Lânetli bir iş

Washington'da, ABD Kongresi Dış İlişkiler Komisyonu'nda yapılan 'Ermeni tasarısı' oylamasıyla ilgili her haber ve her yazı yüreğimi biraz daha serinletti, içimde patlamaya hazır bekleyen o en naif duygularımı çelikleştirdi. Duygusuzlaştım.

Ne kadar yazık!

Osmanlı'nın yıkılış döneminden Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu güne kadar geçen süreçte bir halkın büyük bir direnişi de var elbette, hepimizin göğsünü kabartan... Ancak direniş öncesinde "Aman, 'devlet-i ebed müddet' olarak bildiğimiz İmparatorluğumuz batmasın" heyecanıyla yapılan nice yanlışlık da var.

Devletin çıkarlarıyla kendi dar çevrelerinin ve partilerinin çıkarları çatıştığında, İttihatçı tayfasının, ne yapacağını bilemez hale geldiğini unutabilir miyim hiç? Sultan Abdülaziz'i tahtından indirip bilek damarlarını keserek ölüme terk eden bir avuç sergerdeyi örnek aldı İttihatçılar: Padişahların ne kadar korumasız olduklarını o olaydan öğrendiler... Saray içerisindeki rekabetin boyutlarını da... Sarayı kuşatan Türkçe bilmez askerlere "Halifeyi koruyacaksınız" diye silâh kuşandırıp, Çırağan'da olan-bitenden habersiz yaşayan Halife'ye "Tebaanız size karşı silâh kuşandı" demek bile sonuç almaya yetmişti.

O gün bugündür iflâh olmayan siyasi hayatımız, İmparatorluğun gözü dönmüş bir güruhun elinde kaldığı kısa süreli bir dönemde, pek çok kirli olaya da sahne oldu.

'Ermeni' sözcüğünün içinde geçtiği hemen her yazının konusu o dönemde işlenen İttihatçı şenaatlerle bir biçimde ilgilidir. Sultan Abdülhamid'e cuma selâmlığından çıkarken düzenlenen suikast girişimi sebebiyle Ermeni çetecilere övgüler yağdıranlar, Ermeniler'i yerleri ve yurtlarından eden 'tehcir' kararını kolayca alabildiler...

Onlar için siyasi çıkarları söz konusuysa insan hayatının zerrece değeri olmadığı çok belli...

Bir yerden diğerine zorla sevk edilirken kaç Ermeni hayatını kaybetti? 1915 yılından beri bunu tartışıp duruyor dünya... Benim tavrım belli: Haksız yere yerinden yurdundan edilmiş tek bir Ermeni bu sebeple hayatını kaybetmişse, bu bir zulümdür... Zulme uğrayanların sayısının bir veya bir milyon olmasının 'hak' ölçülerim açısından hiçbir anlamı yok...

İçim o insanların acısıyla yanar; yanmayanları -gerekçeleri ne olursa olsun- anlayamam; taş kalplileri gözüm hizasında görmeye ise tahammül edemem...

Anasız-babasız kalan çocukların veya eşini kaybeden kadınların Müslüman ailelerin himayesine girmesi, bir bölümünün yetim sayılıp devletçe okutulup Müslüman gibi yetiştirilmesi, çoğunun gerçek kimliğini bilmeden hayatını sürdürmesi, bilenlerden bazısının kimliğini ölene kadar herkeslerden saklaması...

Her yeni öykü yüreğimden dağlar beni...

Gazeteci arkadaşım Hrant Dink'in yüreklerde 'ortak bir sızı' uyandırmak için yürüttüğü mücadele yüzünden hain bir kurşunla hayatına son verilmesi, gazetelerle örtülmüş bedeninin görüntüsü, beni ve benim gibi onbinleri, "Hepimiz Hrantız" pankartları eşliğinde yürümeye sevk etmişse, sebebi, 'ortak sızı'dan nasibimize düşen duygularla yüreklerimizin zaten dağlanmış olmasıdır...

Geçmişi bu topraklarla bağlantılı Ermeniler'in acısını hafifletemem elbette, ancak duygu selinin ardındaki acının büyüklüğünü anlayabilirim. Anladığım için de, Ermenistan ile Türkiye arasında imzalanan 'Protokoller'e destek veriyorum.

Ne çare ki, Kongre'deki oylama benzeri siyasi manevralar, içimdeki duyguları çoğaltmıyor, tam tersine azaltıyor... Konuyu küçük siyasi çıkarlarına âlet eden Amerikalı politikacılara kızarken, kendimi o noktada tutamadığımı fark ediyorum. Amerikalı politikacılar mı, lobiler mi, Ermeni diasporası mı, yoksa Ermenistan devleti mi? Hangisi hangisini kullanıyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar