Sebahattin BİLGİÇ

Sebahattin BİLGİÇ

MEDENİYETİMİZDE YOLCULUK

 

 

              “Edrine şehri mi bu ya gülşen-i me'va mıdır
               Anda kasr-ı padişahi cennet-i a'lâ mıdır”  Nef’i

 

   Edirne ziyaretçisi bol olan bir şehir.Metre kareye düşen tarihi eser açısından dünyada ikinci sırayı alan bu güzel şehre, son yıllarda ilgi gittikçe artıyor. Neredeyse senenin her mevsiminde çarşılar ve tarihi yerler, yerli ve yabancı ziyaretçilerle dolup taşıyor. Yakın ve uzak şehirlerden gelip, medeniyetimizin en güzel örneklerini barındıran şehrimizi ziyaret edenlerin, çok memnun ama biraz da buruk ayrıldıklarına şahit oluyoruz. Böyle tarihi bir şehrin bu kadar bakımsız olması ve Edirne insanının tarihine duyarsız kalması, dışarıdan gelen misafirlerimizi üzüyor doğrusu.

 

   Edirne deyince akla ilk gelen şüphesiz ki Selimiye Camii. Şehre ister Havsa, ister Bulgaristan, ister Yunanistan ve isterseniz Tunca Nehri istikametinden girin bir arkadaşımın tabiriyle “medeniyetimizin ulu çınarları” Selimiye’nin o kalem gibi zarif minarelerini görebilirsiniz. Ama hatırlatayım ilk başta sadece iki minare görebilirsiniz. Şehre yaklaştıkça, şayet Selimiye camiinin özelliklerini bilmiyorsanız minarelerin bir anda dörde çıktığını görüp şaşırabilirsiniz.

 

   Edirne ayakta kalanlarıyla İslam Medeniyetini yansıtan eserlerle dolu.Tarih ve medeniyetimizde bir yolculuk yapmak istiyorum derseniz şayet;  sabah namazını Selimiye’de veya Eski Camide kılmalı, evliyalar deresi diye bilinen minberin sağındaki yerde dilinizle gönlünüzü birleştirip, gözlerinizden süzülmelisiniz.  Camiden çıktığınızda, ayaklarınız sizi rahat yaşamamızın bedelini ödeyen Balkan şehitlerine davet eder. Sabah erken gitmenizde fayda var; zira ilerleyen saatlerde şehitlerin üzerinde içki içen, davul zurna eşliğinde eğlenen vefasız insanlardan rahatsız olabilirsiniz. Büyük bir hürmetle, dualar eşliğinde üç yüz bin Balkan şehidinden bir bölümü olan şehitlerimizi ziyaret edip, hala dağınık tesbih taneleri gibi serpilmiş, harabe halindeki saray kalıntılarına bakıp; “ hani sizin sahipleriniz nerede?” diye sormalısınız. Anlayabilirseniz şayet gözyaşları sel sel akan Tunca’ya, şehitlerin halinden ve sarayın sahiplerinden sorabilirsiniz.

 

    İkinci Beyazıt Külliyesine doğru ilerleyip, imaretin kenarında yatan Aşçı Yahya Efendiye selam vermeyi unutmamalı, nice yıllar çaresizlere sıcak çorba ikram etmiş harabe halindeki imarethanenin küskünlüğünü fark etmelisiniz. Ulu çınarların altından geçip kadim medeniyetimizin en güzel eserlerinden biri olan külliyenin ortasındaki camide tahıyyet-ül mescid namazı için kıbleye yönelmeli, caminin ses akustiğini kontrol etmek isterseniz Alla-u Ekber diye nida etmelisiniz. İkinci Beyazıt’ın dört yılda bitirttiği ve dört yüz yıl hizmet vermiş bu külliyenin, kaç yıldır tamiratta olduğunu soracak olursanız, aldığınız cevaba herhalde acı acı gülümsersiniz. Avrupa’da delilerin diri diri yakıldığı bir zamanda, bizim medeniyetimizin delilere nasıl davrandığını ve ruh hastalarını nasıl tedavi ettiğini öğrenmek isterseniz şifahaneyi dolaşın. Uzun yıllar memleketimizde icra edilmesi bile yasaklanmış olan gönüllere şifa, hastalıklara deva Türk Sanat Musikisinin güzel koku ve su sesi eşliğinde nice çaresizlere derman olduğunu, şifahaneyi dolaştıkça gururla öğrenebilirsiniz.     

 

    Osmanlıya 92 yıl payitahtlık, sonrasında da Rumeli Beylerbeyliği yapmış bir ulu şehrin yitiklerini görmek isterseniz Hıdır Baba’ya çıkıp, Meriç  nehrinin ötesinde Gümülcine, İskeçe, Dedeağaç’ı, ağlayan tabyaların arkasından Vardar Ovasını, Kırcali, Şumnu ve Filibe’yi seyredebilirsiniz.Gözleriniz daha da keskinse Silistre’yi, Plevne’yi Bosna’yı, Makedonya’yı görebilirsiniz.

