MAVİ MARMARA BİZE NELER GÖSTERDİ?

Osmanlı’da ilk istihbarat örgütü olarak 2.Abdülhamit’in kurduğu “Yıldız İstihbarat Teşkilatı” kabul edilir. Ancak Osmanlı’daki ilk istihbarat örgütü Yıldız değildir. Ondan önce de oluşturulmuş istihbarat örgütleri ve faaliyetleri vardır. Bunlardan en önemlisi Martolos’tur.

Osmanlı’da kendi topraklarını korumak ve düşman faaliyetlerini bertaraf etmek amacıyla, Kanuni zamanında Martolos adında gizli bir teşkilat kurulmuştur. Bu teşkilatın elemanları Yahudi ve Hıristiyanlar arasından seçilerek, özenli bir eğitimle yetiştirilip dikkat çekmemek için faaliyet gösterdikleri yerlerde, o bölgenin şartlarına uygun halkın içerisinde, halka yakın, kayıkçılık, pazarcılık gibi mesleklerde istihdam edilirlerdi. Martolosların amacı, Osmanlı’nın savaşmayı düşündüğü topraklarda halkın arasına katılıp; sürekli Osmanlı’nın gücünden bahsederek, Osmanlı’ya bulaşanın, onunla cebelleşenin, onunla savaşanın asla iflah olamayacağı, onun gücü karşısında yok olacağı inancını yaymaktı. Bu propagandayla, o ülke halklarında oluşturulan “Yenilmez Osmanlı” inanışını pekiştirip, halkın maneviyatını, direnme gücünü kırıyorlardı. Bu istihbarat anlayışı bugün, İsrail ve Amerika tarafından çeşitli yöntemlerle en iyi şekilde kullanılmaktadır.

Çekilen bütün Amerikan filmlerinin, türüne bakılmaksızın, tek bir amacı vardır: Amerika’nın büyüklüğünü beyinlere kazımak: Yapılan bütün işler kusursuz, işlenen cinayetler mükemmel, kullanılan teknoloji akıl almaz, saldırılar kayıpsız, karşı koyuşlar dâhiyane, güçler sınırsız, imkânlar sonsuz, düşmanlar akılsız, istihbarat firesiz ve sonuçta kahramanlar dünyaya özgürlük taşıyan birer iyilik perisi. Onlar dünyayı kurtarır, kötüleri cezalandırır, iyilerin yanında olurlar. Dünya onlara minnet borçludur. Bütün ordularıyla Vietnam’da yenilseler de, beyaz perdede Rambo tek başına bütün ordunun intikamını alır. Vietnam’ı kötülerden kurtarır. Güç oradadır, özgürlük oradadır, zenginlik oradadır, demokrasi oradadır, insana saygı oradadır, başarı oradadır, zekâ oradadır, barış oradadır…

Bütün dünya 11 Eylül’e kadar bu efsanelere inandırıldı ve bu yalanlarla kandırıldı.

11 Eylül’de bütün bu efsane yıkıldı. (Yazdıklarımda 11 Eylül üzerine oluşturulan spekülasyonları, dile getirilen teori ve tartışmaları gözden ırak tutmuyorum.) Anlatılan bu teorilerin hangisi doğru olursa olsun, 11 Eylül Amerikan efsanesinin çöküşüdür. Hatta bu konunun tartışmalı hale getirilmesi bile, efsaneyi devam ettirme çabasından başka bir şey değildir. Yani “Pentagon’a, İkiz Kulelere saldırılacaksa; onlara da biz saldırır, onları da biz yıkarız” demek için, oluşturulan bir istihbarat faaliyeti. Bu manipülasyon karşılık da bulmaktadır. Aslında bunun karşılık bulmasının sebebi, biraz da, 11 Eylül’ün sonuçlarıyla ilgilidir. Tartışma konumuz 11 Eylül’ün sonuçları olmadığı için konuyu burada bırakmak gerekmektedir. Konunun şuan bizi ilgilendiren boyutu, dünyanın zihnine yerleştirilen “Uzaydan sizin içtiğiniz sigaranın markasını bile tespit ediyorlar” imajının 11 Eylül’de yerle bir olmasıdır. Dünyanın her tarafını gözlediğine inanılan ABD, kendi kalbine saplanan hançeri görememiş, engelleyememiş, yıllardır Hollywood Sineması ve ‘martoloslar’ tarafından oluşturulan imaj yerle bir edilmiştir. Her şeyden haberi olan CIA, kendi kalbini koruyamamış ve bu olayla birlikte Amerikan gücünün bir simülasyon olduğu ortaya çıkmıştır.

“Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım” organizasyonu İsrail’in 11 Eylül’ü değil, Vietnam’ı olmuştur. Çünkü İsrail, 11 Eylül’ünü 2006’da Lübnan’da yaşamıştır.

Türkiye’de 1970’li yıllardan beri, özellikle sol tandanslı gazeteciler tarafından; güya İsrail’in zulümleri faş ediliyormuş gibi yapılarak sürekli onun gücü zihinlere zerk edildi. Bu propaganda çalışmalarına monşer diplomatlar ve birçok kimse de farkında olmadan katkı verdi. Ve toplumda bir İsrail miti oluşturuldu. Ona karşı gelmek, onun karşısında olmak, yok olmakla eş anlamlı sayıldı. İsrail istihbaratının, teknolojisinin, sanayisinin, savaş tekniklerinin gücünün asla alt edilemezliğine olan inanç iman mertebesine taşındı. Bu imanın gücünü Davos sonrası televizyonlara koşan monşer eskilerinde en şiddetli şekilde gördük: “Aman mahvolduk, kahrolduk.”  Peşinden gelen Simon Peres’in özrüyle adamcağızların itikadı bozuldu.

Tabi ki İsrail adına oluşturulan bu güç mitolojisinin de bir sonu vardı ve bu sonun başlangıcı 2006 Lübnan Savaşı oldu. İsrail’in yakıp yıktığı Beyrut gösteriliyor, ağlayan kadınlar, korkudan gözleri fal taşı gibi açılmış çocuklar, çaresiz erkekler, harabeye dönmüş evler, altüst olmuş arabalar televizyonlara yansıtılıyor, gazetelere basılıyordu. Bununla da insanlara sadece ümitsizlik pompalanıyordu. Bunun karşısında Hizbullah karşı görüntüler yayınlıyor, düşürülen uçakları, patlatılan tankları servis etmeye çabalıyordu. Ama oluşturulan İsrail imajı karşısında bunlar inandırıcı bulunmuyordu.

Dünya sözüm ona ayağa kalkmıştı. İsrail’den bu zulmü durdurmasını istiyorlardı. İsrail’se, “Ben duracağım ama Hizbullah füzeleri durdurmuyor” diyordu. Topraklarına binlerce füzenin atıldığını söylüyor ama, Hizbullah füzelerinin açtığı yaraları, yaptığı tahribatı, ağlayan kadınları, korkan çocukları Amerikalılara ve kendisine destek veren diğer bir, iki ülke yöneticisi dışında kimseye göstermiyor ve bu görüntülerden tek bir kare fotoğraf bile çekilmesine izin vermiyordu. Oluşturulan güç mitinin kaybını istemiyordu. Bu kaybın kendisinin yok oluşuyla aynı manaya geldiğini biliyordu. Aynı durum, 2009 Gazze Savaşı’nda da yaşandı. Özellikle efsaneleştirilen İsrail istihbaratının iflasıydı bu savaş. 40 Km uzunluğunda, 10 Km genişliğindeki Gazze’den İsrail’e füzeler atılıyordu. Gazze ölüm saçan İsrail uçaklarıyla, toplarıyla, tanklarıyla dövülüyor, ancak bir tane dahi füze rampasının yeri tespit edilip yok edilemiyordu. Çünkü geçmişten farklı olarak Filistinliler içlerindeki ‘hainleri temizlemişlerdi.’ Ne zaman ki, “van münit vakası” yaşandı, İsrail yaşadığı acziyeti, Tayyip Erdoğan’a haykırdı: “Senin İstanbul’una, her gün defalarca füzeler yağsa, bir buçuk milyon halkın kadın, çoluk çocuk sığınaklara koşuşsa sen ne yaparsın?” Evet, bunlar yaşanmıştı fakat biz bu yaşananlardan tek bir kare fotoğraf görememiştik.

