha sınırdan geçip uçurtmalaşmadan / Gemleri çürüten köpüklercileyin hafifleşmeden" dizelerinin karşısına, "Tuhaf, zor, gereksiz" yazmış. Buna karşılık, aynı şiirdeki "Doyamazdım bir yaprakta biriken canı düşünmeye" dizesinin yanına "İşte hayat. İşte sır" notu düşmüş.

Kış Bilgisi'nde beğendiği ve karşısına artı koyduğu dizelerden bazıları ise şöyle: "Ormanda senin bir haber gibi gezinişin" // "Yepyeni bir süt getirir görülmemiş bir hayvandan" // "Fasulye kırar gibi çoğaltır sevinci / Yarım kalan bir şiirin kımıldar terazisi" // "Ben geçerdim kaşık bala gömülüyor gibi ağır / Bir çocuğa bir rüya damlıyor gibi hafif / Hayır anlatamadım..."

Kış Bilgisi'nin sayfalarına düşülmüş iki uzun not daha var. Kutlu'nun şiir anlayışı hakkında ipuçları veren bu notları da almakta fayda var:

"Günümüzde söz mütemadi bir düşüş içinde... Onu (bu düşüşü) şairler durduracak. Ve sözü yine duyuracak. Kutsal Kitapta da işitme, görmeden önce geliyor."

"Çok birbirine benzeyen, çok emeksiz ve orta malı; çok fiyakalı, bu yüzden çok etkisiz ve gel-geç genç şiire; Ahmet Murat bir umut, bir kapı, bir ses açmaya, eklemeye, kekelese de bir nefes vermeye aday... Bakir tabiat unsurları, o saflık ve güzellik, o direnç ve sahihlik... Bunlar besliyor ve tetikliyor şiiri. Bu iyi."

Mustafa Kutlu, bir sohbet esnasında, Ahmet Muhip'in "Kar" şiirinde geçen "Beyaz dokusunda bu saf rüyanın" dizesine işaret etmişti. Ona göre, bu dize, Türk şiirinin en güçlü dizelerinden birisiydi.

Hem Türkiye Kadar Bir Çiçek ve Kış Bilgisi'nden aldığımız örnekler, hem de Ahmet Muhip'in bu dizesi, Mustafa Kutlu'nun bir şiirde aradığı özellikleri ortaya koyuyor.

"Beyaz dokusunda bu saf rüyanın" dizesi, Kutlu'nun savunduğu, beğendiği şiire işaret etmesi açısından önemli... Bu dizede, 'aranılan' bütün özellikler var: Aydınlık, ferahlık, rahatlık, saflık, masumiyet, kusursuzluk, yenilik, etkileyicilik, muğlâklık, derinlik, müzik, sahihlik, dilin imkânları, düş ve görülmeyen ama işitilen bir şey!

Sonuç niyetine

Mustafa Kutlu'nun Hüzün ve Tesadüf kitabında yer alan şu satırlar, aslında çok şeyi özetliyor:

"Bir şey yap, güzel olsun. Huzura vesile olsun, rikkate yol açsın, şevk versin, hakikate işaret etsin.

Bir şey yap, doğru olsun. İnsanları yalanın ve yanlışın bataklığına düşmekten korusun. Rüzgâra ve akıntıya kapılmasın. Kırılsın lakin eğilip bükülmesin.

Bir şey yap, iyi olsun. Hikmetten, hürmetten, merhametten müteşekkil olsun. Kalpleri yumuşatsın; garibin, yolcunun, zayıfın derdine derman olsun." (Bir Şey Yap, Sayfa 15)

Uzun sözün kısası; Mustafa Kutlu, yetiştirdiği gençlere sadece maharet değil, değer de kazandıran bir editördür. Önemli olan, ortaya sadece eser koymak değil, şahsiyet de koymaktır. Çünkü "Mesuliyet, imana dayanan bir duygudur."

NOT: Bu yazı, ilk olarak Fayrap dergisinde yayınlanmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar