Meclis'te her şey konuşulur ama...

"Artık Meclis'te en uç şeyler bile konuşulabiliyor, öyleyse Kürt sorununun silahla savunulmasına gerek yok."

Bu, son zamanlarda sıklıkla dile getirilen bir düşünce. Buradan da "Kürt sorunu"nun dillendirilmesi açısından PKK'nın varlığının anlamsız ve eylemlerinin zararlı olduğu sonucuna varılıyor.

Meclis'te her şeyin konuşulabildiği hususu doğru. BDP, tabii ki tepkileri göze alarak en uç fikirleri bile seslendirebilir. En azından 1990'larda olduğu gibi milletvekillerinin Meclis'ten alınıp götürülmesi gibi bir durumla karşılaşılmaz. Zaten medyada da Kürt sorunu adına "Ayrılmak" dahil her şey dile getirilebiliyor.

Peki buna rağmen PKK neden var olmaya ve eylemler yapmaya devam eder?

PKK'dan öte, BDP gibi, Meclis bünyesinde temsiliyete soyunan bir siyasi oluşum, "İşte biz Kürt sorunu adına ne söylenebilecekse söylüyoruz, bu işin çözüm yeri Meclis ise biz oradayız" diyerek PKK'nın varlığına karşı çıkmaz?

Bunun anlaşılabilir sebepleri vardır.

Şöyle ki:

Evet, Meclis'te her şey konuşulabilir ama konuşulabilen her şeyin, karar haline gelmesi diye bir şey söz konusu olmaz.

Kürt sorununun varlığı kabul edilebilir, edilmeyebilir.

Kürt sorununun çerçevesi, PKK veya BDP'nin tanımladığı nitelikte olabilir, olmayabilir.

Kürt sorununun çözüm çerçevesi, PKK ve BDP'nin istediği şekilde olabilir, olmayabilir.

Sonuçta Meclis, Türkiye'yi temsil ediyor ve ulaşılan sonuçların olabildiği ölçüde çoğulcu bir nitelik taşıması beklenir.

PKK-BDP-KCK çizgisi ise, sırf "Kürt sorunu" açısından ve sırf Kürtler'in kabulü itibarıyla bile bütün Kürtler adına bir nitelik arz etmiyor. Kaldı ki, Türkiye'nin herhangi bir sorunu veya bölgesi için, şu veya bu toplum kesiminin tek başına belirleyici karar vermesi kabul edilemez.

Diyarbakır adına sadece Diyarbakırlılar ya da Kürtler karar veremeyeceği gibi, İstanbul adına da sadece İstanbullular veya Türkler, şunlar bunlar karar veremez.

Problem burada odaklaşıyor:

PKK veya BDP çizgisi, "Kürt sorununu biz tanımlayalım, çözüm çerçevesini temsiliyet açısından biz belirleyelim ve biz bu işin ana aktörü olalım" diyor.

Böyle bir tavrı onayladığınız takdirde, sorun kalmaz. Ama bunu onaylamak demek, Türkiye üzerindeki PKK-BDP-KCK projelerini de onaylamak demektir ve o da "Türkiye'nin varlığı" ile ilgili çok daha hayati bir sorun anlamına gelmektedir.

Böyle bir şeyin kabulü, tabii ki imkânsızdır. Bunu en safdiller bile bilir.

Onun için PKK-BDP-KCK çizgisi, Türkiye ile ilgili hesabı bulunan küresel odakların da desteği ile silahı dayadı Türkiye'nin önüne ve yıllar yılı devam eden mücadele ile Türkiye'yi bu noktaya getirmeye çalıştı.

Bu süreçte devletin yanlışları oldu: Bazen teröristle halkı ayırt edemedi, bazen örgüt karşısında zaaf sergiledi, bazen tehlikenin boyutlarını göremedi vs. Belki de taa kökte, devletin vatandaşlık anlamında zihniyet problemleri vardı.

Her ne ise, süreç uzadı uzadı ve "Silahlı hareket olmasaydı kimse Kürt sorununun varlığını kabul etmezdi" gibi bir meşruiyyet çerçevesinin oluştuğu, "silahlı örgütün devletin silahlı gücü ile adeta boy ölçüştüğü" en azından "yenişememe" durumunun hasıl olduğu bir noktaya geldi.

Oyunu, AK Parti iktidarının, devlet adına yapılan yanlışları düzeltmesi, Kürt sorununun çözümüne ilişkin doğru adımlar atması ve "Teröre dur" demesi bozdu.

Bu noktada PKK-BDP-KCK çizgisi viraj almakta zorlanıyor. Kürt sorunu üzerindeki patronluğunun bittiğini düşünüyor. Ve PKK'nın akıbetini hesaplayamıyor.

Diyelim işi Meclis'e bıraktı, Meclis iradesi bu üçlünün beklentilerini karşılamadığında ne olacak?

Diyor ki üçlü:

- Çözüm şekilleninceye kadar silahı bırakmayalım. Yani silah, çözümün bir parçası olarak devrede dursun. Meclis karar verirken silahı dikkate alsın. Bizim istediğimiz gibi karar vermezseniz öldürürüz, mesajını unutmasın.

Devlet de diyor ki: Ben devletsem bu olmaz. Hatta örgüt silahı bırakırsa çok olumlu adımlar atılır.

Şimdi sorunun düğümlendiği nokta burası. Bakalım bu düğümü hangi kılıç çözecek?

Önceki ve Sonraki Yazılar