 

     Yönünüzü şehir merkezine doğru dönüp, sanki yan yana dizilmiş kubbeler eşsiz manzara sunarken, Selimiye dile gelir ve size seslenir: “ Sanma ki bu kubbeler bu kadar idi. Bu şehirde benimle beraber üç yüz altmış küsur cami vardı. Sebilleri saymak, hanları, hamamları, kervansarayları, tekkeleri, mektepleri yazmak kitapları doldururdu…”   

 

      Hıdır Baba’dan ayrılıp Gazi Mihal köprüsünden geçerken alttan akan nehrin bir zamanlar kenarında en güzel konakları barındıran, üzgün Tunca olduğunu anlayarak geçin. Set boyundan devam ederseniz yarısı ayakta kalmış bir minareye rastlarsınız. Bir sorarsanız halini bin ah işitirsiniz. Size sadece Edirne’de yüze yakın cami ve mescidin satıldığını ve bugün yerinde yellerin estiğini haber verir.  Devam ederseniz biraz sonra önüne haziresinde Şehzadeleri barındıran Darul Hadis camiine ulaşırsınız.  Caminin güzel bahçesinde gezinirken Osmanlıya nice ulema yetiştiren, devlete şeyh-ül İslam veren ilk hadis medresesini gözleriniz ararsa maalesef hiçbir kalıntıya rastlayamaz.

 

       Medeniyetimizde yolculuk sizi Karaağaç istikametine sürükler. Yine Tunca Nehrinin üzerindeki Tunca(Ekmekçioğlu Ahmet Paşa) Köprüsü geçerek Meriç Köprüsüne ulaşırsınız. Size tavsiyem; eskiden gemilerin dolaştığı Meriç Nehrinin üzerindeki bu eşsiz köprüyü yaya olarak geçin. Köprünün ortasında padişahın güneşin batışını seyrettiği yerden siz de tarih seyrine dalın. Nice canların geçtiği bu köprüyü, hayat yolculuğunuz gibi görün. Sizin de gideceğiniz yere, sizden biraz önce gitmiş olanların buradan nice geçtiklerini düşünün. “ Bu dünya bir sultana az, iki sultana çok “ diyen Osmanlı Sultanı, belki sizin gibi bu köprüde temaşa ve tefekkür etti.

 

    Her şehrin bir sultanı var olduğunu bilin de, Edirne Şehrinin Sultanı Hasan Sezai Tekkesine uğramadan şehrin merkezine geçmeyin. Ulu Hazretin ayakucuna tevazu ile varın, gözlerinizi yumun, feyiz alamaya bakın ki, tekkenin sıcaklığı gönlünüze otursun.

 

     Medeniyetimizin ticaret merkezlerini görmek isterseniz Ali Paşa Çarşısından Bedesten Çarşısına, oradan da Arasta Çarşısına çıkın. Edirne işi devayı miski tadın, meyve sabunlarını koklayın, badem ezmesini almayı ihmal etmeyin. Saraçlar caddesinde de gezinmeyi düşünürseniz şayet, caddenin ortasına konmuş nerdeyse binaların boyuna ulaşan, Edirne’nin kültür mirasıyla hiç alakası olmayan bu garip heykele Edirneliler kadar siz de şaşırarak bakabilirsiniz.

   

    Şaşkınlığınızı üzerinizden atıp, gölgesinde Osmanlıya sembol olmuş ulu çınarları barındıran ulu mabede, Selimiye’ye doğru yönelin. Siz başka ziyaretçileri gibi edepsizce davranmayın, Allah’ın evinde olduğunuzu bilin. Ne ters laleye takılın, ne ters lalecilere. Dünyada bir eşi daha olmayan bu muhteşem eseri ve kıymetinden habersiz kaldığımız muhteşem medeniyetimizi düşünün. Bahçesinde dolaşırken bir cami bahçesinde olduklarından habersiz cilveleşen liseli gençlere değil, onları yetiştirenlere hayıflanın.

 

     Edirne’de dolaşıp da Mevlevi Dergahına gitmemek olur mu? Yönünüzü saraya hakim bir tepeye kurulmuş Muradiye Camiine döndürün. Haziresinden geçerken Mevlevi Meşayih’ine ve ulemaya fatihalar gönderip, Mevlana’nın  2.Murat’tan rüyasında bir Mevlevihane istemesi üzerine inşa edilen camiye girin. Mevlevilerin sıcak nefeslerini derinden derine hissederken, Rusların çaldıkları eşsiz çinilerin alçılı yerlerinin hali yüreğinizi acıtsın.

 

    Mevlevihane’den ayrılınca doğruca Şükrü Paşa anıtlarına gitmelisiniz. Tabyalarda dolaşırken bütün bir günün size anlattıkları bu tabyalarda gönlünüzden taşıp gözlerinizden dökülüverir. Bize bu güzel vatanı bırakanların ne cefalarla ne bedeller ödedikleri ve torunlarına şan ve şeref bıraktıkları, tabyaların duvarlarında yankılanıp semaya yükselir.

 

     Kafanız önde ama vakarla tabyalardan ayrılırken, gönül telleriniz bütün benliğinize hükmeder, ve iyi ki böyle bir medeniyetin mensubuyum diye şükredersiniz.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.