Meczupların Gizemli Dünyası

Adam Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin yanından geçiyormuş. Avluda dolaşan hastalara gözü takılmış. Bahçe duvarına yaklaşmış, tedavi görenlerden birisine, “İçerde kaç kişiniz?”diye sormuş.

Sorunun muhatabı deli, soru sahibini tependen tırnağa süzdükten sonra, bir soru ile cevaplamış dışarıdaki adamı;

“Siz dışarıda kaç kişisiniz?”

Bizim memlekette ummadığınız birisinden beklemediğiniz olgunlukta bir söz duyduğunuzda, “Deliden akıllı cevap”derler.

Bazen de çevrenizdeki akıllı insanlar sizi hal ve gidişlerindeki hafiflik ve konuşmalarındaki çiğlikle hayal kırıklığına uğratırsa, derin bir off çektikten sonra, “En akıllısı değirmene yoğurt öğütmeyi gidiyor!” dersiniz kendi kendinize.

Deli ile meczup farklı gruptaki insanları tanımladığı halde sıklıkla birbirine karıştırılır. Birinin yerine öteki kullanılır.

Biraz ölçüsüz tavırlar sergileyen herkese kolayca, “meczup” denilebildiği biliriz. Yine azıcık taşkınlık yapan ya da bizi tavır ve hareketleriyle şaşırtan herkese kolayca, “deli”damgasını vururuz.

Meczup bahsi derin bir konudur. Kitaplarımızda bolca malumat vardır onlara dair.

Yıllar önce Ankara’da üniversite öğrencisi iken Bursa Gemlikli bir idareci ağabeyimiz vardı. Onun meczuplara dair anlattığı birkaç kesit hafızamda derin iz bırakmıştır.

Hacı Bayram-ı VeliHazretlerinin cami ve türbesi çevresinden meczuplar hiç eksik olmazlar.

Bursalı Erol Ağabey onlardan birisiyle hukuku epeyce ilerletmiş.

Karşılaştıklarında meczubun o anki ihtiyacı neyse derhal söyler, bir takım taleplerde bulunurmuş Erol Ağabeyden. Mesela karnı açsa, “Şuradan bana bir simit al İnek Bursa!”dermiş. Bazen Erol Ağabeyin ayağındaki çoraba göz koyar ve alır, bazen de lokantada yemek yedirmesini istermiş.

Bir gün yine karşılaşmışlar Hacı Bayram-ı Veli Camii yakınlarında. Meczup, “Karnım aç. Bana yemek yedir İnek Bursa!”demiş.

Erol Ağabey, her zaman yemek yedikleri lokantaya doğru ilerlerken bir yandan da cebindeki parayı düşünüyormuş. Zira o gün cebinde sadece bir kişinin kuru fasulye ve pirinç pilavı yiyeceği kadar para varmış.

Erol Ağabey, “Ben bir şey yemem. Onun yediklerinin bir kısmı için de saatimi rehin bırakırım”diye geçirmiş içinden.

Lokantaya girmişler. Garson gelmiş. Erol Ağabey, “Ben bir şey almayacağım” deyip geçiştirmiş.

Meczup ise her zamanki mutadı üzre kuru fasulye ve pilavı yedikten sonra,”Tatlı yemeyeceğim” demiş.

Oysa oraya her gidişlerinde kadayıf tatlısı yermiş o.

Erol Ağabey ödeme için kasaya gittiğinde tam da cebindeki para kadar borç çıkarmışlar. Ödemeyi yapmış, çıkmışlar. Camiye doğru ilerlerken meczup Erol Ağabeye doğru dönmüş, “Ne korkuyorsun lan İnek Bursa, bugün de kadayıf yemeyiverelim!”demiş.

Erol Ağabey o meczubu bazen Ulus’taki heykelin karşına geçmiş galiz küfürler savururken görürmüş, bazı geceler geç saatte türbenin önüne yatmış, üstünde doğru dürüst bir kıyafet olmadığı halde mışıl mışıl uyurken bulurmuş.

Erol Ağabey kitaplarda meczup bölümlerini okurken bir notla karşılaşmış: “Meczuplar hallerinden memnundurlar. Sevdikleri kişilerin de kendileri gibi olması için Allah’a dua ederler!”