            İşte Mavi Marmara bize bu gösterilmeyenleri gösterdi ve bir miti yerle bir etti. O televizyonlara, gazetelere, sitelere yansıyan görüntüler, İsrail’in 60 yıldır özenle oluşturduğu imajın yerle bir edilip İsrail’in yok ediliş sürecini başlatan görüntülerdir. 

         Mavi Marmara bize neler gösterdi?

  1. Bütün bir gücünü manipülasyonlara borçlu olan İsrail’in bu konuda bile karşısına çıkan birileri olduğunda, ne kadar yeteneksiz, başarısız olduğunu gösterdi.
  2. Gecenin karanlığını kendisine siper ederek, acziyetini ve vahşetini gizlemeye çalışan İsrail’in teknolojiyi kullanma becerisinin cılızlığını ortaya serdi. Saatlerce bütün imkânlarına rağmen yayınları durduramayıp, korkaklıklarını, beceriksizliklerini gizleyemediler.
  3. İsrail ordusunun gemiyi ele geçirme görüntüleriyle strateji ve taktik yoksunu geri zekâlılar topluluğu olduğunu bütün dünyaya yaydı.
  4. Helikopterden iniş görüntüleriyle, o çok övülen askerlerin birer çuvaldan farksız olduklarını dost düşman herkesin önüne serdi.
  5. Bugüne kadar anlatılan İsrail ordusunun silahlarının niteliği, onu kullananların beceriksiz korkaklar olmasıyla nasıl işe yaramaz birer yüke dönüştüğü görüldü.
  6. Devasa silahları olup ama onlara sahip bile çıkamayan salya sümük içerisinde ağlayan İsrail askerlerinin paçavra halini gösterdi.
  7. İsrail’in sesi olan yerli ağızları daha açık, daha net gösterdi.
  8. Mısır’ın Firavunluğu zulmün bekçiliğini yumuşatarak Refah Kapısını açtı.
  9. Artık o ablukanın ömrünün uzun olamayacağı görüldü.
  10. Fetullah Gülen’in nerede yaşadığını ve bununla ilintili olarak da Fetullah Gülen’i korumak adına onun sansürlenebileceğini gösterdi.
  11. İnsanların kendilerini korumak adına, oluşturulmuş imajlarına rağmen, bütün insanlığın vicdanına saldırabileceğini gösterdi.
  12. Ve bana bir fıkrayı hatırlattı: Uzun yola çıkmış üç arkadaş, zaman içerisinde yiyeceklerini bitirmiş oldukça da çok acıkmışlardır. Issız bir çeşme başında takatsiz bir halde yiyecek araştırırken; içlerinden biri, dağın yamacında otlayan bir sıpa görür. Arkadaşlarına “keçi, keçi” diye bağırır. Üçü birden “keçi” diye sevinir, sıpayı keser, bir güzel karınlarını doyurup, çeşme başında uyurlar. Sabah uyandıklarında, akşamdan kalma sıpa ayaklarını, kellesini, derisini görürler: “Yahu bizim yediğimiz keçiydi, bu sıpayı kim yedi” diye birbirlerine sorarlar.

Not: Fıkranın “otoriteye saygı isteyen sözü” tevil edenlerle hiç bir ilişkisi yoktur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.