Erol Ağabey meczup arkadaşlarından hızla uzaklaşmanın yollarını bulmuş, onları meczup olmayan dostlarına tatlı tatlı anlatmakla yetiniyormuş.

Geçenlerde İstanbul’un meczup ve delileri ile üzerine kaleme alınmış bir yazıyı okuyunca bunları düşündüm. Dünya Bülteni sitesindeki yazıdan tadımlık alıntılar yaptım. Tamamını okumak isteyenler yazının orijinaline kolayca uylaşabilirler..

İşte onların dünyasından bir demet:

Adam ol Mehmed Efendi

İstanbul'un tanınmış meczuplarından biri olan Adam ol Mehmed Efendi yirminci yüzyılın başlarında Beykoz'da yaşamıştır. Önüne gelene "Adam ol, adam ol!" diye seslendiği için Adam ol Mehmed Efendi diye anılmıştır.

Balıkçı Baba

Asıl adı Abdülcelil'dir. Bitlis'te dünyaya geldi. İstanbul'a gelerek Eyüp Sultan semtine yerleşti. Rivâyete göre yaz ve kış üstünde aba, başında keçe külâh, yalınayak tekkeden çıkar, iskeleye iner ve tanıdığı bir balıkçının kayığına binerek bir tek balık tuttuktan sonra karaya çıkarmış. Balıkçı ise, onun ayağındaki bereket sebebiyle o gün kayığını silme balıkla doldururmuş.  Balıkçı Baba 1742 senesinde İstanbul'da vefat etmiş olup kabri Eyüp'deki Hâtûniye Dergâhı hazîresinin üst kısmındadır.

Çöp Atlamaz Baba

Eyüp Sultan civarında yaşayan Çöpatlamaz Baba nerede bir çöp görse onu oradan alır, ait olduğu yere koyarmış. 1800'lerde yaşayan Âtıf Efendi bir gün Eyüp Sultan'dan Karagümrük semtine gitmek üzere iskelede kayığa binerken Çöp Atlamaz Baba, Âtıf Efendi'nin bindiği kayığın baş kısmına ayağıyla üç kez basarak: "Hâlimi sana verdim! Hâlimi sana verdim! Hâlimi sana verdim!" demiş ve çekmiş gitmiş. Âtıf Efendi, Balat iskelesinde karaya ayak basar basmaz, önüne gelen çöpleri atlayıp geçememiş. İşte ondan sonra Âtıf Efendi de önüne gelen çöpleri toplamak durumunda kalmış.

Durmuş Dede

Durmuş Dede (vefât:1616), Akkirman'dan gelerek Rûmelihisarı'ndaki tekkeye yerleşmiş ve kerâmetleri ile ün salarak o tarihten itibaren tekkenin kendi adıyla anılmasına sebep olmuştur. Evliyâ Çelebi'nin bizzat tanımış olduğu ilâhî meczuplardan Durmuş Dede özellikle Karadeniz'e doğru sefere çıkan gemiciler tarafından ziyâret edilirdi. Bu kişiler, dergâha zahire ya da Durmuş Dede'ye sadaka verip kendisinin iznini ve hayır duasını alarak yola çıkarlardı. Aksi takdirde bu gemicilerin yolculuklarının başarısızlık hatta felâketle noktalandığı rivayet edilmektedir.

Laleli Baba

İstanbul'un meşhur ilâhi meczuplarından biri olan Laleli Baba ile padişah arasında şu olay yaşanır: Sultan III. Mustafa Han, Laleli Camii'ni yaptırdığı sırada şöhretini duyduğu Laleli Baba'yı saraya davet edip kendisiyle görüşmek ve hayır duasını almak ister. Huzuruna vardığında, hükümdarın şahsı için bir hayır duada bulunmasını rica etmesi üzerine Laleli Baba "Padişahım hayatın müddetince afiyetle ye, iç ve yellen" diye dua eder. Saray teşrifatına pek uygun düşmeyen bu ilginç dua Sultan III.Mustafa'yı sinirlendirir ve Laleli Baba'yı azarlayarak huzurundan kovar. Bu sırada Laleli Baba "Peki öyleyse yiyin, için lâkin asla yellenemeyin" diye ikinci bir niyazda bulunur.

Bu hâdiseden sonra Sultan III.Mustafa'nın karnı her geçen gün biraz daha şişmeye başlar. İstanbul'da güvenilir ne kadar hekim ve hoca varsa sırayla saraya çağrılır ancak hiçbirisi padişahın gazını def etmeye muvaffak olamaz. Sonunda durumun Laleli Baba'nın kalbinin kırılmasından kaynaklandığı anlaşılır ve kendisinden af dilemek üzere ikinci kez saraya davet edilir. Padişah, Laleli Baba'dan kendisini affetmesini ve acilen bu belâdan kurtarmasını rica eder. Laleli Baba'da yaptırılan camiye kendi adının verilmesi şartıyla şifaya kavuşacağını söyler. Sultan şartı kabul ederek Laleli Baba tarafından affedilir ve sağlığına kavuşur. Laleli Baba'nın kabri önceleri Laleli Camii'nin yanında yer almaktayken 1957 senesinde Eminönü ilçesi dâhilindeki Kemalpaşa Camii hazîresine nakledilmiştir.

Nalıncı Sâlih Dede

Nalıncı Sâlih Dede, Eyüp Sultan'da ikâmet eder, gece gündüz devamlı elinde bir fenerle gezermiş. Gür kara sakallı, oldukça iri burunlu, çatık ve gür kara kaşlı bir meczup imiş. Yaz kış her daim nalınla dolaşırmış. Başına bazen tepesi püsküllü uzun bir Mevlevî sikkesi takarmış.

Keçeli Dede

Evliyâ Çelebi bu zât hakkında şu bilgileri vermektedir: "...Giysüdâr Mehmed Efendi halifelerindendir. Mevlevî külâhı, bol yenli kebe cübbe ve ayağına nalın giyip elinde nakışlı keçesi ile gelenleri dolaşır, keçesine altın ve kuruş doldururdu. Sonra kırk elli yetim toplar, onlara temiz elbiseler giydirerek çalgıcılar ve hây-hû ile bu masumları sünnet ettirirdi. Daha sonra birer ustaya, hocaya yahut bir vezire ve seçkine hizmete verirdi. Böyle güzel halli bir derviş adam idi. Bağdad fethi haberi geldiği gün Ramazan'da vefat edip Necâtî Bey Mezarlığı'nda toprağa verildi..."

Keçeli Dede

Evliyâ Çelebi bu zât hakkında şu bilgileri vermektedir: "...Giysüdâr Mehmed Efendi halifelerindendir. Mevlevî külâhı, bol yenli kebe cübbe ve ayağına nalın giyip elinde nakışlı keçesi ile gelenleri dolaşır, keçesine altın ve kuruş doldururdu. Sonra kırk elli yetim toplar, onlara temiz elbiseler giydirerek çalgıcılar ve hây-hû ile bu masumları sünnet ettirirdi. Daha sonra birer ustaya, hocaya yahut bir vezire ve seçkine hizmete verirdi. Böyle güzel halli bir derviş adam idi. Bağdad fethi haberi geldiği gün Ramazan'da vefat edip Necâtî Bey Mezarlığı'nda toprağa verildi..."

Boynuzlu Divâne Ahmed Dede

Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi'nde bahsedilen ve Kasımpaşa'da yaşamış olan Divâne Ahmed Dede, tanıdığı tanımadığı herkesin ismine bir "Çibo" ekleyerek selâmlarmış insanları. Koynunda ve koltuğunun altında her cinsten boynuz bulunduran Divâne Ahmed Dede'ye "Hani benim boynuzum Ahmed Dede?" diye takılanları tepeden tırnağa süzdükten sonra kişiliğine göre bir boynuz çıkararak "Aha senin boynuzun!" dermiş.

Uşum Dede

Evliyâ Çelebi şunları nakletmektedir: "...Saraçhanebaşı'nda idi. Daima sessiz sakin gezip ara yolda yuvarlanan taşları kaldırıp caddeyi temizler idi..."

Geniş malumat için;

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=139586

gumuslale@gmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum